https://www.ozmenpc.com/masaustu-pc-oyuncu
ak
Orhan ARSLAN
Köşe Yazarı
Orhan ARSLAN
 

ETRAFIMIZDAKİ İYİLİKLERİ MUTLULUKLARI GÖRELİM

ETRAFIMIZDAKİ İYİLİKLERİ MUTLULUKLARI GÖRELİM Ne kadar uzaklaştık, birbirimizden farkında mısınız? Ne kadar…                Bir dedenin, bir nineye veya Bir ninenin, bir dedeye, yıllardan beri devam eden; bağlılığını, sahiplenmesini, onu; o haliyle kabullenmesini, görmedik.., göremedik… Onları bağlayan bağ, nedir? Araştırmadık…                Mutluluk dolu bir ailenin hasretini çektik…                Tüm dışımızda gelişen olaylar, nedeniyle; Aile birliğimizi, dirliğimizi kaybeder olduk. Özelde mutluluğun; güçlü ve dayanışmaya dayanan bir Aile birliğinden, geçtiğini unuttuk…                Dost kavramının içini boşalttık, yalın bir kelime olarak, algılayarak; gerçek ifade etiği anlamına uygun, dostlukları yaşayamadık.                İnsanlık adına;  Her alanda insanların yardımına koşanların; neden bu davranışı yaptığını sorgulamadık. Hasta Hanelerde yardıma muhtaç insanların, yardımlarına fedakarca koşan bireyleri fark edemedik… Aman, canım, sende; deyip geçiverdik…                Sevgililer, sevgilisinin; bir yetimin başını okşamanın, değerini; dillerinden muhteşem şekilde ifade etmesinin; mana ve içeriğini kavrayamadık…                Uyduruk sevgililer günlerini; içi boşaltılmış kavramlarla; şekillere dönüştürerek; o anlamlı ifadeyi de; kapitalizmin pençesine esir ettik.                Sadaka taşını, zimem defterini,  yoksula, yolcuya yardım etmeyi, zekat ile yetinmeyip, infak etme alışkanlığımızı, terk ettik. Karşılıksız yardımın ne demek olduğunu, neden her alanda vakıf medeniyetleri kurduğumuzu  bir türlü anlayamadık…                Sevgi, gibi muhteşem bir kelimenin arkasından; ilahi aşkın gelme ihtimalini unutarak; o kelimeyi; sahte dünyaların, sapık ilişkilerin, aldatmaya yönelik planların; simgesi haline dönüştürdük…                Yaratılan her şeyin; Yaratıcısına; saygı duymayı,  bu anlamda iman etmeyi unuttuk…                Allahın dilediğine mal vereceği beyanatına rağmen; ben çalıştım, gayret ettim, emek sarf ettim; ben kazandım, ifadesinde bulunmayı; kendimize ilke edindik. Fakiri, yoksulu kollamayı, unuttuk…                İnsanları mutlu görmenin; kendimizin de, mutlu olacağı gerçeğini anlayamadık…                Kin, nefret, istememek, kıskançlık, yalancılık, fitnecilik, gibi onlarca yanlış davranışları, öne çıkardık… arkasında durduk…                Asıl mutluluğun; paylaşmakla, bölüşmekle, yardımlaşmakla, sevgi dolu bir bakışla, her alanda insanların birbirleri ile kaynaşması ile; elde edildiğini unuttuk… Mutlu insanlar topluluğunun; mutluluğu yaşanır hale getirmiş, örnekler olabileceğini akıl edemedik…                Komşuluk ilişkilerini arar olduk. Aslında o, ilişkilerin altında; dayanışmanın, bir olmanın, beraber olmanın, dost olmanın ve öylece kalmanın; asıl unsur olduğunu hatırlamadık…                Herkes çocukluğunu arar oldu. Neden? Çoğu insan, tüm olumsuzluklara rağmen; mutluluğu orada bulmuştu. Yaşamıştı, yaşatmıştı, tüm hesapları bir kenara itilmiş insanlar gibi; her türden canlı ile; barışık olarak günlerini geçirmişti.  Ağlamanın, yaralanmanın,  oyun oynamanın, hoşça vakit geçirmenin, dayak yemenin bile tatlı olduğu günler… Ondan çocukluk günleri aranırdı. Bugün yıllar sonra; yaşadığı ana topraklara dönen insanların; neden çocukluk günlerini aradığını anladınız mı? Mutluluğu, hesapsız günleri, bir gülücüğün neler ifade etiği günleri arıyor da; ondan… Yalan ve sahte ilişkilerin olmadığı, hesapsız ilişkilerin zirve yaptığı günler olduğu için; O günler  aranıyor…                Etrafımıza bakalım. Onlarca belki, bizim fark edemediğimiz güzel,  iyi olaylar ve davranışlar vardır. Bütün bunları yapanların da; bir insan olduğunu unutmayalım. Eğer, mutlulukla dolu bir hayatı yaşamak ve yaşatmak istiyorsak; bu anahtarın bir ucunun kendimizde olduğunu  hatırlayalım…                Ünlü ozanın sözünü hatırlayalım. Sevelim, sevilelim. Dünya kimseye kalmaz... 
Ekleme Tarihi: 07 May 2016 - Saturday

ETRAFIMIZDAKİ İYİLİKLERİ MUTLULUKLARI GÖRELİM

ETRAFIMIZDAKİ İYİLİKLERİ MUTLULUKLARI GÖRELİM

 

Ne kadar uzaklaştık, birbirimizden farkında mısınız? Ne kadar…

                Bir dedenin, bir nineye veya Bir ninenin, bir dedeye, yıllardan beri devam eden; bağlılığını, sahiplenmesini, onu; o haliyle kabullenmesini, görmedik.., göremedik… Onları bağlayan bağ, nedir? Araştırmadık…

                Mutluluk dolu bir ailenin hasretini çektik…

                Tüm dışımızda gelişen olaylar, nedeniyle; Aile birliğimizi, dirliğimizi kaybeder olduk. Özelde mutluluğun; güçlü ve dayanışmaya dayanan bir Aile birliğinden, geçtiğini unuttuk…

                Dost kavramının içini boşalttık, yalın bir kelime olarak, algılayarak; gerçek ifade etiği anlamına uygun, dostlukları yaşayamadık.

                İnsanlık adına;  Her alanda insanların yardımına koşanların; neden bu davranışı yaptığını sorgulamadık. Hasta Hanelerde yardıma muhtaç insanların, yardımlarına fedakarca koşan bireyleri fark edemedik… Aman, canım, sende; deyip geçiverdik…

                Sevgililer, sevgilisinin; bir yetimin başını okşamanın, değerini; dillerinden muhteşem şekilde ifade etmesinin; mana ve içeriğini kavrayamadık…

                Uyduruk sevgililer günlerini; içi boşaltılmış kavramlarla; şekillere dönüştürerek; o anlamlı ifadeyi de; kapitalizmin pençesine esir ettik.

                Sadaka taşını, zimem defterini,  yoksula, yolcuya yardım etmeyi, zekat ile yetinmeyip, infak etme alışkanlığımızı, terk ettik. Karşılıksız yardımın ne demek olduğunu, neden her alanda vakıf medeniyetleri kurduğumuzu  bir türlü anlayamadık…

                Sevgi, gibi muhteşem bir kelimenin arkasından; ilahi aşkın gelme ihtimalini unutarak; o kelimeyi; sahte dünyaların, sapık ilişkilerin, aldatmaya yönelik planların; simgesi haline dönüştürdük…

                Yaratılan her şeyin; Yaratıcısına; saygı duymayı,  bu anlamda iman etmeyi unuttuk…

                Allahın dilediğine mal vereceği beyanatına rağmen; ben çalıştım, gayret ettim, emek sarf ettim; ben kazandım, ifadesinde bulunmayı; kendimize ilke edindik. Fakiri, yoksulu kollamayı, unuttuk…

                İnsanları mutlu görmenin; kendimizin de, mutlu olacağı gerçeğini anlayamadık…

                Kin, nefret, istememek, kıskançlık, yalancılık, fitnecilik, gibi onlarca yanlış davranışları, öne çıkardık… arkasında durduk…

                Asıl mutluluğun; paylaşmakla, bölüşmekle, yardımlaşmakla, sevgi dolu bir bakışla, her alanda insanların birbirleri ile kaynaşması ile; elde edildiğini unuttuk… Mutlu insanlar topluluğunun; mutluluğu yaşanır hale getirmiş, örnekler olabileceğini akıl edemedik…

                Komşuluk ilişkilerini arar olduk. Aslında o, ilişkilerin altında; dayanışmanın, bir olmanın, beraber olmanın, dost olmanın ve öylece kalmanın; asıl unsur olduğunu hatırlamadık…

                Herkes çocukluğunu arar oldu. Neden? Çoğu insan, tüm olumsuzluklara rağmen; mutluluğu orada bulmuştu. Yaşamıştı, yaşatmıştı, tüm hesapları bir kenara itilmiş insanlar gibi; her türden canlı ile; barışık olarak günlerini geçirmişti.  Ağlamanın, yaralanmanın,  oyun oynamanın, hoşça vakit geçirmenin, dayak yemenin bile tatlı olduğu günler… Ondan çocukluk günleri aranırdı. Bugün yıllar sonra; yaşadığı ana topraklara dönen insanların; neden çocukluk günlerini aradığını anladınız mı? Mutluluğu, hesapsız günleri, bir gülücüğün neler ifade etiği günleri arıyor da; ondan… Yalan ve sahte ilişkilerin olmadığı, hesapsız ilişkilerin zirve yaptığı günler olduğu için; O günler  aranıyor…

                Etrafımıza bakalım. Onlarca belki, bizim fark edemediğimiz güzel,  iyi olaylar ve davranışlar vardır. Bütün bunları yapanların da; bir insan olduğunu unutmayalım. Eğer, mutlulukla dolu bir hayatı yaşamak ve yaşatmak istiyorsak; bu anahtarın bir ucunun kendimizde olduğunu  hatırlayalım…

                Ünlü ozanın sözünü hatırlayalım. Sevelim, sevilelim. Dünya kimseye kalmaz...


 
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Refik KUTLU
Köşe Yazarı
Refik KUTLU
 

anam anam

Anam Anam Nasıl anlatayım anam ben seniÇamurlara karıldığın günler varDokuz ay karnında taşırken beniOrak çekip yorulduğun günler var Ne gündüz ne gece bitmezdi işinTencere boş idi kaynamaz aşınDenize dönmüştü akan gözyaşınYılanlara sarıldığın günler var Ellerine tezek kokusu sindiKimisi sıçradı tepene bindiSırtına peş peşe yumruklar indiYerden yere vurulduğun günler var Dünyadan habersiz biçare erinYavru hatırıydı yegâne kârınAhır sekisiydi yattığın yerinEşiklere serildiğin günler var Ayağın altına türap olsaydımHizmetinde sararsaydım, solsaydımKul Refikim hayır duan alsaydımBelki bana darıldığın günler var Refik KUTLU/23.11.2014(Kül. Bak. Halk. Şairi)   Anam Anam Nasıl anlatayım anam ben seniÇamurlara karıldığın günler varDokuz ay karnında taşırken beniOrak çekip yorulduğun günler var Ne gündüz ne gece bitmezdi işinTencere boş idi kaynamaz aşınDenize dönmüştü akan gözyaşınYılanlara sarıldığın günler var Ellerine tezek kokusu sindiKimisi sıçradı tepene bindiSırtına peş peşe yumruklar indiYerden yere vurulduğun günler var Dünyadan habersiz biçare erinYavru hatırıydı yegâne kârınAhır sekisiydi yattığın yerinEşiklere serildiğin günler var Ayağın altına türap olsaydımHizmetinde sararsaydım, solsaydımKul Refikim hayır duan alsaydımBelki bana darıldığın günler var Refik KUTLU/23.11.2014(Kül. Bak. Halk. Şairi)          
Ekleme Tarihi: 07 May 2016 - Saturday

anam anam

Anam Anam

 

