Bu başlığı yazarken düşündüm, Tebriz’inin sözlerine en hafifinden ne diyebilirim diye düşündüm ve bir Müslüman’a küfrü yakıştıramadığım için ancak “yanlış sözler” diyebildim.
Sahife 198: Büyük Mevlana’nın (Sultanül Ulema) sözünü yazıyorum: Buyuruyor ki: “Eğer Hakkı görmüyorsan nasıl secde ediyorsun? Nihayet yazılması küfür sayılan şu sözde bir tutarlılık var mı?
Sahife 200: And olsun ki, senin yüzünü görmek bizim için mutluluktur. Hz Muhammed’i (s.s.) görmek dileyen kolayca gitsin Mevlana’yı görsün. Rüzgârla dalgalanan çimenler gibi kendini zorlamadan onun önünde eğilsin. Bunun aksine davranmak isteyende dilediğini yaşar. Mevlana’yı bulan ne mutludur! Ben kimim? Ben bir kere buldum, bende mutluyum. Eğer inancında kuşkun varsa O, en kestirme yoldan kuşkularını giderir.
Sahife 210: Ben teklifsiz, pervasız bir adamım; ne Mevlana’nın ayrılığından bana bir zahmet, ne de ona kavuşmaktan bir sevinç gelir. Benim bir şeyden hoşlanmam da, incinmemde yaratılışımın gereğidir. Şimdi benimle yaşamak zordur. Nasıl ki, Musa Peygamber’in o üçüncü dileği Tanrıya karşı duyduğu arzu ve istek ateşinden, aşk tutkunluğundan idi. Yoksa Hızır’la buluşmak için değildi. Musa’nın bu hususta ki açlığı senden daha mı azdı? O, öyle bir âşıktı ki, sekiz gün hiçbir şey yiyip, içmedi, bundan dolayı da halinde bir değişiklik olmadı. Hızır’a dedi ki: “Eğer yolculuğun ücretini istersen alabilirsin.” “Hayır” dedi Hızır. “İşte seninle benim ayrılmamız zamanı gelmiştir.
Sahife 213: Seyyid Burhaneddin’in düşüncesi başka idi. O ilaç almaktan geri durmazdı. Buda onun için gerekliydi. Çünkü çok çeşitli hastalıklar geçirirdi. Hele varlığı halk arasında çok lüzumlu olan öyle bir zat için ilaç almak farz olur. Hastalıklardan dimağını korumak, sağlam bir kafa ile düşünebilmek ona gerekliydi. Ancak bunu Reşit yapmış olsaydı Mecusi ve kâfir olurdu. Onu Yahudiler kabristanına gömmek vacip olurdu. Ben bunu onun hakkında inkâr etmiyorum. Ancak bu namaz kılmazdı. Mevlana da onu biliyordu. Benim ile onun arasında fark nedir acaba? Biraz bana bundan bahset! Yüce tanrı’ya ant olsun ki, namaz kıldığım gün çok sevinçli olurum ve kendi kendime derim ki, Hz. Peygamber “dervişliğin sonunu şöyle bir nükte ile işaret buyurmuştur. Fakirlik benim için övünülecek bir haldir.” Bu belki bir dervişe hoş gelmez, ona sadece bu tavsiye ye uymak uygun görülmez. Ama sadece namaz kılmakta yeterli değildir. Hatta namaz kılanlara dil uzatırlar, onlara acırlar bile. Nihayet onu Reşidin dışarı çıkarması sebebi bundan dolayı idi. Yine benim ondan uzaklaşmam o sebeptendi; bu yüzden saçlarını yoldum.
Sahife 214: Diyelim ki, birinin bir rahatsızlığı vardır. İlacıda bu şaraptır. Bu ona hiç yasak değildir. Ancak sizin için haramdır. Ama bu adam ölecektir yahut peşinde sürüklenen bir derdi vardır, Kadınlarla çok-çok sohbet etmesi gerektir.
Sahife 215: Dedim ki: Peygamberlerde ikiyüzlülük yaparlar. Ben onların özürlerini biliyorum. Ancak Allah, bunu bana açık göstermek istedi.
