“Dünya bir oyuncaktır,” dedi. Bugün eğer onunla geçinemiyorsan bari yapma, açıktan gösterme bunu, beddua etme. Tanrıya ısmarlayıp onu incitme. Çünkü o görünüşte her şeye katlanır gibi gösterir ama içinden Allah’a havale eder. Öyle olur ki bizim nefsimizi keserler, ağzımızı tıkarlar yahut bu gece aralarında konuşur belki de öldürürler. O dedi ki, “ben sığınacak yerimi gördüm. O geniş yolda kandan başka saldırganlığa karşı cesaretli oldum. Onun düşmanı gibi ve yeşil toprak oldum.
Makalat, Sahife 241–242: Allah benim nefsimi sizden iyi bilir” demesin. Bir kimse sana bu sözü söylerse sende ona söyle ki, “O sensin kıskançsın, kıskançlıktan dolayı böyle coşuyorsun. Sen kendine de haset ediyorsun. Biri sordu: “İblis kimdir?” “İblis sensin” dedim. Eğer Cebrail kimdir diye sorsaydı, o sensin derdim.
Kera Hatun bile kıskançtır, Mevlana da kıskançtır. Ama insanı cennete götüren o kıskançlıktır. Bütün gün benim konuşmalarımda bu kıskançlık üzerinedir. Ama ötekinin kıskançlığı onu cehenneme götürür. Efendi ev sizindir. Siz gitmeyin, ben gider size kaf dağı gibi teşekkürlerimi sunarım.
Kendi kendime adakta bulundum. Eğer bu durumdan kurtulursam gizli aşikar neyim varsa sadaka vereyim. Şimdi ey düşmanlar bana bir hile yapmayacaksınız! Bana kuracağınız tuzakla şu kaf dağını kaldırıp omuzlarıma yükleseniz, buna bir kat daha ekleseniz ve bunları hiç kaldırmasanız bile yine benim için bir can rahatlığı olacaktır.
Ömrümüzü hep kadın sevgisi oyunları ile geçirdik. Tanrı kitabını arkamıza attık. O ilahi kitabın hesabını nasıl vereceğiz? İnsan olan kimse de o kitabın ayetidir. O ayet içinde ayetler vardır. (Müthiş itiraf)
Sahife 245: Zahire neme lazım, kitabı nideyim ben-Yarın dudağı varken, şarabı nideyim ben.
Sahife 247-248: Öylesine gizli çileler çekiyordu ki, halk hiç anlamıyordu. Ama onun çile ve riyazetlerinden her ne anlatırlarsa hepsi yalandır. Çünkü o, çile ve halvetlerde hiç oturmamıştır. O bir bidattir, sonradan uydurulmuş bir adettir. Muhammed (s.a.) çilede oturmadı.
İzahı: Bu konuyu Mevlana ve Mesnevi’yi anlatırken yazmıştım. Kısaca tekrarlarsak, Mevlana Cariyesi “Kera” hatunu, şeyhi Şemse verir. Fakat cariyede, Mevlana’nın oğlu Alaeddin’in gözü vardır. Cariyeyi görmek için pat-çat Şems’in evine girer. Şems bu durumdan rahatsız olur, eşini kıskanır, bir gün Alaeddin ve arkadaşlarının okuduğu medreseye varır ve kapıdan içerdekilere der ki: “İlmi sahibinden alın! Ne zamana kadar eşek yükü kitaplarla uğraşacaksınız.” Bu söz bardağı taşıran son damla olur. Alaeddin ve arkadaşları, Şemse saldırırlar, bıçaklarlar ve Şems ölür. Her ne kadar bu kitabın başında böyle bir olayın varlığı yalanlansa da bundan evvel yazdığım yazılar böyle bir olayın varlığına işaret etmektedir. (B. Çöl)
Şems, yukarıda ki Paragraf ta Çile’yi anlatırken çok doğru bir tespit yaparken bir alttaki paragrafta ise büyük yanlışlar içeren şu cümleleri söylüyor. Alttaki Paragrafta üç tane büyük yanlış var, onları bulmayı da okuyuculara bırakıyorum: B.Ç.
Musa kıssasında: “Biz Musa’ya söz verdik,” diye başlayan ayetteki hikmeti oku ve düşün. Bu kör gözlüler, Musa’nın bu kadar yücelikle, Tanrı yakınlığı ile beraber, “Ya Rabbi beni Muhammed ümmetinden kıl” diye yalvardığını göremezler, anlayamazlar. Bu “Ulu Tanrım beni Cemalini gören kullarından et” demektir. Çünkü Musa, Tanrı cemalini görecek ümmetler arasında tek ümmetin Hz. Muhammed ümmeti olduğunu biliyordu.