Nasıl anlatayım anam ben seni

Çamurlara karıldığın günler var

Dokuz ay karnında taşırken beni

Orak çekip yorulduğun günler var

 

Ne gündüz ne gece bitmezdi işin

Tencere boş idi kaynamaz aşın

Denize dönmüştü akan gözyaşın

Yılanlara sarıldığın günler var

 

Ellerine tezek kokusu sindi

Kimisi sıçradı tepene bindi

Sırtına peş peşe yumruklar indi

Yerden yere vurulduğun günler var

 

Dünyadan habersiz biçare erin

Yavru hatırıydı yegâne kârın

Ahır sekisiydi yattığın yerin

Eşiklere serildiğin günler var

 

Ayağın altına türap olsaydım

Hizmetinde sararsaydım, solsaydım

Kul Refikim hayır duan alsaydım

Belki bana darıldığın günler var

 

Refik KUTLU/23.11.2014

(Kül. Bak. Halk. Şairi)

 

 

 

Anam Anam

 

Nasıl anlatayım anam ben seni

Çamurlara karıldığın günler var

Dokuz ay karnında taşırken beni

Orak çekip yorulduğun günler var

 

Ne gündüz ne gece bitmezdi işin

Tencere boş idi kaynamaz aşın

Denize dönmüştü akan gözyaşın

Yılanlara sarıldığın günler var

 

Ellerine tezek kokusu sindi

Kimisi sıçradı tepene bindi

Sırtına peş peşe yumruklar indi

Yerden yere vurulduğun günler var

 

Dünyadan habersiz biçare erin

Yavru hatırıydı yegâne kârın

Ahır sekisiydi yattığın yerin

Eşiklere serildiğin günler var

 

Ayağın altına türap olsaydım

Hizmetinde sararsaydım, solsaydım

Kul Refikim hayır duan alsaydım

Belki bana darıldığın günler var

 

Refik KUTLU/23.11.2014

(Kül. Bak. Halk. Şairi)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Nevin KILIÇ
Köşe Yazarı
Nevin KILIÇ
 

HER ŞEY DEVLETTEN OLUNCA

Makam araçları ve lojman ile ilgili çok yazı yazıldı, çizildi. Bu güne kadar hiçbir işlem yapılmadı. Devletin en büyük harcamalarından biri olduğunu biliyoruz. Lojmanlar satılsa ve makam araçları azaltılsa devletin yükünün azalacağı bir gerçektir. Ülkemizde altın değerine ulaştı benzin ve yakıt fiyatları. Sürekli zamlar hayatımızı olumsuz yönde etkilemektedir. Maaşlara zamlar Kaşıkla verilip kepçeyle alınıyor yıllardır. Yakıta zam geldiği zaman otomatikman hayatımızda ki her şeye zam gelmektedir. Gıdadan giyime, sağlıktan ulaşıma aklınıza gelebilecek yediğimiz içtiğimiz giydiğimiz ve kullandığımız bütün her şeye... Şöyle bütün kamu kurum ve kuruluşlarına baktığımızda ne kadar çok makam aracı olduğunu görüyoruz.  Çeşit çeşit,  marka marka. Azalması gerekirken sürekli artış göstermesi düşündürücü. Hatta beğenilmeyip en lüks araçlarla değiştiriliyor.  Bazı kişiler makam araçlarını devletin onlara verdiği miras malı gibi görüyor öyle de kullanıyor. Kendinden çok ailesinin arkadaş eş ve dostlarının kullanması da cabası. Sanki bu araçlar kendilerine değil çevresine tahsis edilmiş ve bu araçlar benzin mazot değil su yakıyor.  BEDAVA evet bedava. Her şey devlete ait. Bakımı, şoförü, yakıtı masrafları daha ne olsun cepten çıkan bir şey yok her şey devletten. Yeri gelince dürüstlükten, yetim hakkı yemekten bahseder mangalda kül bırakmazlar. O zaman bu yaptıklarının adı nedir? Bedava mal baldan tatlıdır. Her şey devletten olunca saf bal oluyor. Normalde kendi şahsi araçlarıyla gitmeye kıyamadıkları yerlerde devletin makam ve görevlendirdiği araçları, personele arazi için görevlendirilen araçlar dahi çok hunharca kullanılıyor.Hizmet aracı olarak kiralanan araçlar var. Bu araçlar bazı insanların şahsi araçları ve neredeyse tuvalete bile o araçlarla gidecekler. Kime ne amaçla kiralanıyor anlamış değilim. Kimsenin de anlayacağını sanmıyorum. Herkes işine geldiği gibi kullanıyor ve birilerine peşkeş çekiliyor. Personel araziye gidiyor canı sıkılıyor görev kâğıdı çıkartıyor. Kimse ne işin var demiyor. Aynı yere her gün kırk defa gidip gelenler bile var. İşi bitirmek yerine uzatmak daha iyi nasıl olsa. Neden yapmasın ki arazi tazminatı alacak, iş yerinden uzaklaşacak, en azından büro işleri ve stresinden uzaklaşacak.  Araç, yakıt, yemek bedava olunca oh ne keyif. Neden gitmesin ki. Hata çok kişinin araziye gidiyorum diye araç talep edip gidip çarşı pazar gezdiğini evinin ve kendi ihtiyaçlarını görüp saati dolunca da işe gelmeyip evine gittiğini biliyoruz. Bu nedenle bazı kurumların biran önce belediyelere bağlanması gerekir.  Çünkü belediye sınırları içerisindeki köyler ve onların yol, kanalizasyon vb. işleri yapmaları ve ulaşım kolaylıkları zaman açısından da daha uygun ve ekonomiktir.   Hele birde protokol karşılamaları adeta makam araçları yarışıyor. Bazen düşünüyorum da devletin bu makam araçları için bizlerin bilmediği bir petrol kuyusu mu var yoksa bu araçlar teknolojinin gelişiminin ilk suyla ya da güneş enerjisiyle çalışan araçları mı?Sadece üst düzey idarecilere verilmesi gerekir makam araçlarının. Herkese lojman dağıtılır gibi dağıtılması ise düşündürücü.  Kamu anlayışının ve düzeninin değiştirilmesi gerekir. Kamu bal tutan parmağını yalar anlayışı değil.  Haktan bahsedilir, tüyü bitmemiş yetim hakkından. Bu hak olayını insanlar nasıl anlıyor merak ediyorum.Söylenenlerle yapılanlar o kadar zıt ki. İş çıkarlar olunca her şey mubah görülüyor. Ego,  gösteriş olunca ve  kişiler kendi yapınca gayet doğal ve helal oluyor. Bu nasıl mantık, nasıl anlayış bir türlü çözemedim.Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır deniyor.  Konuşsan başın ağrıyor, sussan ahiretin elden gidiyor.  Artık karar sizlerin.Kısacası bu olaylar da gösteriyor ki Kamu Kurum ve Kuruluşlarının özelleşmesi ve devletin yükünün azaltılması gerekiyor.
Ekleme Tarihi: 06 May 2016 - Friday

HER ŞEY DEVLETTEN OLUNCA

Makam araçları ve lojman ile ilgili çok yazı yazıldı, çizildi. Bu güne kadar hiçbir işlem yapılmadı. Devletin en büyük harcamalarından biri olduğunu biliyoruz. Lojmanlar satılsa ve makam araçları azaltılsa devletin yükünün azalacağı bir gerçektir.

 Ülkemizde altın değerine ulaştı benzin ve yakıt fiyatları. Sürekli zamlar hayatımızı olumsuz yönde etkilemektedir. Maaşlara zamlar Kaşıkla verilip kepçeyle alınıyor yıllardır. Yakıta zam geldiği zaman otomatikman hayatımızda ki her şeye zam gelmektedir. Gıdadan giyime, sağlıktan ulaşıma aklınıza gelebilecek yediğimiz içtiğimiz giydiğimiz ve kullandığımız bütün her şeye...

 Şöyle bütün kamu kurum ve kuruluşlarına baktığımızda ne kadar çok makam aracı olduğunu görüyoruz.  Çeşit çeşit,  marka marka. Azalması gerekirken sürekli artış göstermesi düşündürücü. Hatta beğenilmeyip en lüks araçlarla değiştiriliyor.
 
 Bazı kişiler makam araçlarını devletin onlara verdiği miras malı gibi görüyor öyle de kullanıyor. Kendinden çok ailesinin arkadaş eş ve dostlarının kullanması da cabası. Sanki bu araçlar kendilerine değil çevresine tahsis edilmiş ve bu araçlar benzin mazot değil su yakıyor.  BEDAVA evet bedava.

 Her şey devlete ait. Bakımı, şoförü, yakıtı masrafları daha ne olsun cepten çıkan bir şey yok her şey devletten. Yeri gelince dürüstlükten, yetim hakkı yemekten bahseder mangalda kül bırakmazlar. O zaman bu yaptıklarının adı nedir? Bedava mal baldan tatlıdır. Her şey devletten olunca saf bal oluyor.

 Normalde kendi şahsi araçlarıyla gitmeye kıyamadıkları yerlerde devletin makam ve görevlendirdiği araçları, personele arazi için görevlendirilen araçlar dahi çok hunharca kullanılıyor.

Hizmet aracı olarak kiralanan araçlar var. Bu araçlar bazı insanların şahsi araçları ve neredeyse tuvalete bile o araçlarla gidecekler. Kime ne amaçla kiralanıyor anlamış değilim. Kimsenin de anlayacağını sanmıyorum. Herkes işine geldiği gibi kullanıyor ve birilerine peşkeş çekiliyor.

 Personel araziye gidiyor canı sıkılıyor görev kâğıdı çıkartıyor. Kimse ne işin var demiyor. Aynı yere her gün kırk defa gidip gelenler bile var. İşi bitirmek yerine uzatmak daha iyi nasıl olsa. Neden yapmasın ki arazi tazminatı alacak, iş yerinden uzaklaşacak, en azından büro işleri ve stresinden uzaklaşacak.  Araç, yakıt, yemek bedava olunca oh ne keyif. Neden gitmesin ki.

 Hata çok kişinin araziye gidiyorum diye araç talep edip gidip çarşı pazar gezdiğini evinin ve kendi ihtiyaçlarını görüp saati dolunca da işe gelmeyip evine gittiğini biliyoruz. Bu nedenle bazı kurumların biran önce belediyelere bağlanması gerekir.  Çünkü belediye sınırları içerisindeki köyler ve onların yol, kanalizasyon vb. işleri yapmaları ve ulaşım kolaylıkları zaman açısından da daha uygun ve ekonomiktir.  

 Hele birde protokol karşılamaları adeta makam araçları yarışıyor. Bazen düşünüyorum da devletin bu makam araçları için bizlerin bilmediği bir petrol kuyusu mu var yoksa bu araçlar teknolojinin gelişiminin ilk suyla ya da güneş enerjisiyle çalışan araçları mı?

Sadece üst düzey idarecilere verilmesi gerekir makam araçlarının. Herkese lojman dağıtılır gibi dağıtılması ise düşündürücü.  Kamu anlayışının ve düzeninin değiştirilmesi gerekir. Kamu bal tutan parmağını yalar anlayışı değil.  Haktan bahsedilir, tüyü bitmemiş yetim hakkından. Bu hak olayını insanlar nasıl anlıyor merak ediyorum.
Söylenenlerle yapılanlar o kadar zıt ki. İş çıkarlar olunca her şey mubah görülüyor. Ego,  gösteriş olunca ve  kişiler kendi yapınca gayet doğal ve helal oluyor. Bu nasıl mantık, nasıl anlayış bir türlü çözemedim.

Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır deniyor.  Konuşsan başın ağrıyor, sussan ahiretin elden gidiyor.  Artık karar sizlerin.
Kısacası bu olaylar da gösteriyor ki Kamu Kurum ve Kuruluşlarının özelleşmesi ve devletin yükünün azaltılması gerekiyor.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Menderes APAYDIN
Köşe Yazarı
Menderes APAYDIN
 

TV YAYINLARINI KONTROL EDEBİLİYORMUYUZ

Halkımızın büyük çoğunluğu Televizyon seyreder oldu. Bundan kaçış yoktur. Bunu iyi bilen ve Televizyonu her alanda yanlış ve kasıtlı olarak kötülüğe malzeme olarak, kullanmak isteyenler; bu durumdan en güzel şekilde istifade etmektedirler. Yapmış oldukları yayınlarda içkinin, her türlü bağımlılık maddesinin ve ahlaksızlığın alabildiğine reklamı yapılmaktadır. Tüketim çılgınlığı pompalanmaktadır. İsraf alenen teşvik edilmektedir. Genç nesiller, girdikleri kafe ve lokantalarda; yemeklerini yarım bırakarak gitmeyi alışkanlık haline getirmişlerdir. Böylece israf zirve yapmaktadır. Sonrada kuraklıktan, verimsizlikten şikayetçi oluyoruz. Arta bırakarak, çöpe attığımız gıdalardan, açlıktan ölen kaç kişiyi, hayata döndüreceğinin farkında mıyız? Altını çizerek belirtiyorum. İnanın dostlar; TV seyretme işi; o kadar önemli bir konu ki; bir değil, beş değil yüzlerce, binlerce defa anlatmak lazımdır. İşin acı tarafı, her türlü sakıncalı yayınları yapan kimi TV kanalları; bu tür yayınları yapan kimi kuruluşlar; yapmış olduğu bazı söyleşilerde: bu tür sakıncalı yayınların insanlara verdiği zarardan bahseden uzmanları çıkararak, bir de konuşturuyorlar. Bu alanda söz sahibi olan tüm insanlar; bir tecavüz sahnesinin aile ortamında birlikte seyredilme, olayının olmamasının gerektiğinden bahsetmektedirler. Israrla bunlardan vazgeçilmesinden yanalar. Aile içi sapık ilişkileri gösteren, yayınlayan hatta bu yayınlarla dolayısı ile reklamını yapan, bu tür yayınların, kaldırılmasını istemektedirler. Sigaraya getirilen yasağa rağmen; içki reklamının zirve yapması manidardır. Aynı hassasiyetin içki alanında da gösterilmesi şarttır. Açık alanlarda veya kapalı alanlarda insanları özendirecek şekilde; içkiyi cezbedecek etkinliklerden korunmak lazımdır. Hatta kimi devlet memuru konumundaki dizi kahramanlarını sürekli ayyaş bir insan olarak göstermek neyin nesidir? Üstelik o sürekli sarhoş olan kahraman tipini insanlara empoze ederek, sarhoş olan bir memurun diğerlerinden daha temiz ve güvenli gösterilmesi de işin cabasıdır. Eski yeşilçam filmlerinin vazgeçilmez sahneleri; içki masalarıdır. Toplumu ahlaken nerelere götürdüklerinin farkında bile, değiller. Dizide, Memurun mu reklamı yapılıyor, içkinin mi? anlaşılır gibi değildir. Bu toplumu bu tür zararlı yayınlardan korumak birilerinin görevi olsa gerektir. Devletin bu alandaki denetim mekanizmaları çıksın ve o zaman bunların zararlı olmadığını söylesin. Yeşilay gibi kuruluşlar gereksizdir, desin. Bu şiddet, bu ahlaksızlık, bu bağımlılık yapan maddelerin reklamı, aile içi ters ilişkiler, cinayet v.s. nereye kadar… Kadın şiddetini önleyelim derken, sanki reklamı yapılmaktadır. Devletin mekanizmalarının denetleyemediği bu durumlar karşısında; bir de ailenin duyarsızlığı eklenince alın size onlarca olumsuz haber… Zaten toplumun bir kesimi Dini Kültür yapısı az olan, zayıf ve korumasız olan bir durumda olunca; bu tür tehlikeler her an kapınızı çalabilir. Güçlü aile yapısı imajı da zedelenmektedir. Üstelik alkol kullanımının, sürücü konumundaki şoförlerde sıfır olmasını gerektiğinin konuşulduğu şu günlerde umarım birileri de bu konulara el atar. Atalarımızın günlük hayatında sıradan olan şeyler bizim için çok ender görünen olaylar oldu. Ne kadar kötü duruma düşmüşüz ki; doğru hareket yapan adam; dikkatimizi çekiyor. Aslında toplumun doğru hareketlere sürekli alışkın olması lazım ki; yanlış hareketler dikkat çeksin. Bu toplumun böyle olmasında; TV yayınlarının kontrolsüz şekilde topluma sunulmasından kaynaklandığı kanaatini taşıyorum. Bu olumsuzlukların toplumun sosyal hayatını getirdiği nokta ortadadır. Yoruma gerek yoktur. İşte geldiğimiz nokta. Bu tür yanlış yayınların önüne engel koyamaz duruma geldiğimiz zaman; hayatımızın her alanında olumsuzluklara hazır olalım. Topluma kimleri nasıl, hangi hareketleri ile örnek göstereceğimizi iyi seçmeliyiz. Unutmayalım en güzel öğrenme metodu örnek alarak öğrenmedir. Devletin denetim kurumlarının bu konuda daha etkin olmasını bekliyoruz.
Ekleme Tarihi: 04 May 2016 - Wednesday

TV YAYINLARINI KONTROL EDEBİLİYORMUYUZ

Halkımızın büyük çoğunluğu Televizyon seyreder oldu. Bundan kaçış yoktur. Bunu iyi bilen ve Televizyonu her alanda yanlış ve kasıtlı olarak kötülüğe malzeme olarak, kullanmak isteyenler; bu durumdan en güzel şekilde istifade etmektedirler. Yapmış oldukları yayınlarda içkinin, her türlü bağımlılık maddesinin ve ahlaksızlığın alabildiğine reklamı yapılmaktadır. Tüketim çılgınlığı pompalanmaktadır. İsraf alenen teşvik edilmektedir. Genç nesiller, girdikleri kafe ve lokantalarda; yemeklerini yarım bırakarak gitmeyi alışkanlık haline getirmişlerdir. Böylece israf zirve yapmaktadır. Sonrada kuraklıktan, verimsizlikten şikayetçi oluyoruz. Arta bırakarak, çöpe attığımız gıdalardan, açlıktan ölen kaç kişiyi, hayata döndüreceğinin farkında mıyız?

 

Altını çizerek belirtiyorum. İnanın dostlar; TV seyretme işi; o kadar önemli bir konu ki; bir değil, beş değil yüzlerce, binlerce defa anlatmak lazımdır. İşin acı tarafı, her türlü sakıncalı yayınları yapan kimi TV kanalları; bu tür yayınları yapan kimi kuruluşlar; yapmış olduğu bazı söyleşilerde: bu tür sakıncalı yayınların insanlara verdiği zarardan bahseden uzmanları çıkararak, bir de konuşturuyorlar. Bu alanda söz sahibi olan tüm insanlar; bir tecavüz sahnesinin aile ortamında birlikte seyredilme, olayının olmamasının gerektiğinden bahsetmektedirler. Israrla bunlardan vazgeçilmesinden yanalar. Aile içi sapık ilişkileri gösteren, yayınlayan hatta bu yayınlarla dolayısı ile reklamını yapan, bu tür yayınların, kaldırılmasını istemektedirler. Sigaraya getirilen yasağa rağmen; içki reklamının zirve yapması manidardır. Aynı hassasiyetin içki alanında da gösterilmesi şarttır. Açık alanlarda veya kapalı alanlarda insanları özendirecek şekilde; içkiyi cezbedecek etkinliklerden korunmak lazımdır. Hatta kimi devlet memuru konumundaki dizi kahramanlarını sürekli ayyaş bir insan olarak göstermek neyin nesidir? Üstelik o sürekli sarhoş olan kahraman tipini insanlara empoze ederek, sarhoş olan bir memurun diğerlerinden daha temiz ve güvenli gösterilmesi de işin cabasıdır. Eski yeşilçam filmlerinin vazgeçilmez sahneleri; içki masalarıdır. Toplumu ahlaken nerelere götürdüklerinin farkında bile, değiller. Dizide, Memurun mu reklamı yapılıyor, içkinin mi? anlaşılır gibi değildir. Bu toplumu bu tür zararlı yayınlardan korumak birilerinin görevi olsa gerektir. Devletin bu alandaki denetim mekanizmaları çıksın ve o zaman bunların zararlı olmadığını söylesin. Yeşilay gibi kuruluşlar gereksizdir, desin. Bu şiddet, bu ahlaksızlık, bu bağımlılık yapan maddelerin reklamı, aile içi ters ilişkiler, cinayet v.s. nereye kadar… Kadın şiddetini önleyelim derken, sanki reklamı yapılmaktadır. Devletin mekanizmalarının denetleyemediği bu durumlar karşısında; bir de ailenin duyarsızlığı eklenince alın size onlarca olumsuz haber… Zaten toplumun bir kesimi Dini Kültür yapısı az olan, zayıf ve korumasız olan bir durumda olunca; bu tür tehlikeler her an kapınızı çalabilir. Güçlü aile yapısı imajı da zedelenmektedir. Üstelik alkol kullanımının, sürücü konumundaki şoförlerde sıfır olmasını gerektiğinin konuşulduğu şu günlerde umarım birileri de bu konulara el atar.

 

Atalarımızın günlük hayatında sıradan olan şeyler bizim için çok ender görünen olaylar oldu. Ne kadar kötü duruma düşmüşüz ki; doğru hareket yapan adam; dikkatimizi çekiyor. Aslında toplumun doğru hareketlere sürekli alışkın olması lazım ki; yanlış hareketler dikkat çeksin. Bu toplumun böyle olmasında; TV yayınlarının kontrolsüz şekilde topluma sunulmasından kaynaklandığı kanaatini taşıyorum. Bu olumsuzlukların toplumun sosyal hayatını getirdiği nokta ortadadır. Yoruma gerek yoktur.

 

İşte geldiğimiz nokta. Bu tür yanlış yayınların önüne engel koyamaz duruma geldiğimiz zaman; hayatımızın her alanında olumsuzluklara hazır olalım. Topluma kimleri nasıl, hangi hareketleri ile örnek göstereceğimizi iyi seçmeliyiz. Unutmayalım en güzel öğrenme metodu örnek alarak öğrenmedir. Devletin denetim kurumlarının bu konuda daha etkin olmasını bekliyoruz.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Halit KAYA
Köşe Yazarı
Halit KAYA
 

İyi Kandiller Demek Yetmez!

Bu yazıyı yine önce kendi nefsim için yazıyorum. Belki de kendime bir özeleştiri ve bununla birlikte toplumsal bir analiz yapıyorum.Bugün Miraç Kandili. Yine her zaman ki yaptığımız şeyleri yapıyor. Her dini günde, bayramda, kandilde yaptığımız kısmi davranışlar içerisini giriyoruz. Ne mi bunlar?Sosyal medya hesaplarımız üzerinden kandil tebrikleri paylaşıyor, mail gönderiyor, ayet, hadis paylaşıyoruz. Yani bizim dinen özel bir günde yaptıklarımız bunlar ile sınırlı. İnsanların ruhunu okşayan, bol like alacak bir paylaşım yaparak, bu mübarek geceleri eda ettiğimizi zannediyoruz.Ne yaptın? Bir paylaşım yaptın, işin bitti mi yani?Eski geleneklerimizde, bu gibi gün veya gecelerde halk günler öncesinden hazırlıklar yapar, beşeri münasebetler içinde yoğrulur, ev ev gezilerek tebrikler yapılır, tatlılar evlere ikram edilir. Küçükler mahallenin en yaşlıların evine gider el öper, hayır duası ister, toplu ibadetler yapılır, günün veya gecenin maneviyatı hususunda konuşmalar gerçekleştirilir, insanlar bari bu gecelerin hatırına Dünyevi tüm maddiyattan uzak birkaç saat huşu içinde geçirdi.Bugün geldiğimiz noktada bir kandil paylaşımı yapmak insanlar için yeterli görünmekte. Anne veya Babasının kandili tebrik etmek için bir telefon etme tenezzülünde bile bulunulmamakta.  Kandil için eve ziyarete gelen misafirler bile, yük olmakta, of poh çekilmesine sebep olmakta.  Gaffur pijaması giyip çekirdek çıtlatıp televizyonun dibine vurmak varken nerden çıktı bu misafir. Oysa Facebook’dan çok hissiyatlı ve maneviyatı yüksek bir paylaşım yapmıştı!Dini veya vecibelerini yaşama tarzımız, algılama şeklimiz, uygulama metotlarımız tamamen değişti. Ruhen yaşamak yerine madden bir internet sayfasında paylaşımlar yaparak mutlu oluyor ve yeterli görüyoruz. Her alanda yozlaştığımız gibi bu alanda da durum vahim. Gelecek kuşaklara neleri nasıl aktaracağımız, nasıl anlatacağımız meçhul. Her geçen yıl postmodern anlayışlar ile ilerliyoruz. Dini bile postmodern hale getirdik iki tuşun içine sığdırdık ve yeterli gördük.Kısaca; bugün bir farklılık yapın güzel bir paylaşım yaparak başka insanları ruhunu okşarken, kendi maneviyat Dünyanızda kendi ruhunuzu da okşayın.Bugün Miraç Kandili. Buraya bu gecenin anlam ve önemini yazmayacağım. Açın, okuyun kendiniz öğrenin!İyi kandiller… 
Ekleme Tarihi: 03 May 2016 - Tuesday

İyi Kandiller Demek Yetmez!

