DEPREMLE UYANMAK
Herhangi bir akşamdı işte… Sabahı, herhangi bir sabah olmayan. Yarıyıl tatilinin son günüydü ve aylardır rahmetiyle gelmesi beklenen beyaz bereket kar, o gece yağacağı için birçok şehirde tedbiren okulların açılması tehir edilmiş, tatil bir gün uzatılmıştı. Elimdeki kitabın az bir bölümü kalmıştı. Hem onu bitireyim hem de okurken uykum gelir diye düşündüm. Yeni günün ilk saati içerisinde kitabı bitirdim, telefonu kapatmak üzere elime aldım “yapay deprem” ya da benzeri bir başlık gördüm ve kısa süreli bir huzursuzluk yaşasam da uykum kaçmasın diye okumadım ve yattım.
Milyonlarca insanımız gibi ben de yattım ama yataktan her zamanki gibi seher vakti mahmurluğuyla kalkamadım. “Deprem oluyor” bağırtısına eşlik eden şiddetli bir zelzeleyle uyandım. Annesi kızımızın odasına ben de oğullarımızın odasına koştum. Kalkın deprem oluyor diye seslenerek kaldırdım çocukları. Üzerlerine bir şeyler giydiler, yataklarının kenarında çöktük, sarsıntının bitmesini bekledik ama bitmedi bir türlü. Epey zaman geçti, deprem durmadıkça sinirlerimiz zayıfladı, üçümüz bir odada ikimiz bir odada birbirimize seslenerek, uzaktan uzağa konuşuyor, bitti bitecek, geçti geçecek derken, bitti mi, bitmedi mi yeniden mi başladı bilmiyorum. Bu esnada insan ne yapacağını da bilmiyor. Yüksek sesle “Ayetel Kursi” okumaya, ALLAH’ım, ALLAH’ım diye yakarmaya, dua etmeye devam ettim. Üst kattan aşağı doğru, merdivenlerden koşa koşa inenler, zilimize basanlar… Herkes kendini dışarıya atmanın telaşında. Bizim çocuklar isteksizce hareket ediyor, belki de yaşanan ve yaşanabilecek olanlara bir anlam veremiyorlardı. Odanın kapısı açılıp kapanıyor, sanki sarsıntı artarak devam ediyor, ruhlarımız daralıyordu. Dışarı baktığımda insanların gecenin dört buçuğunda yollara döküldüklerini, araçlarıyla uzaklaşmaya çalıştıklarını gördüm. Yahu bu deprem kaç dakika sürdü…
Duramadık biz de çıktık dışarı. Üzerinde beyaz gelinliği ile hasretle beklenen mâşukun hayaliyle hülyalara dalan âşıkın beklediği gibi beklenen kar da depremle birlikte gelmişti. Ama nasıl yağıyor. Sanki, yukarıdan kucak kucak pamuk atıyorlar. Böyle yoğun, tipiye çalan bir yağış ve de deprem. ALLAH ALLAH, ESTAĞFİRULLAH… Sen en iyisini, en doğrusunu bilirsin Ya RAB.
Sokakta bir keşmekeş. Gecenin bu vaktinde bu ne trafik. Kar da doldurmuş yolları, araçlarına binip, binalardan uzaklaşmak isteyenler ne yapacağını, nerede duracağını bilmez bir halde. Anacığına, babacığına sokulan, ağlayan çocuklar hatta büyükler. O sırada, Sivas’ın büyük bir deprem yaşadığını, bu kar ve soğukla birlikte birkaç felaketi birden yaşadığını düşünüyorum. Evet, geçmişte başka depremler de yaşadım ve ben yaşarken başka depremler de yaşadı insanlar. 92 Yılı Erzincan Depremi, 99 Yılı 17 Ağustos Depremi, Düzce Depremi, Bingöl Depremi, Van Depremi, Elazığ Depremi, İzmir Depremi v.s. Oysa bu başka bir şeydi sanki. O kadar başkaydı ki yurdumuzun Güney Doğusunda Almanya kadar bir alanın, asrın felaketi ile yerle bir olduğu depremi, yaşadığımız şehir Sivas’ta olmuş sanmıştık.
En az yarısı moloz yığınına dönüşen 13 milyondan fazla kişinin yaşadığı şehirler. Binalarla birlikte çöken yollar, çukurlara düşen araçlar, yarıklar, çıkan yangınlar, güzergahı değişen demir yolları, kara yolları, eksi derecelerdeki hava koşuları dolayısıyla hipotermi korkusu…
7.7 evet bir kez de yazıyla yazayım: yedi nokta yedi. 6 Şubat 2023, saat: 04:17. Yakın tarihimizdeki en şedit zelzele yine biz yaşarken oldu. Aradan daha 9 saat geçmişti ki bu defa 7.6 şiddetinde olmasına rağmen, ilkinden daha şiddetli hissedilen ikinci bir deprem daha yaşadık. Aynı hattın hem güneyinde hem de kuzeyinde, 9 saat arayla yaşanan iki büyük deprem, iki büyük yıkımı da beraberinde getirdi. Depremler sonrası ardı-arkası kesilmeyen, çoğu memleketlerde yıkıma yol açan depremlerden daha büyük ölçekteki binlerce artçılar, insanların ruhî yapısında bozulmalara yol açtı. Bu durumun sonucu olarak, yıkım olmayan şehirler bile boşaltıldı, insanlar evlerine giremez oldular.
Göçen binaların çoğunun 2000 yılı öncesi yapılan binalar ve oteller olduğu açıklandı bir tv’de. Gün dönümü ve mevsim dönüşlerinde, aşırı sıcak ve aşırı soğukların birdenbire başladığı günlerde sık oluyormuş depremler. Bu depremi de “havaların aniden soğumasıyla” açıklayanlar da oldu. Batılı kaynakların verilerini tercüme edip bize mi aktarıyorlar yoksa kendi araştırmaları mı, bilmiyorum. Yine ekranın birinde bir profesör; “su yataklarına konumlandırılan binalarda depremin etkisi çok daha fazla oluyor” diyordu. İnsanımızın çoğu da biliyor bu gerçeği. Yıllar önce Samsun da sel felaketi yaşandığında, ırmak yatağına yapılan binaları 3.kata kadar su basmış, insanlar evinin içinde boğulmuştu, hatırlarsanız.
Ah hırsımız ah… Sizin gözünüze, depremin molozları dolduğunda eyvahınız kâr etmeyecek. Lâkin, sesimi duyan var mıııı……
Aynı konuya, farklı bir başlıkta devam etmek niyazıyla, HAFAZANALLAH.
-Es-selam.