pendik escort bayan
https://www.ozmenpc.com/masaustu-pc-oyuncu
ak
Ömer Emir DOĞAN
Köşe Yazarı
Ömer Emir DOĞAN
 

DEPREM ODALARI

DEPREM ODALARI   Yıl 2023 ve aylardan Şubat. Bu günlerde Kurtuluş Savaşımızdan bu yana en büyük felaketi yaşıyoruz. Asrın afeti olarak nitelendirilen bu deprem, şehit kanlarıyla Maraş’ı kahraman yapan topraklar başta olmak üzere, yurdumuzun güneyinde ve doğusunda taş üzerinde taş, arz üzerinde gözü yaşsız baş bırakmadı. Bırak binaları raylar üzerindeki vagonlar bile devrildi. Yaşadığımız felaketi ve sonrasındaki mucizeleri nasıl anlatalım, yaşamayan anlatabilir mi ki… Hangisini söyleyelim…  Depremden tam 198 saat sonra enkaz altından çıkarılan 17 yaşındaki Muhammed Enes ile 21 yaşındaki Abdülbaki, Adıyaman da çıkarılan Muhammed Cafer gibi yaşanan mucizeleri mi, tonlarca ağırlığı olan moloz altından sağ olarak kurtarılan depremzedeleri mi, hamile eşini bırakıp üç gün enkazda çalışan kepçe operatörünü mü, oğlunun cesedini çıkarıp kızının derdine düşen babayı mı, misafirliğe gidip orada enkaz altında kalan Sedanur’u mu, enkazdan kurtarıldıktan sonra, başını uzatmadan yaşama, baş örtüsü isteyen, başını örtmeden enkazdan çıkmayan îmânı kâvi ablamızı mı, enkaz altındayken bir ablanın kendisine yemek yedirdiğini hemşireye söyleyen Eylül’ü mü, torununu bağrına basıp ağlayan dedeyi mi, birbirlerine sıkı sıkıya sarılmış anne ile minicik bebeğin birlikte can vermelerini mi, hastanede buluşan yaralı ana-oğulu mu, enkaz altına gelen kurtarma ekibine “siz buraya nasıl girdiniz” diye soran şirin çocuğu mu, moloz yığınının altında su için teşekkür eden çocuğu mu, daha kendisi çıkarılmadan “annemi de  kurtarın” diye yakaran evladı mı, üç akrabasını kaybettiği halde çalıştığı hastanedeki bebeklerin başından ayrılmayan hemşireyi mi, üç evladını kaybedip 20 dakika sonra görevinin başına dönen Adana’daki AFAD görevlisini mi… Enkaz altından boncuk boncuk bakıp, bizi boncuk boncuk terleten iki kardeşi mi… İkiz çocuklarıyla birlikte ikinci kattan atlayan aileyi mi… Göz pınarları kuruyup ciğer-hıraş olan insanımızı mı…Ya enkaz altına sıkışıp can veren kızının elini bırakmayan babaya ne demeli… Hangisini söyleyelim…  Hatay da zeytin bahçesinde oluşan dev yarıkları mı, bazı bilim adamlarının bu depremin 500 atom bombası gücünde olduğunu açıklamalarını mı, 110 bin km karelik bir alanda 10 şehir ve 113 ilçeyi yıkan bir deprem olduğunu mu, 70 civarında ülkenin yardıma koşmasını mı, isminin açıklanmasını istemeden 3 milyon dolar bağış yapan Pakistanlıyı mı, maaşlarının bir bölümünü bağışlayan yine Pakistanlı bakan ve memurları mı… Mucizeler ve fedakârlık örneklerini saymakla bitiremeyiz. Yapılan iyilikleri unutmayacağımız gibi bu felaketi fırsat bilip paçamıza yapışanları da elbette unutmayacağız. Unutmayacağımız ve peşini bırakmayacağımız çok şey var.  