Bu yazıyı yine önce kendi nefsim için yazıyorum. Belki de kendime bir özeleştiri ve bununla birlikte toplumsal bir analiz yapıyorum.

Bugün Miraç Kandili. Yine her zaman ki yaptığımız şeyleri yapıyor. Her dini günde, bayramda, kandilde yaptığımız kısmi davranışlar içerisini giriyoruz. Ne mi bunlar?

Sosyal medya hesaplarımız üzerinden kandil tebrikleri paylaşıyor, mail gönderiyor, ayet, hadis paylaşıyoruz. Yani bizim dinen özel bir günde yaptıklarımız bunlar ile sınırlı. İnsanların ruhunu okşayan, bol like alacak bir paylaşım yaparak, bu mübarek geceleri eda ettiğimizi zannediyoruz.

Ne yaptın? Bir paylaşım yaptın, işin bitti mi yani?

Eski geleneklerimizde, bu gibi gün veya gecelerde halk günler öncesinden hazırlıklar yapar, beşeri münasebetler içinde yoğrulur, ev ev gezilerek tebrikler yapılır, tatlılar evlere ikram edilir. Küçükler mahallenin en yaşlıların evine gider el öper, hayır duası ister, toplu ibadetler yapılır, günün veya gecenin maneviyatı hususunda konuşmalar gerçekleştirilir, insanlar bari bu gecelerin hatırına Dünyevi tüm maddiyattan uzak birkaç saat huşu içinde geçirdi.

Bugün geldiğimiz noktada bir kandil paylaşımı yapmak insanlar için yeterli görünmekte. Anne veya Babasının kandili tebrik etmek için bir telefon etme tenezzülünde bile bulunulmamakta.  Kandil için eve ziyarete gelen misafirler bile, yük olmakta, of poh çekilmesine sebep olmakta.  Gaffur pijaması giyip çekirdek çıtlatıp televizyonun dibine vurmak varken nerden çıktı bu misafir. Oysa Facebook’dan çok hissiyatlı ve maneviyatı yüksek bir paylaşım yapmıştı!

Dini veya vecibelerini yaşama tarzımız, algılama şeklimiz, uygulama metotlarımız tamamen değişti. Ruhen yaşamak yerine madden bir internet sayfasında paylaşımlar yaparak mutlu oluyor ve yeterli görüyoruz. Her alanda yozlaştığımız gibi bu alanda da durum vahim. Gelecek kuşaklara neleri nasıl aktaracağımız, nasıl anlatacağımız meçhul. Her geçen yıl postmodern anlayışlar ile ilerliyoruz. Dini bile postmodern hale getirdik iki tuşun içine sığdırdık ve yeterli gördük.

Kısaca; bugün bir farklılık yapın güzel bir paylaşım yaparak başka insanları ruhunu okşarken, kendi maneviyat Dünyanızda kendi ruhunuzu da okşayın.

Bugün Miraç Kandili. Buraya bu gecenin anlam ve önemini yazmayacağım. Açın, okuyun kendiniz öğrenin!

İyi kandiller…

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Nevin KILIÇ
Köşe Yazarı
Nevin KILIÇ
 

AT GÖZLÜĞÜ VE ÖN YARGI

                 İçinde bulunduğumuz çağda toplumlar gelişerek basitten karmaşığa gitmiş, sosyal hayatın gelişmesi ise bir takım problemlere yol açmıştır. Sosyal hayatın gelişmesi avantaj kadar dezavantaj da yaratmıştır. Bilgiye ulaşmak kolaylaştıkça bir o kadar da bilgi kirliği olmuştur. Sürekli değişen gelişen bir dünya ve bu duruma uymak zorunda kalan insanlık vardır.                Toplumda at gözlüğü ile bakmak deyimi kişinin bir olaya tek yönlü bakarak olaya etki eden diğer etmenleri veya faktörleri görememesi ya da görmek istemediği anlamında kullanılmaktadır. Uzmanlar Atların hem önlerini hem de arkalarını görme yeteneğine sahip olduklarını,  atların gözleri arasındaki mesafe aralığının fazla oluşu bu nedenle cisimlerin uzaklıklarını anlamalarında zorluk yaşadıklarını söylerler.  At gözlüklerinin atların çevreden ürkmemeleri için gözlerinin iki yanına takılan siper olduğunu biliriz. At gözlüğü atların görüş kapasitesini arttırmak için değil aksine azaltmak için kullanılmaktadır.                  Atlar arkadan ya da yandan yaklaşan tehlikeyi görür ama tehlikenin ne kadar yakın veya uzakta olduğunu kavrayamazlar. Nesneleri neredeyse iki kat büyük gören at, gördüğü cisimleri çok yakındaymış gibi algılar. Bu durum atlar için faydalı olduğu söylenir. Bu deyimi insanlar açısından ele alırsak insanların önyargıyı aşamadıklarını görürüz. At gözlüğü takmış dediğimiz insanlar belli bir noktaya odaklanmış, çevrelerinde yaşanan, olup bitenleri göremezler.                      Bu tür insanlarla tartışmaya, konuşmaya gelmez... Çünkü karşımızdaki kişi dar görüşlü olduğu için doğruya ulaşma da elde edilen bilgileri değerlendirecek kapasitede değillerdir. Bilmediklerini, takıldığı noktaları araştırarak farklı bakış açılarından değerlendirerek sağlıklı bir sonuca ulaşacak durumda değildir. Ön yargılı ve sabit fikirli insanlar değişim, gelişim ve yeniliği kabul etmedikleri gibi kendi düşüncelerinin dışında yeni fikirlere, düşüncelere, gelişmelere karşı kapalıdırlar. Kendisi gibi düşünmeyen farklı düşünceleri, yenilikleri kabul etmeyen bütün insanları düşman gören bir zihniyete sahiptirler.  Kendi iç dünyalarında kendi fikirleriyle yaşar ve zamanla alışkanlık ve kural haline gelen bu içyapılarının katılaşmasıyla tekdüze ve sabit düşüncelere sahip olan fakat kendi ayakları üzerinde duramayan ve birilerine bağımlı birey olamamış insanlar haline gelirler.                     Kendi bildiğinin değişmez tek doğru olduğunu düşünen, gerçek bilgi dışında mutlak doğrularında olabileceğini kabul etmez.  Öyle sabit ve dar görüşlüdürler ki sizi asla dinlemez kendi kafalarına göre yol alırlar. Fikirlerini kabul ettirmek için edepsizleşir ve kavgaya hazır olurlar. Onlara laf yetiştirmekte zorlanır ya da seviyesine inmemek için cehaletlerine esir bırakırsınız. Onlar üzerinde emek harcamaya gerek görmezsiniz. Ön yargısına yenik düşen bu insanlara bir şeyler anlatmak deveye hendek atlatmaktan zordur. Cehaletini kabul etmez, anlamak istediği gibi anlamış ve yorumlamıştır. Hatta sizi suçlar ve küçümser.  Aydınlık yarınlar için bolca kitap okuyun ve okutun…Nevin KILIÇ
Ekleme Tarihi: 03 May 2016 - Tuesday

AT GÖZLÜĞÜ VE ÖN YARGI

                 İçinde bulunduğumuz çağda toplumlar gelişerek basitten karmaşığa gitmiş, sosyal hayatın gelişmesi ise bir takım problemlere yol açmıştır. Sosyal hayatın gelişmesi avantaj kadar dezavantaj da yaratmıştır. Bilgiye ulaşmak kolaylaştıkça bir o kadar da bilgi kirliği olmuştur. Sürekli değişen gelişen bir dünya ve bu duruma uymak zorunda kalan insanlık vardır.

                Toplumda at gözlüğü ile bakmak deyimi kişinin bir olaya tek yönlü bakarak olaya etki eden diğer etmenleri veya faktörleri görememesi ya da görmek istemediği anlamında kullanılmaktadır. Uzmanlar Atların hem önlerini hem de arkalarını görme yeteneğine sahip olduklarını,  atların gözleri arasındaki mesafe aralığının fazla oluşu bu nedenle cisimlerin uzaklıklarını anlamalarında zorluk yaşadıklarını söylerler.  At gözlüklerinin atların çevreden ürkmemeleri için gözlerinin iki yanına takılan siper olduğunu biliriz. At gözlüğü atların görüş kapasitesini arttırmak için değil aksine azaltmak için kullanılmaktadır.

                  Atlar arkadan ya da yandan yaklaşan tehlikeyi görür ama tehlikenin ne kadar yakın veya uzakta olduğunu kavrayamazlar. Nesneleri neredeyse iki kat büyük gören at, gördüğü cisimleri çok yakındaymış gibi algılar. Bu durum atlar için faydalı olduğu söylenir. Bu deyimi insanlar açısından ele alırsak insanların önyargıyı aşamadıklarını görürüz. At gözlüğü takmış dediğimiz insanlar belli bir noktaya odaklanmış, çevrelerinde yaşanan, olup bitenleri göremezler.

                     Bu tür insanlarla tartışmaya, konuşmaya gelmez... Çünkü karşımızdaki kişi dar görüşlü olduğu için doğruya ulaşma da elde edilen bilgileri değerlendirecek kapasitede değillerdir. Bilmediklerini, takıldığı noktaları araştırarak farklı bakış açılarından değerlendirerek sağlıklı bir sonuca ulaşacak durumda değildir. Ön yargılı ve sabit fikirli insanlar değişim, gelişim ve yeniliği kabul etmedikleri gibi kendi düşüncelerinin dışında yeni fikirlere, düşüncelere, gelişmelere karşı kapalıdırlar. Kendisi gibi düşünmeyen farklı düşünceleri, yenilikleri kabul etmeyen bütün insanları düşman gören bir zihniyete sahiptirler.  Kendi iç dünyalarında kendi fikirleriyle yaşar ve zamanla alışkanlık ve kural haline gelen bu içyapılarının katılaşmasıyla tekdüze ve sabit düşüncelere sahip olan fakat kendi ayakları üzerinde duramayan ve birilerine bağımlı birey olamamış insanlar haline gelirler.


