UNUTTUK MU? HAYIR!
Hep bizim mahalleyi eleştirdiğimin farkındayım.
“Ne gerek vardı şimdi” diye, ben de düşünüyorum.
“Ya boş ver sana mı kaldı” dediğim de vakidir.
Kol kırılır yen içinde kalır; en iyisi bu diyenlere bazen hak veririm.
Evet, bütün bunlar kabulüm. Lakin “sanki karşı mahalle tertemiz mi” sözünü duymamış olayım. Zira benim için onların irapta mahalli yok.
Ne demek mi? İşte tam da bu. Yani karşı mahalle bu cümlenin anlamını google’a sormadan bilmez, bilemez. O yüzdendir ki onlar “yok”tur.
Derdim yok saymak değil. Fakat cemaziyelevvellerini biliriz onların. Hani 28 Şubat post-modern darbesinin yıldönümü yaklaşırken o dönemde neler yaşandığını unuttuk mu? Hayır. Ne başörtüsü düşmanlıklarını unuttuk ne de yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in suç delili olarak polislerce delil torbasına konulduğunu.
Yeni nesil bilmez. Gençlere diyorum ki “ başörtüsü daha beş yıl öncesine kadar okullarda yasaktı.” İnanmıyorlar ya da inanamıyorlar. Ama maalesef bu ülke bunları yaşadı.
Açalım biraz daha konuyu. Bu ülkede kız çocukları üniversitelerde başörtüleri ile okuma hakkına sahip değildi. Üniversitelerin bilim ürettiği zannedilen hocaları başörtülü kızların olduğu dersliklerde ve amfilerde sınav yapmayacaklarını “laikliğe imanın bir gereği olarak” ilan ederlerdi. Ülkenin en meşhur üniversitelerinde rektörler, rektör yardımcıları başörtülü kızlar için kampüs girişinde kuytu odalarda “ikna” faaliyetleri yürütürdü. Şöyle düşünüyorlardı galiba: Bunların başındaki örtü akıllarını kullanmalarına engel oluyor, biz yardımcı olalım! Hastanelerde doktorlar başörtülü teyzeleri tersliyor ve muayene etmeme haklarını (!) kullanmak istediklerini beyan ediyorlardı. Hızını alamayan yasakçı zihniyet, sadece dersliklere değil üniversitelerin yerleşkelerine bile başörtüsü ile girilmesini yasaklıyorlardı. Üstelik buralarda, halkın tamamına hizmet veren üniversite hastaneleri bile vardı.
Üniversite sınavlarına ya da memurluk sınavlarına girmek bu memleketin evlatları için çok büyük bir dertti. Sınavdan önce başlıyordu aslında dertler. Başörtülü resimler kabul edilmezdi zira. Dolayısıyla ya girmeyecektiniz ya da başka bir yol bulmak icap ediyordu. En kestirme çözüm başlarındaki örtünün üzerine peruk denen ucubenin konulup resim çekilmesi olurdu. Bu memlekette, bir ara peruk pazarı bir hayli gelişmişti yani.
Üniversitelerde başlayan yasak ilahiyat fakültelerine de girmişti. Dini ilimler öğretilen bir fakültede dini yaşantı yasaktı. Biraz insaflı rektörler vardı hakkını teslim edelim. Bizim rektör gibi. Kur’an-ı kerim derslerinde serbest, gerisinde yasak buyurmuşlardı. Yani aç-kapa modeli önermişti pek muhterem rektör efendi! Ama uygulama şerefine (!) nail olamadı.
“İşte bu, buuu!” diye sınıflara dalan il milli eğitim müfettişleri, müdürleri ve müdür yardımcıları vardı bu memlekette. “İşte bu” dedikleri sınıfın köşesinde başörtüsü ile oturan imam hatipli lise öğrencisiydi. “Çık dışarııııı!” diyen şube müdürleri vardı bu memlekette. Kovdukları başörtülü Ayşe Hoca ya da Fatma Hocaydı. Evet, başörtüsü bu memlekette işinizden olmanız için yeter de artardı bile. Kovulmanızın yanında hakaretler sıradandı. Şikâyet etme hakkınız bile yoktu.
Yine bu memlekette başörtüsüne özgürlük için yürüyenlere “yollar yürümekle aşınmaz” diyerek alay eden siyasetçiler vardı. “Arabistan’a gitsinler” derdi sonra bu kişiler başörtülüler için. “Bu kadına haddini bildirin” demişlerdi meclis kürsüsünde. Haddi bildirilmiş ve meclisten kovulmuştu başörtülü vekil bu memlekette.
Milyonlarca insanın üniversite kapılarında kalmasına tepki olarak el ele vererek zincir oluşturulmuştu bu memlekette. Binlercesi gözaltına alındı, yargılandı ve ceza aldı bu memlekette. Nezarethaneleri hayatında ilk defa gören binlerce insan emniyet müdürlerinin ağır hakaretlerine uğradı. Nezarethanelerde insanların sakallarına, saçlarına ve dahi her şeylerine küfür edildi bu memlekette. Öyle küfürler işitildi ki soğuk ve havasız nezarethanelerin koridorlarında insanlığından utandı masum gençler, yetmişini geçmiş ihtiyarlar.
Bu memlekette bunlar yaşandı. Çok değil beş altı yıl önce kamuda başında örtü olan bir tek Allah’ın kulu yoktu. Yasaktı.
Uzatmayalım. Yasak bu memleketin gündelik yaşamında sıradan bir cümle, dindar kesimi için olağan bir emir ve ötekileştirme aracı idi.
Hamd olsun bunlar geride kaldı demek isterim ancak “artık bu memlekette darbe olmaz” denilmesinden iki ay sonra 15 Temmuz’u yaşadık biz. O yüzden olmaz diyemiyorum. Ellerine fırsat geçse neler yapacaklarını bağıra bağıra söylemiyorlar mı?
İş bu sebeple benim için karşı mahallenin irapta mahalli yoktur, eleştirmeye değmez. Ama geçmişini bilmeyenlerin geleceğini başkaları tayin eder. O halde unutmamak gerek. Bir de nankör olmamak icap eder. Sanki bütün hataların müsebbibi bizim için aydınlık günleri sağlayanlarmış gibi konuşmamak gerek.
Ben unutmadım, 28 Şubat’ı, Sivas’ın ayazını, çaresizliği, nezarethaneleri…
Siz de unutmayın. Unutursanız, bir gün gelir, hatırlatırlar…