Yardım malzemelerine el koyup babasının evinde stoklayanları, yardım tırlarını soyup boşaltanları, sadece Müslümanı değil; Hristiyanı, Budisti bilmem kimi koşup gelip de kurtarma çalışmalarına katılırken, şu içimizdeki bazı insanlıktan nasibini almayanları, madencilerin insan üstü çabalarını, vatandaşların bölgede çalışanlara güçten düşmesinler, üşümesinler diye yalvar yakar olup; çay, çorba, ekmek arası gıda dağıtarak hizmet etmelerini, Kuran-ı Kerim okuyanları, Yasin okuyanalar, Fetih Suresi okuyanları, dua ordusu oluşturanları, Sivas- Kayseri Karayolunda depremin bir hafta sonrasında yaptığım 1 saatlik bir yolculukta, aralarında yabancı tırlar bile olan yardım tırlarını sayamazken, hemen her konuda bir fikri olan ve hükümetlere ayar çekmesiyle meşhur, memleketin tuzu kurularının bir ses vermemesini, yaşanan acılarla dalga geçen, dans eden, enkaz altındakileri arayıp alay eden, “babam ölmüş, arabayı sürecek 180 boyunda yakışıklı erkek lazım” diyen ve hayatı eğlenceden ibaret zanneden zibidi tipolojileri…  1999 Büyük Marmara Depremi öncesi yaşadığım şehirde 7-8 kattan yüksek bina yoktu. O büyük deprem sonrası yıllarda, kat sayısı daha da düşeceğine, bir siyasi liderimizin dediği gibi; “İmar rantından gözü dönen insan müsveddeleri” bazı bina yüksekliklerini 15 kata çıkardılar. Peki, doydunuz mu, bu yüksek binaları iki buçuk metre kare kabre sığdırabilecek misiniz?  Demek ki yapmamız gerekenleri yine yapmamışız. Hem de 1999 depremiyle "yıkılmış, çökmüş" bir ülke haline gelmişken. Ne değişti ki, 3 katlı binayı yık, yerine 13 katlıyı dik. Hani yatay mimari... Şu rantçılık ne zaman bitecek, kim bitirecek? Şehirlerimizde ikişer katlı, bahçeli meskenler yapmak için yer yok mu sanki. Böylece şu sürekli şikâyet ettiğimiz, bizi bizden ve benliğimizden alan ne'liğini tam kavramsallaştıramadığım absürt hayatı yaşamaz, daha insani ve de İslami bir hayat sürdürebilir, toprakla bağımızı koparmazdık. Ne de olsa topraktan geldik ve toprağa gideceğiz. Deprem de toprak içerisinde ve gözümüzü toprak doyurmadan, toprak gibi kanaatkâr olabilsek...  Madem, deprem afeti yurdumuzun bir gerçeği o halde deprem kuşağında ve çevresinde yer alan şehirlerde 5 kat ve üzeri yapılaşma yasaklanmalıdır. Kızılırmak kenarlarında olduğu gibi alüvyonlu arazilerde yapılaşma tamamen yasaklanmalı ya da iki kat sınırı getirilmelidir. İkinci kat, su taşkınlarına karşı bir tedbir olarak düşünülmeli, aksi halde ikinci kata bile müsaade edilmemelidir. Yapılacak yeni konutlar başta olmak üzere, sağlam raporu verilen tüm konutlarda devlet zoruyla birer “DEPREM ODASI” tefriş edilmelidir. Bilmiyorum; Dünyada örnekleri var mıdır, yok mudur? Varsa örnek alınabilir eğer yoksa; her hanedeki en küçük oda, deprem odası olarak düzenlenmelidir. Bu oda; zeminden tavana ve duvarlara kadar çelik malzeme ile kaplanmalı, içerisinde deprem çantası, kuru gıda, su, yatak, fener, batarya, pil v.b malzemeler yer almalıdır. İlk sarsıntı anında tüm aile deprem odasında toplanmalıdır. Bu oda, o kadar dayanıklı olmadır ki tüm bina çökse bile ezilmemeli, tonlarca ağırlığa dayanabilmelidir. Mühendislerimiz projeyi detaylandıracaklardır.  Anacığımın vefatında taziyede bulunan insanlar, “ALLAH, bu acını unutturmasın” diyorlardı. Memleketimize bu acımızı unutturma, beterinden muhafaza buyur YA RAB!  Bir an önce, ayağa kalktığımızın nişanesi olarak deprem bölgesinde temeller atılmaya başlanmalıdır.  Es-selam.     
Ekleme Tarihi: 10 Mart 2023 - Cuma