                    Kendi bildiğinin değişmez tek doğru olduğunu düşünen, gerçek bilgi dışında mutlak doğrularında olabileceğini kabul etmez.  Öyle sabit ve dar görüşlüdürler ki sizi asla dinlemez kendi kafalarına göre yol alırlar. Fikirlerini kabul ettirmek için edepsizleşir ve kavgaya hazır olurlar. Onlara laf yetiştirmekte zorlanır ya da seviyesine inmemek için cehaletlerine esir bırakırsınız. Onlar üzerinde emek harcamaya gerek görmezsiniz. Ön yargısına yenik düşen bu insanlara bir şeyler anlatmak deveye hendek atlatmaktan zordur. Cehaletini kabul etmez, anlamak istediği gibi anlamış ve yorumlamıştır. Hatta sizi suçlar ve küçümser.  Aydınlık yarınlar için bolca kitap okuyun ve okutun…Nevin KILIÇ

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Talha GURBETÇİ
Köşe Yazarı
Talha GURBETÇİ
 

ŞEHRİMİ SEVİYORUM

ŞEHRİMİ SEVİYORUM Sivas, yiğidin harman olduğu şehirdir… Yiğit; kendine her alanda güvenilen, mert, açık sözlü, ayak oyunları bilmeyen; eline, beline, diline sahip olandır. Her zaman, Dürüst, bileğine, yüreğine sağlam insan demektir. Bu özellikleri taşıyan insanlara; bu ad verilir. Bu özellikleri taşıyan insanların çoğunlukta olduğu, yere; yiğidin harman olduğu yer, denir. Şehrim, bunu fazlasıyla hak ediyor.Yıllar geçse de, geçen her zaman dilimi, şehrimize olan sevgiyi daha da artırıyor... O topraklarda; çocukluğumuz, gençliğimiz, geçmişimiz vardır. Yıllar sonra, şehrine ziyarete gelen bir gurbetçi; o hayallerle; şehrin cadde ve sokaklarında, hep eskideki sıcaklığı, dostluğu arar, durur.  Telaşlı bir şekilde, tanıdık bir yüz arar. Yaşı çok ilerlemiş olanlar; kendilerine geçmişini hatırlatacak arkadaşları, mekanları, dostları bulamayınca; hüzünlenerek, etrafındakilere: ''Ya hu kimseyle karşılaşamadım, tanıdık kalmamış, şehir değişmiş,, diyerek mırıldanır... O, mırıldanış da; içerisinde hangi fırtınaların, ne şiddetinde koptuğunu o anı yaşayanlar, anlar. Aslında, geçen zaman ilerleyen yaşı ile birlikte, kendisine bir, çok şeyi de kaybettirmiştir. Şehrin sokaklarında onu bulamayınca; TERK EDİLMİŞLİĞİN, YALNIZLIĞIN, HATIRLANMAMANIN, EN ACI DUYGULARINI, Karlı bir kış günündeki ayaz kadar, iliklerine kadar hisseder... Yalnızlığına, döner...Bu şehrin sokaklarında; her insanın, acı, tatlı, kimi zaman sevinçli, kim zaman hüzünlü; hatırladıkça heyecanlandıran, anıları vardır. Derin izler bırakan, kimi zaman hiç silinmeyen, hatıralar…Çocukluk ve gençlik yıllarımızın, her dakikasını, kimi zaman hatırlar gibiyim. NE KADAR ŞENDİK, NE KADAR NEŞELİ... Evet, öyleydik... Küçük şeylerde büyük mutluluklar buluyorduk. Liseli yıllarımızın bitim tarihine kadar; takım elbisemiz, gayet gıcır deri ayakkabılarımız olmasa da; sımsıcak dostluklarımız, herkesi kucaklayan sevgimiz vardı.  BİZ, birbirimiz için vardık, birbirimizi büyüttük. Kimi zaman bir topun peşinden koşarken aldığımız zevki, arkadaşlarımızla muhabbetin doyumuna ererek kutlardık. Hele maç sonrası, açılan bir ılıca gazozunun, serinliğini ve tadını anlatmak ne mümkün? Dudaklarda mırıldanılan türkülerin anlamı, her zaman faklıydı. Kimi aşk, kimi sevda, en çok da; ayrılık ve gurbet türküleri;BİR  BULUT   KAYNIYOR    SİVAS   ELİNDEN...Yaşantımızın her karesinde; bir dostluk havası vardı. Paylaşmak en güzel şeydi. Okuldan kaçmalar, arkadaş için, yapılan fedakarlıklar vardı.  Zamanın en büyük sosyal hayatı olan; Sinema kapılarında, paraları denkleştirmek için; imece usulü çalışırdık. Kimi zaman biraz cimri olan arkadaşların, ellerinden paralarını nasıl da; borç olarak aldığımızı hatırlıyorum. Sinema salonunda arkadaşlara ikramda bulunmak; en büyük zenginlik ifadesiydi. SİNEMA ÇIKIŞINDA, FİLMLERİN ANALİZİ YAPILIRDI. Esas oğlanla, figüran ayrı değerlendirilirdi.Bayramlarımız vardı. Bayram değil, sanki bir düğün alayı gibi, oluşan zincirler; herkesin gönlünü almak adına; çalmadık kapı bırakmazdı. Yaşlı, kimsesiz, gariban, hasta olanlar önceliğimizdi…ŞİMDİKİ GENÇLER GİBİ; TEKNOLOJİK İMKANLARIMIZ YOKTU. Amma, kocaman bir yüreğimiz, herkese yetecek sevgimiz, oynadığımızda zevk aldığımız; çemberimiz, cıncığımız, topacımız, taş oyunlarımız,  kendi ellerimizle yaptığımız oyuncaklarımız vardı. Hele, kış günlerinde; balıksırtı, çıngıraklı kızaklar, son model araba demekti...Uzun ve zahmetli okul yolculukları; kimi zaman, taze ve diriliğini koruyan hatıralarla doluydu. Servi neymiş? Otobüs neye yaramış! henüz bilinmezdi. Bazen, bir, kaç kilometrelik yolculuklar; arkadaş sıcaklığıyla, hemen bitiverirdi. Yanan sobanın sıcaklığı; size ulaşmasa da; manen içinizi ısıtırdı.Mahalle köşelerinde; kaçamaklı tüttürülen sigaralarda, hep geleceğe ait hayaller ve düşler vardı. Sigara dumanı alır, bizleri sanki bir yerlere götürürdü. Ne kadar da hayalimiz vardı, çoğu hayallerde kaldı... Ders çalışacak odalarımız, olmadı. DERSHANE NEDİR, BİLMEDİK... Kimi zaman, okulların sıcak ortamlarında ders çalışmak, bizim için bir nimetti. Kalorifer, lüks sayılan bir hizmetti. MAHALLE ABİLERİMİZ; BİZİ ÇEKER, ÇEVİRİRDİ...Kız arkadaş, ne demekti? Mahalle evleri ve komşuları bile; evimiz gibi; sahipleneceğimiz, yerlerdi. Namus ve ahlak anlayışı, ilişkiler arasında; bir sınır gibiydi. Uzaktan gülümsemek, yakın olmak, konuşmak, en büyük mutluluk nedeniydi. Bugünkü gençliğin; her şeyi apaçık ortada yaptığı hareketler; o zaman bir  edepsizlik olarak, kabul edilirdi. Kimse, aleni olarak; edepsizlikler, yapamazdı. Yabancı hemen tanınırdı. Komşu evlerimiz, evimiz, gibiydi. Oralarda yanlış şeyler olmazdı.SEVGİLERİMİZ HEP GİZLİ, SEVDALARIMIZ HEP YÜREKLİYDİ, GİZEMLİYDİ... Ondan dolayı, kolay, kolay anlatılamazdı. Sadece kimi zaman, karşımızdakine; buğulu gözlerle çok şeyi ifade ederdik.  Mektuplar, gelir, giderdi. Kağıtların, mektupların bile bir anlamı vardı. BİR SIR VARDI EVET, önemli olan; O, sırdı...  ‘’UCU TELLİ MEKTUP BELİRDİ’’Görünen o ki; gelişen vahşi kapitalizm tüm unsurları ile her şeyi vurmuş. Ancak, insanımızın aklının, fikrinin bir yerlerinde ona karşı bir mücadelesi var ve tüm gücü ile, o mücadeleyi devam ettiriyor. Kabullenememe mücadelesi... O mücadele azmini alkışlıyorum...Biz, Bugün bize dayatılmaya çalışan; hayat şartlarının, hayat tarzlarının, yaşama biçimlerinin, adamı değiliz. Olmadık, olmayacağız... Gücümüz yettiğince; mücadeleye devam edeceğiz. Günün tüm olumsuz şartları her şeyimizi elimizden alıp götürmek üzere, üzerimize çullansa da; Biz alttan, alttan bu çullanmanın, ağırlığından kurtulmanın çabasını harcayacağız.Biz, eskideki dostlukları, hesapsız paylaşmaları, iyi ve kötü günde;  yanında olma duygularını, özlüyoruz. ŞEHRİN HER KARESİNDE TOPRAĞA GÖMÜLMEYE ÇALIŞILAN; BU GÜZEL DAVRANIŞLARI, yaşama biçimini tekrardan hayata geçirmenin azmi ve gayreti içerisinde olmalıyız. Teknolojinin getirdiği imkanların yanında; neler götürdüğünün farkında olmalıyız.Komşuluklar, birliktelikler, koyu muhabbetler, hep özlemimiz de olmasın. Onlar hala var ve diriler. Önemli olan onları tekrar hayata geçirmektir. Kendimize bakalım. Kontrol edelim, biz de o iyi özelliklerden kaç tanesi var... Yoksa; arayalım, bulalım...İşte o zaman; şehrin sokaklarının, caddelerinin, bizim için, bir anlamı olur. KAYBETTİĞİMİZİ SANDIĞIMIZ BİR, ÇOK ŞEYİ TEKRAR oralarda bulma imkanımız olur. Kısacası; insanlığımızı bulalım, insanlığımızı hatırlayalım, yeter... Mazideki; o, sımsıcak dostluklar, karşılıksız sevgiler, yarar ilişEskiden olduğu gibi; kanaatin, bereketin, şükretmenin,  paylaşmanın, bölüşmenin, anlamı ortaya çıksın.İnsanlar arasındaki saçma, sapan ilişkiler son bulsun. Gençler arasında hiç bir değer yargısının tanınmadığı, arkadaşlık ilişkileri düzene girsin. Bir mahremiyet sınırı ortaya konsun. Büyüğün kıymeti bilinsin. Küçüğe sevgi ve saygı gösterilsin... DİKKAT EDİN İNSANA HİÇ DE AĞIR VE ZOR GELMEYECEK İŞLERDEN BAHSEDİYORUZ...Hadi şehrimin insanı, şehrimizi sevdiğimiz kadar, birbirimize sevgi ve saygı duyalım. Kaybettiğimiz tüm iyi özellikleri, davranışları bulalım. BAKIN O ZAMAN BU ŞEHRİ DAHA ÇOK SEVECEKSİNİZ. Bugün, ilerlemiş yaşına rağmen; şehrini gelip ziyaret eden insanların; aslında bu güzel ilişkileri, güzellikleri, dostlukları, samimiyeti aradığını bilelim. Şehri o zaman, daha çok severiz. Bizim için anlamı daha da artar...Yerel yönetimler, şehrin belirli köşelerinde; hep o günkü; canlılığı ve diriliği yaşatacak mekanları oluştursalardı. Koruna altına alınacak sokak ve caddeleri, koruma altına alsalardı. O zaman, bu şehrin değişik zamanlarında yaşayan insanları için; o özenle korunmuş olan cadde ve sokaklarında gezerken; daha heyecanlı ve daha sevinçli olduklarına şahit olacaktık. Eskiler eskiyi hatırlarken; yeniler, eski hakkında bilgi edineceklerdi. Yazık oldu, ahhh ki; ne ahhh düşündükçe üzülüyorum…Varsın birileri bu şehrin kıymetini bilmesin... BİLENLERE SELAM OLSUN...
Ekleme Tarihi: 01 May 2016 - Sunday

ŞEHRİMİ SEVİYORUM

ŞEHRİMİ SEVİYORUM

 