Eğer bugün onu gördümse şimdi, Şems kalmıştır. Onu da göreyim dedi. Dedim ki: “Mevlana’yı Tanrı erleri bile göremezler, sen nasıl görebilirsin? Şimdi ben ona sövdüm sende söv bakayım.” “O melun köpek! Köpekler onu yalasın!” diye oda küfrü bastırdı. Onun şeyhi bir gün baş ile işaret ederek beni çağırdı. “Tanıklık edeceksin” dedi. Ona baş işaretiyle, ne söylediğini anlayamadım dedim.
Sahife 216: “Kadına şeyhlik gerekmez” dedim. “Evet, soğuk düşer” dedi. “Ama bu soğuk düşer sözünün manası anlaşılamadı,” dedim. Yani bu o demektir ki, bu iş kadına da yaraşır ama erkeğe daha hoş gelir. Hâlbuki bu iş, kadına asla gerekmez. İster soğuk düşsün, ister sıcak. Eğer Hz. Fatıma ile Ayşe şeyhlik yapsalardı, ben Hz. Peygambere olan inancımı değiştirirdim. Ancak onlar şeyhlik yapmadılar.
Sahife 220: Müridin biri dedi ki: “Ben her gün Tanrı’yı yetmiş kere açıkça görürüm.” Şeyh ona şunu söyledi: “Senin bir defa Beyazid-i Bistami’yi görmen, Tanrı’yı yetmiş kere görmenden daha hayırlıdır.” Mürit meşelikten dışarı çıkıp da Beyazid-i görünce hemen düştü; Öldü, çünkü âşıktı. Sevgiliyi arama yönünde öldü. Yani nefsinden ona da bir artık kalmıştı, oda temizlendi.
Mürit, aciz görüşü, eksik basireti ile ancak kendi tasavvurunu görür. Tanrı’yı Bayezid’in kuvvetiyle göremez. Şimdi yüz bin Bayezid de, Musa’nın pabucunun tozuna erişemez. Hem sen taklit yoluyla da diyorsun ki, binlerce veli, Nebinin ayak tozuna erişemez. O halde nasıl reva görüyorsun ki, bir külhancı onu her gün bin defa görsün? Tanrı ile konuşan Musa’ya da Allah-ı göremedi diyorsun. Eğer biri senin gerçeklediğin “Tanrı’yı görmek vardır,” anlamında ki Tanrı kelamını tevil etmek isterse tevil ile söylenir. Doğru söze tevil gerekmez.
“Enel Hakk” (Ben Hakkım) sözü gibi çıplak ve uygunsuz sözler ise tevil götürmediğinden şüphesiz söyleyenin başı araya gitti.
Sahife 221: Nasıl ki bir adam soruyordu: “Kadınların kapalı yerine bakmak helal midir, yoksa haram mı?” “Helal geçti” dedim. “Ona el yetmiyor.” Ancak, bu sözümden de hayrette kaldım. Yüksek sesle, “onun etrafında dolaş okşayıver, nihayet vücuttan dışarı çıkmaz,” dedi.
Sahife 229: Sen Erzurum’dasın. Rum ülkesinden genç olsun, yaşlı olsun insan Tanrı evinden bu kadar uzaklaşır mı hiç? Kulağına vurayım gel sofra örtüsünü kaldır da bana su ver. Bu gece eğer benden ayrı ve yalnız uyursan ben rahat edemem. Elimi ayağımı bir tarafa atar çırpınırım. Sen arkamı örtersin, önüm isterse kış olsun. Eğer başka küçük biri olsa, kâğıdı tutar, yağlar ve fareye kaptırır. Sen bu işleri bize emret! Biz içiyoruz sana bakmıyoruz. Sen, “Oh, oh!” Deyiver ki, bende senden ne kadar istekli olduğunu anlayayım. Vücudum pek narin; ufak bir rahatsızlık bana yol buldu mu her gün geceli gündüzlü hasta olurum.