DEPREM ODALARI

DEPREM ODALARI

 

Yıl 2023 ve aylardan Şubat. Bu günlerde Kurtuluş Savaşımızdan bu yana en büyük felaketi yaşıyoruz. Asrın afeti olarak nitelendirilen bu deprem, şehit kanlarıyla Maraş’ı kahraman yapan topraklar başta olmak üzere, yurdumuzun güneyinde ve doğusunda taş üzerinde taş, arz üzerinde gözü yaşsız baş bırakmadı. Bırak binaları raylar üzerindeki vagonlar bile devrildi. Yaşadığımız felaketi ve sonrasındaki mucizeleri nasıl anlatalım, yaşamayan anlatabilir mi ki… Hangisini söyleyelim… 

Depremden tam 198 saat sonra enkaz altından çıkarılan 17 yaşındaki Muhammed Enes ile 21 yaşındaki Abdülbaki, Adıyaman da çıkarılan Muhammed Cafer gibi yaşanan mucizeleri mi, tonlarca ağırlığı olan moloz altından sağ olarak kurtarılan depremzedeleri mi, hamile eşini bırakıp üç gün enkazda çalışan kepçe operatörünü mü, oğlunun cesedini çıkarıp kızının derdine düşen babayı mı, misafirliğe gidip orada enkaz altında kalan Sedanur’u mu, enkazdan kurtarıldıktan sonra, başını uzatmadan yaşama, baş örtüsü isteyen, başını örtmeden enkazdan çıkmayan îmânı kâvi ablamızı mı, enkaz altındayken bir ablanın kendisine yemek yedirdiğini hemşireye söyleyen Eylül’ü mü, torununu bağrına basıp ağlayan dedeyi mi, birbirlerine sıkı sıkıya sarılmış anne ile minicik bebeğin birlikte can vermelerini mi, hastanede buluşan yaralı ana-oğulu mu, enkaz altına gelen kurtarma ekibine “siz buraya nasıl girdiniz” diye soran şirin çocuğu mu, moloz yığınının altında su için teşekkür eden çocuğu mu, daha kendisi çıkarılmadan “annemi de  kurtarın” diye yakaran evladı mı, üç akrabasını kaybettiği halde çalıştığı hastanedeki bebeklerin başından ayrılmayan hemşireyi mi, üç evladını kaybedip 20 dakika sonra görevinin başına dönen Adana’daki AFAD görevlisini mi… Enkaz altından boncuk boncuk bakıp, bizi boncuk boncuk terleten iki kardeşi mi… İkiz çocuklarıyla birlikte ikinci kattan atlayan aileyi mi… Göz pınarları kuruyup ciğer-hıraş olan insanımızı mı…Ya enkaz altına sıkışıp can veren kızının elini bırakmayan babaya ne demeli… Hangisini söyleyelim… 

Hatay da zeytin bahçesinde oluşan dev yarıkları mı, bazı bilim adamlarının bu depremin 500 atom bombası gücünde olduğunu açıklamalarını mı, 110 bin km karelik bir alanda 10 şehir ve 113 ilçeyi yıkan bir deprem olduğunu mu, 70 civarında ülkenin yardıma koşmasını mı, isminin açıklanmasını istemeden 3 milyon dolar bağış yapan Pakistanlıyı mı, maaşlarının bir bölümünü bağışlayan yine Pakistanlı bakan ve memurları mı… Mucizeler ve fedakârlık örneklerini saymakla bitiremeyiz. Yapılan iyilikleri unutmayacağımız gibi bu felaketi fırsat bilip paçamıza yapışanları da elbette unutmayacağız. Unutmayacağımız ve peşini bırakmayacağımız çok şey var. 