Sivas, yiğidin harman olduğu şehirdir… Yiğit; kendine her alanda güvenilen, mert, açık sözlü, ayak oyunları bilmeyen; eline, beline, diline sahip olandır. Her zaman, Dürüst, bileğine, yüreğine sağlam insan demektir. Bu özellikleri taşıyan insanlara; bu ad verilir. Bu özellikleri taşıyan insanların çoğunlukta olduğu, yere; yiğidin harman olduğu yer, denir. Şehrim, bunu fazlasıyla hak ediyor.
Yıllar geçse de, geçen her zaman dilimi, şehrimize olan sevgiyi daha da artırıyor... O topraklarda; çocukluğumuz, gençliğimiz, geçmişimiz vardır. Yıllar sonra, şehrine ziyarete gelen bir gurbetçi; o hayallerle; şehrin cadde ve sokaklarında, hep eskideki sıcaklığı, dostluğu arar, durur.  Telaşlı bir şekilde, tanıdık bir yüz arar. Yaşı çok ilerlemiş olanlar; kendilerine geçmişini hatırlatacak arkadaşları, mekanları, dostları bulamayınca; hüzünlenerek, etrafındakilere: ''Ya hu kimseyle karşılaşamadım, tanıdık kalmamış, şehir değişmiş,, diyerek mırıldanır... O, mırıldanış da; içerisinde hangi fırtınaların, ne şiddetinde koptuğunu o anı yaşayanlar, anlar. Aslında, geçen zaman ilerleyen yaşı ile birlikte, kendisine bir, çok şeyi de kaybettirmiştir. Şehrin sokaklarında onu bulamayınca; TERK EDİLMİŞLİĞİN, YALNIZLIĞIN, HATIRLANMAMANIN, EN ACI DUYGULARINI, Karlı bir kış günündeki ayaz kadar, iliklerine kadar hisseder... Yalnızlığına, döner...
Bu şehrin sokaklarında; her insanın, acı, tatlı, kimi zaman sevinçli, kim zaman hüzünlü; hatırladıkça heyecanlandıran, anıları vardır. Derin izler bırakan, kimi zaman hiç silinmeyen, hatıralar…
Çocukluk ve gençlik yıllarımızın, her dakikasını, kimi zaman hatırlar gibiyim. NE KADAR ŞENDİK, NE KADAR NEŞELİ... Evet, öyleydik... Küçük şeylerde büyük mutluluklar buluyorduk. Liseli yıllarımızın bitim tarihine kadar; takım elbisemiz, gayet gıcır deri ayakkabılarımız olmasa da; sımsıcak dostluklarımız, herkesi kucaklayan sevgimiz vardı.  BİZ, birbirimiz için vardık, birbirimizi büyüttük. Kimi zaman bir topun peşinden koşarken aldığımız zevki, arkadaşlarımızla muhabbetin doyumuna ererek kutlardık. Hele maç sonrası, açılan bir ılıca gazozunun, serinliğini ve tadını anlatmak ne mümkün? Dudaklarda mırıldanılan türkülerin anlamı, her zaman faklıydı. Kimi aşk, kimi sevda, en çok da; ayrılık ve gurbet türküleri;

BİR  BULUT   KAYNIYOR    
SİVAS   ELİNDEN...
Yaşantımızın her karesinde; bir dostluk havası vardı. Paylaşmak en güzel şeydi. Okuldan kaçmalar, arkadaş için, yapılan fedakarlıklar vardı.  Zamanın en büyük sosyal hayatı olan; Sinema kapılarında, paraları denkleştirmek için; imece usulü çalışırdık. Kimi zaman biraz cimri olan arkadaşların, ellerinden paralarını nasıl da; borç olarak aldığımızı hatırlıyorum. Sinema salonunda arkadaşlara ikramda bulunmak; en büyük zenginlik ifadesiydi. SİNEMA ÇIKIŞINDA, FİLMLERİN ANALİZİ YAPILIRDI. Esas oğlanla, figüran ayrı değerlendirilirdi.
Bayramlarımız vardı. Bayram değil, sanki bir düğün alayı gibi, oluşan zincirler; herkesin gönlünü almak adına; çalmadık kapı bırakmazdı. Yaşlı, kimsesiz, gariban, hasta olanlar önceliğimizdi…
ŞİMDİKİ GENÇLER GİBİ; TEKNOLOJİK İMKANLARIMIZ YOKTU. Amma, kocaman bir yüreğimiz, herkese yetecek sevgimiz, oynadığımızda zevk aldığımız; çemberimiz, cıncığımız, topacımız, taş oyunlarımız,  kendi ellerimizle yaptığımız oyuncaklarımız vardı. Hele, kış günlerinde; balıksırtı, çıngıraklı kızaklar, son model araba demekti...
Uzun ve zahmetli okul yolculukları; kimi zaman, taze ve diriliğini koruyan hatıralarla doluydu. Servi neymiş? Otobüs neye yaramış! henüz bilinmezdi. Bazen, bir, kaç kilometrelik yolculuklar; arkadaş sıcaklığıyla, hemen bitiverirdi. Yanan sobanın sıcaklığı; size ulaşmasa da; manen içinizi ısıtırdı.
Mahalle köşelerinde; kaçamaklı tüttürülen sigaralarda, hep geleceğe ait hayaller ve düşler vardı. Sigara dumanı alır, bizleri sanki bir yerlere götürürdü. Ne kadar da hayalimiz vardı, çoğu hayallerde kaldı... Ders çalışacak odalarımız, olmadı. DERSHANE NEDİR, BİLMEDİK... Kimi zaman, okulların sıcak ortamlarında ders çalışmak, bizim için bir nimetti. Kalorifer, lüks sayılan bir hizmetti. MAHALLE ABİLERİMİZ; BİZİ ÇEKER, ÇEVİRİRDİ...
Kız arkadaş, ne demekti? Mahalle evleri ve komşuları bile; evimiz gibi; sahipleneceğimiz, yerlerdi. Namus ve ahlak anlayışı, ilişkiler arasında; bir sınır gibiydi. Uzaktan gülümsemek, yakın olmak, konuşmak, en büyük mutluluk nedeniydi. Bugünkü gençliğin; her şeyi apaçık ortada yaptığı hareketler; o zaman bir  edepsizlik olarak, kabul edilirdi. Kimse, aleni olarak; edepsizlikler, yapamazdı. Yabancı hemen tanınırdı. Komşu evlerimiz, evimiz, gibiydi. Oralarda yanlış şeyler olmazdı.
SEVGİLERİMİZ HEP GİZLİ, SEVDALARIMIZ HEP YÜREKLİYDİ, GİZEMLİYDİ... Ondan dolayı, kolay, kolay anlatılamazdı. Sadece kimi zaman, karşımızdakine; buğulu gözlerle çok şeyi ifade ederdik.  Mektuplar, gelir, giderdi. Kağıtların, mektupların bile bir anlamı vardı. BİR SIR VARDI EVET, önemli olan; O, sırdı...  ‘’UCU TELLİ MEKTUP BELİRDİ’’
Görünen o ki; gelişen vahşi kapitalizm tüm unsurları ile her şeyi vurmuş. Ancak, insanımızın aklının, fikrinin bir yerlerinde ona karşı bir mücadelesi var ve tüm gücü ile, o mücadeleyi devam ettiriyor. Kabullenememe mücadelesi... O mücadele azmini alkışlıyorum...
Biz, Bugün bize dayatılmaya çalışan; hayat şartlarının, hayat tarzlarının, yaşama biçimlerinin, adamı değiliz. Olmadık, olmayacağız... Gücümüz yettiğince; mücadeleye devam edeceğiz.
 Günün tüm olumsuz şartları her şeyimizi elimizden alıp götürmek üzere, üzerimize çullansa da; Biz alttan, alttan bu çullanmanın, ağırlığından kurtulmanın çabasını harcayacağız.
Biz, eskideki dostlukları, hesapsız paylaşmaları, iyi ve kötü günde;  yanında olma duygularını, özlüyoruz. ŞEHRİN HER KARESİNDE TOPRAĞA GÖMÜLMEYE ÇALIŞILAN; BU GÜZEL DAVRANIŞLARI, yaşama biçimini tekrardan hayata geçirmenin azmi ve gayreti içerisinde olmalıyız. Teknolojinin getirdiği imkanların yanında; neler götürdüğünün farkında olmalıyız.
Komşuluklar, birliktelikler, koyu muhabbetler, hep özlemimiz de olmasın. Onlar hala var ve diriler. Önemli olan onları tekrar hayata geçirmektir. Kendimize bakalım. Kontrol edelim, biz de o iyi özelliklerden kaç tanesi var... Yoksa; arayalım, bulalım...
İşte o zaman; şehrin sokaklarının, caddelerinin, bizim için, bir anlamı olur. KAYBETTİĞİMİZİ SANDIĞIMIZ BİR, ÇOK ŞEYİ TEKRAR oralarda bulma imkanımız olur. Kısacası; insanlığımızı bulalım, insanlığımızı hatırlayalım, yeter... Mazideki; o, sımsıcak dostluklar, karşılıksız sevgiler, yarar ilişEskiden olduğu gibi; kanaatin, bereketin, şükretmenin,  paylaşmanın, bölüşmenin, anlamı ortaya çıksın.
İnsanlar arasındaki saçma, sapan ilişkiler son bulsun. Gençler arasında hiç bir değer yargısının tanınmadığı, arkadaşlık ilişkileri düzene girsin. Bir mahremiyet sınırı ortaya konsun. Büyüğün kıymeti bilinsin. Küçüğe sevgi ve saygı gösterilsin... DİKKAT EDİN İNSANA HİÇ DE AĞIR VE ZOR GELMEYECEK İŞLERDEN BAHSEDİYORUZ...
Hadi şehrimin insanı, şehrimizi sevdiğimiz kadar, birbirimize sevgi ve saygı duyalım. Kaybettiğimiz tüm iyi özellikleri, davranışları bulalım. BAKIN O ZAMAN BU ŞEHRİ DAHA ÇOK SEVECEKSİNİZ. Bugün, ilerlemiş yaşına rağmen; şehrini gelip ziyaret eden insanların; aslında bu güzel ilişkileri, güzellikleri, dostlukları, samimiyeti aradığını bilelim. Şehri o zaman, daha çok severiz. Bizim için anlamı daha da artar...
Yerel yönetimler, şehrin belirli köşelerinde; hep o günkü; canlılığı ve diriliği yaşatacak mekanları oluştursalardı. Koruna altına alınacak sokak ve caddeleri, koruma altına alsalardı. O zaman, bu şehrin değişik zamanlarında yaşayan insanları için; o özenle korunmuş olan cadde ve sokaklarında gezerken; daha heyecanlı ve daha sevinçli olduklarına şahit olacaktık. Eskiler eskiyi hatırlarken; yeniler, eski hakkında bilgi edineceklerdi. Yazık oldu, ahhh ki; ne ahhh düşündükçe üzülüyorum…
Varsın birileri bu şehrin kıymetini bilmesin... BİLENLERE SELAM OLSUN...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Ömer Emir DOĞAN
Köşe Yazarı
Ömer Emir DOĞAN
 