Sahife 248 de Şems şöyle bir hikâye anlatıyor: İmamı Gazalinin derviş olan kardeşi Ahmet Gazali, manevi perdenin kaldırılması için uğraşırken, “Senin gözündeki perdeyi Zenganlı şeyh kaldıracaktır” deniliyor. Gazali o şeyhi sema ederken buldu ve ondan nasibini aldı, oradan Tebriz’e geldi. Tebrizliler hep bir ağızdan “Bu falan güzel delikanlıyı görmek için gelmiştir” dediler. Bir koca karıya para verip hüzünlü bir şekilde yola oturttular. Ahmet Gazali bu kadını üzüntülü vaziyette görünce “Sana ne oldu” dedi. Kadın, “Gözümün nuru oğlum öldü” dedi. Gazali yol arkadaşlarından bir saat müsaade aldı, kadının doğru söyleyip, söylemediğini anlamak istedi. Başını önüne eğdi, ertesi güne kadar murakabede kaldı. Nihayet “Bu kadın yalan söylüyor” dedi. “Çünkü Âdem Peygamber zamanından bu saate kadar dünyadan göçmüş olan yaratıkların ruhunu yokladım, bu kadını çocuğunu ruhuna rastlamadım” dedi.
Söylemesi hoş değil ama, Ahmet Gazalinin güzel yüzlere karşı aşırı bir tutkunluğu vardı. Ama şehvet yüzünden değil. Çünkü onun gördüğü şeyleri başkaları göremiyordu. Davranışlarını bazı kimseler hoş görüyor, bazıları da onu durmadan eleştiriyordu. Tebriz de bir kişi vardı ki onu yüz beğeniyor, yüz defa inkar ediyordu. Nihayet bir gün Tebriz Atabeyine anlattılar. “Bize inanın yoksa buyurun hamamın penceresinden onun halini görün” dediler. Atabey baktı ki, Ahmet Gazali hamamın penceresinin önünde uyumuş, ayakları oğlancığın kucağında, mangala öd ağacı ve amber kokuları serpmişler her taraf tütsü içersinde. Atabey, hoşnutsuzlukla geri dönerken içerden bir ses yükseldi: “Ey Türk yavrusu! İçeriyi iyi tamam gör de ondan sonra git!” Atabey geri dönüp bir daha içeriye baktı, bir de ne görsün, şeyh bir ayağını kaldırmış ateş dolu mangalın içinde duruyor. Bu hali gören Atabey şaşırdı; ilk defa yanlış gördüğünden dolayı özür diledi, hayretle ağlayarak geri döndü. Ne büyük Keramet!..
Sahife 263: Bu kadın, “Ben seni istemiyorum,” diyor. Eğer bu sefer geçip giderse benim umurumda değil. Şahit getireyim, o gelmeden ayağını çözeyim gitsin. Asıl beni üzen, elimi, eteğimi bağlayan nokta, onun gönlü bende, gözü arkada kalmasıdır. Bu bana ayıp olurdu. Çaresiz bir kadının halini o ne bilir? Bu kadın ki, benim nikahıma girmiş, aramızda yakınlık hasıl olmuştur. Böyle yaparsa o iyi bir kadındır. Ona kendi gözüyle bakmayın.
Benim nazarım kime ilişti ve tenim kimin tenine değdi ise, o büyüklenmezdi, kendisini asla aziz saymazdı. “Bedr’e yapar” dedim. Teferrüç yani gezinti” dedi. Bu millet ile n asıl kaynaşabilir, nasıl gezintiye gidebilir? Onlarla nasıl oturabilir? Sanki o senin kocandır! O kötü huylu koca, benden izin almadan nasıl gidebilir? Bilmiyorum ki o hangi terbiyesiz bir davranışla seninle bunu yapabilir.
Benden rica etti. “Ona on gün mühlet ver, bir ev tutsun da gitsin.” “Ona söyle ki, iki ay otursun, iki yıl otursun, ömür boyunca otursun da bizi incitmesin. Söyle ona rezalet çıkarmasın ve otursun.”
Bu sözleri Şems, hanımını kıskandığı için, Mevlana’nın oğlu Alâeddin için söylüyor.