Yardım malzemelerine el koyup babasının evinde stoklayanları, yardım tırlarını soyup boşaltanları, sadece Müslümanı değil; Hristiyanı, Budisti bilmem kimi koşup gelip de kurtarma çalışmalarına katılırken, şu içimizdeki bazı insanlıktan nasibini almayanları, madencilerin insan üstü çabalarını, vatandaşların bölgede çalışanlara güçten düşmesinler, üşümesinler diye yalvar yakar olup; çay, çorba, ekmek arası gıda dağıtarak hizmet etmelerini, Kuran-ı Kerim okuyanları, Yasin okuyanalar, Fetih Suresi okuyanları, dua ordusu oluşturanları, Sivas- Kayseri Karayolunda depremin bir hafta sonrasında yaptığım 1 saatlik bir yolculukta, aralarında yabancı tırlar bile olan yardım tırlarını sayamazken, hemen her konuda bir fikri olan ve hükümetlere ayar çekmesiyle meşhur, memleketin tuzu kurularının bir ses vermemesini, yaşanan acılarla dalga geçen, dans eden, enkaz altındakileri arayıp alay eden, “babam ölmüş, arabayı sürecek 180 boyunda yakışıklı erkek lazım” diyen ve hayatı eğlenceden ibaret zanneden zibidi tipolojileri… 

1999 Büyük Marmara Depremi öncesi yaşadığım şehirde 7-8 kattan yüksek bina yoktu. O büyük deprem sonrası yıllarda, kat sayısı daha da düşeceğine, bir siyasi liderimizin dediği gibi; “İmar rantından gözü dönen insan müsveddeleri” bazı bina yüksekliklerini 15 kata çıkardılar. Peki, doydunuz mu, bu yüksek binaları iki buçuk metre kare kabre sığdırabilecek misiniz? 

Demek ki yapmamız gerekenleri yine yapmamışız. Hem de 1999 depremiyle "yıkılmış, çökmüş" bir ülke haline gelmişken. Ne değişti ki, 3 katlı binayı yık, yerine 13 katlıyı dik. Hani yatay mimari... Şu rantçılık ne zaman bitecek, kim bitirecek? Şehirlerimizde ikişer katlı, bahçeli meskenler yapmak için yer yok mu sanki. Böylece şu sürekli şikâyet ettiğimiz, bizi bizden ve benliğimizden alan ne'liğini tam kavramsallaştıramadığım absürt hayatı yaşamaz, daha insani ve de İslami bir hayat sürdürebilir, toprakla bağımızı koparmazdık. Ne de olsa topraktan geldik ve toprağa gideceğiz. Deprem de toprak içerisinde ve gözümüzü toprak doyurmadan, toprak gibi kanaatkâr olabilsek... 

Madem, deprem afeti yurdumuzun bir gerçeği o halde deprem kuşağında ve çevresinde yer alan şehirlerde 5 kat ve üzeri yapılaşma yasaklanmalıdır. Kızılırmak kenarlarında olduğu gibi alüvyonlu arazilerde yapılaşma tamamen yasaklanmalı ya da iki kat sınırı getirilmelidir. İkinci kat, su taşkınlarına karşı bir tedbir olarak düşünülmeli, aksi halde ikinci kata bile müsaade edilmemelidir. Yapılacak yeni konutlar başta olmak üzere, sağlam raporu verilen tüm konutlarda devlet zoruyla birer “DEPREM ODASI” tefriş edilmelidir. Bilmiyorum; Dünyada örnekleri var mıdır, yok mudur? Varsa örnek alınabilir eğer yoksa; her hanedeki en küçük oda, deprem odası olarak düzenlenmelidir. Bu oda; zeminden tavana ve duvarlara kadar çelik malzeme ile kaplanmalı, içerisinde deprem çantası, kuru gıda, su, yatak, fener, batarya, pil v.b malzemeler yer almalıdır. İlk sarsıntı anında tüm aile deprem odasında toplanmalıdır. Bu oda, o kadar dayanıklı olmadır ki tüm bina çökse bile ezilmemeli, tonlarca ağırlığa dayanabilmelidir. Mühendislerimiz projeyi detaylandıracaklardır. 

Anacığımın vefatında taziyede bulunan insanlar, “ALLAH, bu acını unutturmasın” diyorlardı. Memleketimize bu acımızı unutturma, beterinden muhafaza buyur YA RAB! 

Bir an önce, ayağa kalktığımızın nişanesi olarak deprem bölgesinde temeller atılmaya başlanmalıdır. 

Es-selam. 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.