ŞAKA GİBİ 1 NİSAN

“ŞAKA GİBİ” 1 NİSANİddia odur ki, 15.yüzyılın sonlarında, Haçlı ordusu Endülüs Müslümanlarının son kalesini kuşatır. Uzun süren bir kuşatma olmasına rağmen, kış aylarının da etkisiyle, kale korunabilmekte dolayısıyla Haçlılar kaleyi ele geçirememektedirler. Durumun zorluğunu anlayan Haçlı ordusunun komutanı değişik taktikler düşünmektedir.Haçlı komutanı, sonunda 31 Mart gecesi kalenin önüne giderek bir elinde Kur’an bir elinde İncil “Şu iki kitap üzerine yemin ederim ki, teslim olursanız bu akşam size bir şey yapmayacağım” der. Bunun üzerine gerekli görüşmeler yapılır ve en sonunda canlarının kurtarılması karşılığında Müslümanlar     kaleyi                   teslim                   ederler. Ertesi sabah, yani 1 Nisan sabahı, Haçlı ordusu komutanı bütün Müslümanların öldürülmesi için emir verir. Bunun üzerine Müslümanlar ‘Yemin etmiştiniz, bize söz vermiştiniz’ dediklerinde haçlı ordusu komutanı ‘Benim sözüm size dün akşam içindi, bugün için size bir sözüm yoktur’ diye cevap verir ve BÜTÜN MÜSLÜMANLAR ORADA ŞEHİT EDİLİR. İşte o gün bugündür 1 Nisan Hıristiyanlar arasında ‘Hile Günü’ olarak kutlanmaktadır.(1)Başka bir iddiaya göre ise;  şaka günü olarak kabul edilen 1 Nisan'ın tarihçesi şu şekildedir;  Fransa kralı 9. Charles 1564 yılında (Ölümü 30 Mayıs 1574) yılbaşını 1 Nisan'dan 1 Ocağa aldırır. Yılbaşının ileri alınmasına alışamayan ve 1 Nisan'ı yılbaşı olarak kabul etmeye devam edenlerle alay etmek amacı ile yapılan şakalar, bir süre sonra gelenek haline gelir. 1 Nisan'ı sene başı kabul edenlere ise "Nisan Balığı" adı verilir.(2)Bu günü sadece Hristiyanlar “hile günü” olarak kutlasalar, böyle bir yazı yazma gereği duymazdık belki. Lakin bu günün acısını yüreğinde hissetmesi gereken bizlerin, hem de “bizi aldatan bizden değildir” hadisi şerifine rağmen olmadık ve zorlama şakalar yapması hiç hoş değil.1 Nisan Hile Günü şakaları “eşek şakası” boyutunu aşan bir üslupla kutlanıyor. Arkadaşının eşine telefon açıp; “kocanı vurdular, babana tren çarptı, evinizin altında bomba patladı”  gibi yalanları şaka zanneden ne çok insanımız varmış meğer. Ulusal düzeyde yayın yapan bazı gazetelerin dahi, yalan haberler basarak ertesi gün 1Nisan şakası yaptıklarını yazmalarına da şahit olmadık değil.İnternette 1 Nisan şakalarıyla ilgili, sayfalar dolusu önerilerde bulunuluyor. Şaka önerilerinin çoğu abuk sabuk öneriler. Bir evin içini tamamen balonlarla doldurmaktan, bir tanıdığınızın arabasını not kâğıtları yapıştırarak boyamaya, araçların streç filmlerle tamamen kaplanmasına, sulu şakalara, ofis arkadaşınızın klavyesine çim ekmeye kadar ne dangasafiklikler  ne…  Yani  “mala davara faydası olmayan” gereksiz, boş işler. Maalesef bizim insanımız özellikle ergenlerimiz arasında da çok yaygınlaşmış. Yüzlerce Müslümanın katliam günü olan 1 Nisan’lar,  şaka günü olarak kutlanmakta. Bu kutlama Anadolu köylerine kadar da ulaşmış. Çocukluğumdan hatırladığıma göre; çocuğunu komşusuna gönderip borç para veya değerli bir eşya istetip, sonra aldığı bu malı geri vermeyerek Nisan 1 şakası yapanlar da vardı.Ne deyim, harbiden “şaka gibi bir nisan”...
Ekleme Tarihi: 30 April 2016 - Saturday

ŞAKA GİBİ 1 NİSAN

“ŞAKA GİBİ” 1 NİSAN


İddia odur ki, 15.yüzyılın sonlarında, Haçlı ordusu Endülüs Müslümanlarının son kalesini kuşatır. Uzun süren bir kuşatma olmasına rağmen, kış aylarının da etkisiyle, kale korunabilmekte dolayısıyla Haçlılar kaleyi ele geçirememektedirler. Durumun zorluğunu anlayan Haçlı ordusunun komutanı değişik taktikler düşünmektedir.

Haçlı komutanı, sonunda 31 Mart gecesi kalenin önüne giderek bir elinde Kur’an bir elinde İncil “Şu iki kitap üzerine yemin ederim ki, teslim olursanız bu akşam size bir şey yapmayacağım” der. Bunun üzerine gerekli görüşmeler yapılır ve en sonunda canlarının kurtarılması karşılığında Müslümanlar     kaleyi                   teslim                   ederler.

 

Ertesi sabah, yani 1 Nisan sabahı, Haçlı ordusu komutanı bütün Müslümanların öldürülmesi için emir verir. Bunun üzerine Müslümanlar ‘Yemin etmiştiniz, bize söz vermiştiniz’ dediklerinde haçlı ordusu komutanı ‘Benim sözüm size dün akşam içindi, bugün için size bir sözüm yoktur’ diye cevap verir ve BÜTÜN MÜSLÜMANLAR ORADA ŞEHİT EDİLİR. İşte o gün bugündür 1 Nisan Hıristiyanlar arasında ‘Hile Günü’ olarak kutlanmaktadır.(1)

Başka bir iddiaya göre ise;  şaka günü olarak kabul edilen 1 Nisan'ın tarihçesi şu şekildedir;  Fransa kralı 9. Charles 1564 yılında (Ölümü 30 Mayıs 1574) yılbaşını 1 Nisan'dan 1 Ocağa aldırır. Yılbaşının ileri alınmasına alışamayan ve 1 Nisan'ı yılbaşı olarak kabul etmeye devam edenlerle alay etmek amacı ile yapılan şakalar, bir süre sonra gelenek haline gelir. 1 Nisan'ı sene başı kabul edenlere ise "Nisan Balığı" adı verilir.(2)

Bu günü sadece Hristiyanlar “hile günü” olarak kutlasalar, böyle bir yazı yazma gereği duymazdık belki. Lakin bu günün acısını yüreğinde hissetmesi gereken bizlerin, hem de “bizi aldatan bizden değildir” hadisi şerifine rağmen olmadık ve zorlama şakalar yapması hiç hoş değil.

1 Nisan Hile Günü şakaları “eşek şakası” boyutunu aşan bir üslupla kutlanıyor. Arkadaşının eşine telefon açıp; “kocanı vurdular, babana tren çarptı, evinizin altında bomba patladı”  gibi yalanları şaka zanneden ne çok insanımız varmış meğer. Ulusal düzeyde yayın yapan bazı gazetelerin dahi, yalan haberler basarak ertesi gün 1Nisan şakası yaptıklarını yazmalarına da şahit olmadık değil.

İnternette 1 Nisan şakalarıyla ilgili, sayfalar dolusu önerilerde bulunuluyor. Şaka önerilerinin çoğu abuk sabuk öneriler. Bir evin içini tamamen balonlarla doldurmaktan, bir tanıdığınızın arabasını not kâğıtları yapıştırarak boyamaya, araçların streç filmlerle tamamen kaplanmasına, sulu şakalara, ofis arkadaşınızın klavyesine çim ekmeye kadar ne dangasafiklikler  ne…  Yani  “mala davara faydası olmayan” gereksiz, boş işler. Maalesef bizim insanımız özellikle ergenlerimiz arasında da çok yaygınlaşmış. Yüzlerce Müslümanın katliam günü olan 1 Nisan’lar,  şaka günü olarak kutlanmakta. Bu kutlama Anadolu köylerine kadar da ulaşmış. Çocukluğumdan hatırladığıma göre; çocuğunu komşusuna gönderip borç para veya değerli bir eşya istetip, sonra aldığı bu malı geri vermeyerek Nisan 1 şakası yapanlar da vardı.

Ne deyim, harbiden “şaka gibi bir nisan”...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Orhan ARSLAN
Köşe Yazarı
Orhan ARSLAN
 

SEN SİVAS ŞEHRİNDE YAŞADIN MI?

          SEN   SİVAS   ŞEHRİNDE   YAŞADIN MI?Bu şehrin her yerinde, hayatını geçirmiş adamlar, bu sorunun dışında kalır.Yarım, yamalak hayatlarını devam ettirenlere gelsin…Bu şehirde; Yaşadığını veya şehri anladığını, söyleyenlere bazı küçük hatırlatmalarda bulunmak gerekir. Hem bilgilensin, hem konu hakkında konuşurken dikkatli olsun. Haaa, kimileri de, diyebilir ki; şehri, o tarihe mal olmuş mekan ve zamanları ile anlamanın, hatırlamanın ne faydası vardır? o da; onların bileceği bir iştir.Sahi, şu andaki SSK Hasta Hanesi olarak bilinen yerin boş bahçe olduğunu, orada gençlerin top oynadığını hatırlayabilirler mi, acaba? Hotel Köşk inşaatı yapılırken tahta bir köprüden geçildiğini, Taaa, Tek mezarın üzerinden gelerek, Sular Başı ve Kız İmam HATİP LİSESİ BİNASININ hemen üzerinden geçen, ve Otel Köşkün altından cadde ile buluşan, o ırmakta; fayton atlarının, faytoncuların doğal temizlik amacı ile; içerisinde gezindiğini bilir misin? Sivas şehri, öğrencilerinin, şehir merkezli olarak, Üniversite genel başarısı hakkındaki, fikriniz nedir? Yıldız sineması, altında açılan ilk kafe türü, salon, size bir şey ifade eder mi?Atölye işçi lojmanlarının, istasyona bitişik halde olduğunu, ayrı bir futbol sahası, ayrı bir sineması, ayrı bir sosyal tesisi, olduğundan bilgileri var mıdır? Yine Çimento fabrikasının, ayrı lojmanları, ayrı takımı, ayrı sosyal tesisleri vardır. Hava alanından bazı zamanlarda haftada iki gün; Ankara, yahut İstanbul uçuşları yapıldığını bilir mi? Doksanlı yıllara kadar, şehrimizde Üniversite sınavları yapılmamıştır. Seçim meydanlarının, sırası ile; Çifte Minare önü, Vilayet binası, önü ve arkası, Mevlana meydanı, olduğu bilgisi dağarcığında var mıdır?Futbol derken; Sivas Sporun kurulduğu tarihi, ilk sporcularından olan; Hilmi, Aydın, Mahmut, Erol, Naci gibi isimlerden olduğunu, bu takımın şehre ayrı bir hava kattığını, Fatih Terimli Adana Demirspor'a  şampiyonluk yolunda, kaybettiğinden haberi var mıdır? Demir sporlu, Kara Gücülü, Kızılırmak sporlu, Yüceyurtlu ekiplerden oluşan; amatör lig ona ne ifade eder. Ayrıca mahalle takımı düzeyindeki ekiplerin kıyasıya mücadelelerini, turnuvalarını izlemiş midir? Bu Takımın, Taa, üçüncü lige düştüğünü, daha sonra sırası ile; Süper lige çıktığından ne kadar haberi vardır.Stadyumun etrafının, çeşitli etkinliklere ev sahipliği yaptığını, panayırlar kurulduğunu bilir mi? Terziler çarsının bulunduğu yerden ırmağın geçtiğini, hatta esnafların orada küçük, küçük dükkanlarla insanlara hizmet sunduğundan bilgisi var mıdır? Yıldız bloklarının yerinin mezarlık olduğunu, Eski hamam ve evlerin senelerce diriliğini koruduğundan, haberdar mıdır? Ankara garajı olarak bilinen yerin, Paşa Camii arkasında olduğundan, Kimi zaman şehirlerarası otobüslerin; Akman Pasta Hanesi önünden kalktığından, bilgisi var mıdır? Yazlık sinemaların, Tan sinemasının, Esen, Omay, Yalçın sinemalarının yerlerini bilir mi? Esen sinemasının, 3 kattan oluştuğundan haberi var mıdır?Tarihi mekanların, önceden bu kadar bakımlı, düzenli bir şekilde olmadığından haberdar mıdır? Şehrin simgesi haline gelen, tüm tarihi mekanlar gayet bakımsız ve terk edilmiş durumda idiler. Bunların şehrin Tarihi üzerindeki etkisinden, şehre kattıkları değerlerden, bilginiz var mıdır? Yıkılan eski Selçuk Orta Okulu, Astsubay lokali, çocuk yuvası, Demirspor futbol sahası, Değirmen, faytoncuların, park yeri neresidir bilir misin? Salatalık, hangi mahallenin ismi ile, anılır. Çimmek kelimesi, ne ile özdeşdir, Çermik, kavramı, bu şehirli için, ne ifade eder? Bilgin var mıdır?Mahalle aralarında; mantis dumanlarını, taaa içine kadar çekmiş midir? Şimdiki cuma pazarının yerinin dere olduğunu, oradan Devrim İlk Okuluna giden öğrencilerin, neler çektiğinden haberi var mıdır? Ticaret lisesinin, Ali Baba yolu üzerinde olduğundan, Kongre lisesinin, Kongre binasında eğitim gördüğünden, B Etrafının duvarlarla çevrili, muhteşem bir ağaç ortamının olduğundan haberdar mıdır? İlk yüksek okul olarak Sivas Eğitim Enstitüsünün , mevcut Selçuk Anadolu lisesi binasında faaliyet gösterdiğinden, haberi var mıdır? Gaz ocaklarına gaz almak için; bakkal önlerinde beklemiş midir? Şehrin Batı tarafının en uç noktasının, Kümbet mevkiidir. Doğu tarafı; Yukarı Tekkeye gidilen yoldaki bloklarıdır, Şehirlerarası yolun,  Kılavuzun oradan geçerek; Erzincan yolu olarak, anıldığını bilir mi? Halfelik mezarlığı altı, hemen, hemen boştur. Çayır Ağzı, son mahalledir.  Yemyeşil tarlalardan oluşmaktadır. Bu sınırlarını çizdiğimiz, mahal şehrin, ortak mekanıdır. Bu şehrin her anına, her zamanına, mekanına, damga vurmamış insanlar, lütfen şehri anlamaktan bahsetmesinler. Hiç bir şey, dışarıdan görünümüyle anlatılamaz, Yaşamak, gerekir. İç içe olmak, havasını teneffüs etmek gerekir.Anlatacak, hatırlatacak çok şey var. İpucunu verdiğim, bu hatırlatmaları okuyan arkadaşlar, mutlaka kendilerinden bir şeyler bulup, çok daha fazla bir şeyler ilave edeceklerdir.Şehri anlamak ve tanımak, bu şehirde yaşamaktan geçer. Tarihinin son zamanlarında; bu şehirde yaşayan insanlar, doğal olarak bazı şeylerden habersizdir. Hayatı boyunca; kendi şahsi yararları için, kariyerine yeni ilaveler yapmak için; bu şehrin dışında olanlar; kusura bakmasınlar bu şehri tanıyamazlar. Eksik tanırlar. Biz, onların başarılı kariyerlerine, saygı duyuyoruz, hatta gurur duyuyoruz. Eksik tanıdıkları için; Dolayısıyla, eksik çözümler üretirler. Böyle olunca; bu şehirden göç dalgası eksik olmaz. Birileri, bu göç dalgalarını kaleme alan, eserler sunmaya, şiirler döktürmeye, türküler bestelemeye, devam eder. Bu Şehrin kurtuluşu; tepeden, tırnağa; her şeyi ile, yeteri kadar bu şehri tanıyan insanların karar verici merciye getirilmesinden geçer. Gerisi boş laftır. Hayatları boyunca; kariyerlerine yeni bir sıfat eklemekle, meşgul olan insanların; sıfatlarına; yeni bir ek ilave edilmiş olur, vesselam... Kaybeden, yine şehir olacaktır. Bükülen boyunlar, buğulu gözlerle ileriye bakışlar, Hep şu temenni de; bulunacaklardır. Beklentilerimiz; Bir daha ki, sefere...Dudaklardan; yine dökülecek türkülere gebe olacaktır. Gurbet Elde bir hal geldi başıma, Bir bulut kaynıyor Sivas elinden, Uçun turnam uçun, ben yaralıyam, Nameleri ile, sözleri ile; gurbettekilere avuntu olacaktır..
Ekleme Tarihi: 30 April 2016 - Saturday

