Tasavvufa giren insanlar tabi ki istikametini düzeltmek, güzel ahlak sahibi olmak, daha fazla ibadet etmek ve sonuçta Allah’ü Teâlâ’nın rızasına kavuşup cennete girmek için girerler. Böyle güzel niyetlerle, samimi duygularla Tasavvufa, tarikata giren Müslümanlar oralara adım atar-atmaz ikinci bir isim alırlar. Artık Müslümanlıklarının yanın da başka bir sıfatları da vardır. Kimi Kadiri, kimi Nakşibendi, kimi Halveti, kimi Mevlevi’dir. Dergâhlar da ki dinledikleri sohbetlerle yeni kimliklerini öyle benimserler ler ki, artık her hangi bir tarikata, tasavvufa bağlı olmayan Müslümanları Avam (cahil), kendilerini ise has Müslüman olarak görmeye başlarlar. Mürid olarak adım attıkları dergâhta Müslümanlıktan Has rütbesine terfi edenler. Terfi eden Müslümanlar, kendilerine bu rütbeyi verenleri “Hassul Havas” lığa yükseltirler. Onlar da kendilerine bu sıfatı bahşeden şeyhlerini Mürşidi Kamil makamına oturturlar. Mürşidi Kâmil’ ligi elde eden şeyh Efendi, daha yükseklere çıkmak için kendini Postişin yaparak, yerine bırakan, vefat eden şeyhini Gavs ve Kutbül Aktap olarak yâd etmeye devam eder.
Zincirleme makam ve mertebe sahibi olan tasavvuf ehli artık kendi üstünden gelen her sözü şeksiz, şüphesiz kabul eder hale gelir. Çünkü her mertebenin bir üstünde ki, alttakine göre Allah dostu olur. Dolayısıyla her söylediği tartışmasız kabul edilmelidir. Bundan sonra Has Müslüman olduğunu zanneden Müritleri kandırmak, hurafe ve bidatleri gerçek İslam akaidi ve ameli gibi göstermek kolaylaşır.
İşte bu anlattıklarımın nasıl uygulandığını ve insanların doğru yoldan sapık yola nasıl kaydırıldığını örnekleriyle göstermeye çalışacağım. Bunu yaparken de bu sapıklıkları aşılayanları, kendi sözlerinden ve ya yazdığı kitaplardan istifade ederek delillendirmeye çalışacağım. İşte örnekler:
KADERİMİZİ ŞEYHLER KONSEYİ BELİRLİYOR:
Günümüzde ki Şeyh Efendilerden bir tanesi, bir televizyon programında kapalı bir kadının karşısına oturmuş, şunları anlatıyor: Dünyada ki, zahirde ki tüm olaylar, batında planlanıyor, zamanın kutbu ve Hızır (a.s)ın başkanlığında bir Evliyalar konseyi var. Mesela bir olaya karar verileceği zaman, oradan karar veriliyor. Zahirde o şekilde uygulamaya geçiyor da, bu olaylarla ilgili insanların kalbi birdenbire değişiyor.
Sunucu kız, soruyor: “Kalplerine ilham mı geliyor?” Evet, yani olaylar orada alınan karar üzerine uygulanıyor dünya da. Biz zannediyoruz ki oraya biz karar veriyoruz. Hâlbuki biz sadece eline verilen senaryoları oynayan oyuncuyuz. Mesela bu Ak Partinin kapatılma davasında böyle bir olay yaşadık. Elhamd-ü Lillah, o dava açıldığın da bu batında ki Evliyalar konseyi toplandı, Ak Partinin kapatılmaması yönünde ki savunmayı bize verdiler. Manevi Avukat olarak. Ben hazırladım, bir sürü klasörler, dosyalar böyle. Daha mahkemeye iki, üç ay vardı. Onları hazırladık, o konseye sunduk. Hatta sevdiğim çevreme dedim ki, eğer o dosya kabul edilirse, Parti kapatılmasın diye karar çıkarsa, mesela o fikirde olmayan zıt düşünceli üyelerden ikisi, kapatılmaması diye oy kullanacak ve Parti kapatılmayacak. Hakikaten o konseyde kapatılmaması yönünde oy kullandılar. Çünkü Türkiye çok kötü kaosa sürüklenecekti, maddi, manevi zarar söz konusuydu.
Bizde diyoruz ki işte zahirde görülenlerin de gayreti varda, tüm Evliyalar ordusu teyakkuzda. Anayasa mahkemesinden beklenmediği halde, karar kapatılmaması yönünde çıktı. Tüm ülkelerde böyledir. Mesela geçen sene Yunanistan da meydana gelen ekonomiyi ilgilendiren olaylarda, İslam ülkesi olmadığı halde, oranın evliyası toplandı. Oradaki tasarrufları da Allah dostlarının bize sınır oldukları için, bize zarar vermesin, yangın bize sıçramasın diye sabah namazı orada kılındı ve az zararla atlatılması hususunda bir karar çıktı. Buraya yardım için şimdi Amerika, Avrupa ülkeleri harekete geçiyor bak şimdi. Hanı gördüğünüz gibi sadece Müslümanların kalbi çevriliyor. Batı dünyasında da o görülmeyen manevi sultanlar görevde, neden? İslam’ın kalesi olan Türkiye zarar görmesin diye.
Yukarı da anlatılan bu sözler hiç şüphesiz, şirk cümleleri ile doludur. Çünkü biz yaptık, ettik, kalplerini çevirdik, kurtardık dediği şeylerin gerçek faili Yüce Allah’tır. Yine Allah’ın bir kula vermediği bir nimeti, verdi diye iddia etmesi, Allah’ü Teâlâ’ya yapılan en büyük iftiradır.
YAYINLANAN YAZILARDAN YAZARLARI SORUMLUDUR