SEN SİVAS ŞEHRİNDE YAŞADIN MI?

          SEN   SİVAS   ŞEHRİNDE   YAŞADIN MI?

Bu şehrin her yerinde, hayatını geçirmiş adamlar, bu sorunun dışında kalır.

Yarım, yamalak hayatlarını devam ettirenlere gelsin…

Bu şehirde; Yaşadığını veya şehri anladığını, söyleyenlere bazı küçük hatırlatmalarda bulunmak gerekir. Hem bilgilensin, hem konu hakkında konuşurken dikkatli olsun. Haaa, kimileri de, diyebilir ki; şehri, o tarihe mal olmuş mekan ve zamanları ile anlamanın, hatırlamanın ne faydası vardır? o da; onların bileceği bir iştir.

Sahi, şu andaki SSK Hasta Hanesi olarak bilinen yerin boş bahçe olduğunu, orada gençlerin top oynadığını hatırlayabilirler mi, acaba? Hotel Köşk inşaatı yapılırken tahta bir köprüden geçildiğini, Taaa, Tek mezarın üzerinden gelerek, Sular Başı ve Kız İmam HATİP LİSESİ BİNASININ hemen üzerinden geçen, ve Otel Köşkün altından cadde ile buluşan, o ırmakta; fayton atlarının, faytoncuların doğal temizlik amacı ile; içerisinde gezindiğini bilir misin? Sivas şehri, öğrencilerinin, şehir merkezli olarak, Üniversite genel başarısı hakkındaki, fikriniz nedir? Yıldız sineması, altında açılan ilk kafe türü, salon, size bir şey ifade eder mi?

Atölye işçi lojmanlarının, istasyona bitişik halde olduğunu, ayrı bir futbol sahası, ayrı bir sineması, ayrı bir sosyal tesisi, olduğundan bilgileri var mıdır? Yine Çimento fabrikasının, ayrı lojmanları, ayrı takımı, ayrı sosyal tesisleri vardır. Hava alanından bazı zamanlarda haftada iki gün; Ankara, yahut İstanbul uçuşları yapıldığını bilir mi? Doksanlı yıllara kadar, şehrimizde Üniversite sınavları yapılmamıştır. Seçim meydanlarının, sırası ile; Çifte Minare önü, Vilayet binası, önü ve arkası, Mevlana meydanı, olduğu bilgisi dağarcığında var mıdır?

Futbol derken; Sivas Sporun kurulduğu tarihi, ilk sporcularından olan; Hilmi, Aydın, Mahmut, Erol, Naci gibi isimlerden olduğunu, bu takımın şehre ayrı bir hava kattığını, Fatih Terimli Adana Demirspor'a  şampiyonluk yolunda, kaybettiğinden haberi var mıdır? Demir sporlu, Kara Gücülü, Kızılırmak sporlu, Yüceyurtlu ekiplerden oluşan; amatör lig ona ne ifade eder. Ayrıca mahalle takımı düzeyindeki ekiplerin kıyasıya mücadelelerini, turnuvalarını izlemiş midir? Bu Takımın, Taa, üçüncü lige düştüğünü, daha sonra sırası ile; Süper lige çıktığından ne kadar haberi vardır.

Stadyumun etrafının, çeşitli etkinliklere ev sahipliği yaptığını, panayırlar kurulduğunu bilir mi? Terziler çarsının bulunduğu yerden ırmağın geçtiğini, hatta esnafların orada küçük, küçük dükkanlarla insanlara hizmet sunduğundan bilgisi var mıdır? Yıldız bloklarının yerinin mezarlık olduğunu, Eski hamam ve evlerin senelerce diriliğini koruduğundan, haberdar mıdır? Ankara garajı olarak bilinen yerin, Paşa Camii arkasında olduğundan, Kimi zaman şehirlerarası otobüslerin; Akman Pasta Hanesi önünden kalktığından, bilgisi var mıdır? Yazlık sinemaların, Tan sinemasının, Esen, Omay, Yalçın sinemalarının yerlerini bilir mi? Esen sinemasının, 3 kattan oluştuğundan haberi var mıdır?

Tarihi mekanların, önceden bu kadar bakımlı, düzenli bir şekilde olmadığından haberdar mıdır? Şehrin simgesi haline gelen, tüm tarihi mekanlar gayet bakımsız ve terk edilmiş durumda idiler. Bunların şehrin Tarihi üzerindeki etkisinden, şehre kattıkları değerlerden, bilginiz var mıdır? Yıkılan eski Selçuk Orta Okulu, Astsubay lokali, çocuk yuvası, Demirspor futbol sahası, Değirmen, faytoncuların, park yeri neresidir bilir misin? Salatalık, hangi mahallenin ismi ile, anılır. Çimmek kelimesi, ne ile özdeşdir, Çermik, kavramı, bu şehirli için, ne ifade eder? Bilgin var mıdır?

Mahalle aralarında; mantis dumanlarını, taaa içine kadar çekmiş midir? Şimdiki cuma pazarının yerinin dere olduğunu, oradan Devrim İlk Okuluna giden öğrencilerin, neler çektiğinden haberi var mıdır? Ticaret lisesinin, Ali Baba yolu üzerinde olduğundan, Kongre lisesinin, Kongre binasında eğitim gördüğünden, B Etrafının duvarlarla çevrili, muhteşem bir ağaç ortamının olduğundan haberdar mıdır? İlk yüksek okul olarak Sivas Eğitim Enstitüsünün , mevcut Selçuk Anadolu lisesi binasında faaliyet gösterdiğinden, haberi var mıdır? Gaz ocaklarına gaz almak için; bakkal önlerinde beklemiş midir? Şehrin Batı tarafının en uç noktasının, Kümbet mevkiidir. Doğu tarafı; Yukarı Tekkeye gidilen yoldaki bloklarıdır, Şehirlerarası yolun,  Kılavuzun oradan geçerek; Erzincan yolu olarak, anıldığını bilir mi? Halfelik mezarlığı altı, hemen, hemen boştur. Çayır Ağzı, son mahalledir.  Yemyeşil tarlalardan oluşmaktadır. Bu sınırlarını çizdiğimiz, mahal şehrin, ortak mekanıdır. Bu şehrin her anına, her zamanına, mekanına, damga vurmamış insanlar, lütfen şehri anlamaktan bahsetmesinler. Hiç bir şey, dışarıdan görünümüyle anlatılamaz, Yaşamak, gerekir. İç içe olmak, havasını teneffüs etmek gerekir.

Anlatacak, hatırlatacak çok şey var. İpucunu verdiğim, bu hatırlatmaları okuyan arkadaşlar, mutlaka kendilerinden bir şeyler bulup, çok daha fazla bir şeyler ilave edeceklerdir.

Şehri anlamak ve tanımak, bu şehirde yaşamaktan geçer. Tarihinin son zamanlarında; bu şehirde yaşayan insanlar, doğal olarak bazı şeylerden habersizdir. Hayatı boyunca; kendi şahsi yararları için, kariyerine yeni ilaveler yapmak için; bu şehrin dışında olanlar; kusura bakmasınlar bu şehri tanıyamazlar. Eksik tanırlar. Biz, onların başarılı kariyerlerine, saygı duyuyoruz, hatta gurur duyuyoruz. Eksik tanıdıkları için; Dolayısıyla, eksik çözümler üretirler. Böyle olunca; bu şehirden göç dalgası eksik olmaz. Birileri, bu göç dalgalarını kaleme alan, eserler sunmaya, şiirler döktürmeye, türküler bestelemeye, devam eder. Bu Şehrin kurtuluşu; tepeden, tırnağa; her şeyi ile, yeteri kadar bu şehri tanıyan insanların karar verici merciye getirilmesinden geçer. Gerisi boş laftır. Hayatları boyunca; kariyerlerine yeni bir sıfat eklemekle, meşgul olan insanların; sıfatlarına; yeni bir ek ilave edilmiş olur, vesselam... Kaybeden, yine şehir olacaktır. Bükülen boyunlar, buğulu gözlerle ileriye bakışlar, Hep şu temenni de; bulunacaklardır. Beklentilerimiz; Bir daha ki, sefere...

Dudaklardan; yine dökülecek türkülere gebe olacaktır. Gurbet Elde bir hal geldi başıma, Bir bulut kaynıyor Sivas elinden, Uçun turnam uçun, ben yaralıyam, Nameleri ile, sözleri ile; gurbettekilere avuntu olacaktır..

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.