pendik escort bayan
https://www.ozmenpc.com/masaustu-pc-oyuncu
ak
Ömer Emir DOĞAN
Köşe Yazarı
Ömer Emir DOĞAN
 

KORONAVİRÜS GÜNLERİ 1

“FE EYNE TEZHEBUN – LA TAHZEN” ÂRAFINDA KORONAVİRÜS GÜNLERİ(1)2020 yılı, korona virüs günleriyle başladı. Virüs, başlangıçta bizden çok uzaklarda görünüyordu ve Çin’in Doğu Türkistan’daki zulmü nedeniyle belasını bulduğunu düşünüyorduk. Fakat bu durum çok uzun sürmedi ve aslında tüm dünyanın belasını bulduğu anlaşıldı. Öyle ya; bu kadar zulüm, alçaklık, namussuzluk, haksızlık, dünyanın yanına mı kalacaktı… Artık, “ağızların tadını bozan ölüm” birinci gündemimiz.Çin mi, ABD mi, İsrail mi, Fransa virüsü mü bilmem. ABD, Çin üretti derken; Çin, ABD askerleri virüsü ülkemize getirdi diyor. Fransızların 2004’te Pasteur Enstitüsü tarafından aşı satmak için ticari amaçla ürettiği haberleri, Rockefeller Vakfı’nın 2010 yılındaki çalışmalarında bu virüsten bahsedilmesine dair haberler,  dünyanın nüfusunun beş yüz milyon olmasını isteyen bezirgânlar gözleri evanjelistlere, eski ve yeni emperyalistlere çevirdi.Bu yeni bir durum. İhtilal günlerini hatıra getiren sokağa çıkma yasağı kısmi olarak uygulanmaya başladı. İnsanların hâlet-i ruhiyeleri iyi değil. Müslümanlar olarak; “La Tahzen, innellaha maana(Tasalanma.! Allah bizimle beraberdir!)” ayetiyle sadece ALLAH'a kul olarak, derin bir nefes alarak rahatlayabilirdik ya da İstiklal ve İstikbal Marşımızın ilk kelimesinde belirtildiği gibi "korkmayabilirdik" ama rahat değiliz.Çünkü ALLAH 'ın bizimle beraber olacağı işler yapanlarımız azaldı. Dinsizi, donsuzu,  Yahudisi, Hristiyanı ve içerideki bilumum "yerli gâvuru", dine-diyanete, ALLAH'ın emrine, hâşâ savaş açtılar bir anlamda. Belki de bu ve bunun gibi nedenlerden dolayı bugün ahvalimiz budur. Ama bu kadarcığı bile ekranlardan söyleyebilen yok, söyleyebilenler anında pozitivizm dininden aforoz ediliyor.Tamamına yakını Müslüman olan bu ülkede tövbe-istiğfar, dua talebinde bulunanlarla sosyal medyada alay ediliyor. Koronavirüs nedeniyle evde olanlara “izlenecek film” önerilerinde bulunulurken, yatsı ezanı sonrasında ALLAH’a yakarışları alkışlarla bastırmaya çalışanlar çıkabiliyor. Maalesef din düşmanlarıyla aynı İslâm topraklarını paylaşıyoruz. Herkesin canının derdine düştüğü bu günlerin ileride yazılacak tarihinde, biz yaşıyorduk... Şairin; "hayat süren leşler" dedikleri de insan gibi yaşasalardı...Öyle bir virüs ki, iyileştim diyemiyorsun. Çünkü tekrar yakalanma riskin var. Dünyanın yarısı bu süreci yaşayacak ve bu durum bir buçuk yıl kadar sürecek diyenler de oldu. Asıl tehlikenin, insanların bu sürece birden bire girmesi durumunda yaşanacağına dikkatler çekildi. İnsanların enfekte olmasının mümkün olduğu kadar geciktirilmesinin öneminden bahsedildi. Sosyal medyada bu öneriler ve bu öneriler arasına karıştırılmış kısa filmler, resimler, yazılarla, buruna sıcak su çekilmesi, tuzlu su karışımları, saç kurutma makinesiyle buruna sıcak hava verilmesine kadar uzayıp giden paylaşımlar yapıldı. Koronavirüs konulu şiirler yazıldı, halk edebiyatından örnekler verildi hatta gazel yazanlar oldu. Televizyonlara çıkan, isimlerinden önce unvanları yazan kelli-felli hocalar, önerilerde bulundular günlerce. Bilim kurulu üyeleri kanal kanal gezerek bilgiler paylaştılar. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nden tanıdığımız Prof.Dr. İlyas Dökmetaş, Elazığ depreminde yine Cumhuriyet Üniversitesi’nden Orhan Tatar da olduğu gibi ulusal kanallarda sık sık görüşlerine başvurulan kişilerden biri oldu. Geçmişte, “bir avuç mutlu azınlık” olarak adlandırılan zengin taifenin sözde mutluluğu falan da kalmadı. Onlar da anladılar ki; adam bile saymadıkları adamlar hastalanırsa, bu hastalık kendilerine de tahtalıköyü boylatabilir. Hatta cenaze namazını kılacak kalabalıklar bile bulunmayabilir.Bu virüs bir eşitliği de getirdi belki. Sadece; Arakanlıların, Doğu Türkistanlıların, Filistinlilerin,  Suriyelilerin kısaca Müslümanların değil; kendilerini dünyanın sahibi zannedenlerin, gözle görülemeyecek kadar küçük bir düşmandan, Roma arenalarında aslanların önüne atılmış köleler gibi korktuklarını öğrendik. Görünmeyen düşman bugün dünyanın jandarmalarını tuşa getirdi. Bir zamanlar “görünmez ordulardan” bahsedildiğinde, “bunlar falanca savaşta tatilde miydiler” diye hicvedenler şimdi ne diyorlar acaba. Gerçi bu zevat şimdi de kafayı umrecilere taktılar. Kafayı umrecilere takan kafasız gazeteciler daha da ileri giderek; Çin de koronavirüs bulaştıran bir Çinli’nin Türkiye’den gittiğini yazacak kadar haince açıklamalarda bulundular.İhsan Senocak Hoca, "Bu virüs İslam'ın on beş asır önce haram kıldığı "hebâis"i yiyen Çin'de ortaya çıktı. Taharetsiz dolaşan Avrupa'da yayıldıktan sonra bize geldi. Bu halde bile birileri mikrobun kaynağı ÇİN'İ değil de umreye giden MÜMİNLERİ suçluyorsa, en tehlikeli virüs DİNSİZLİK değil midir?!" diyor. Bugün hâlâ din düşmanlarının gözüne, EBA TV’de başörtülü bir öğretmen batıyor. Koranavirüs korkusuyla neredeyse çarşafa girenler, yüzlerini yaşmaklayanlar, Müslümanların kanlarını akıtarak kurdukları vatanda, başörtüsünden rahatsızlıklarını   dile            getiriyorlar. 1000 yıllık İslâm topraklarında cemaatle namaz kılamaz hale gelmemiz, Cuma namazı kılamaz hale gelmemiz de bir çeşit belâdır. Kabe de tavaf bile durdu lâkin İslâm memleketlerindeki gavurluk durmadı.. Bel’amların devrinde belâ esik mi olur…Es-selam.D E V A M       E D E C E K
Ekleme Tarihi: 06 Nisan 2020 - Pazartesi

KORONAVİRÜS GÜNLERİ 1

“FE EYNE TEZHEBUN – LA TAHZEN” ÂRAFINDA KORONAVİRÜS GÜNLERİ(1)

2020 yılı, korona virüs günleriyle başladı. Virüs, başlangıçta bizden çok uzaklarda görünüyordu ve Çin’in Doğu Türkistan’daki zulmü nedeniyle belasını bulduğunu düşünüyorduk. Fakat bu durum çok uzun sürmedi ve aslında tüm dünyanın belasını bulduğu anlaşıldı. Öyle ya; bu kadar zulüm, alçaklık, namussuzluk, haksızlık, dünyanın yanına mı kalacaktı… Artık, “ağızların tadını bozan ölüm” birinci gündemimiz.

Çin mi, ABD mi, İsrail mi, Fransa virüsü mü bilmem. ABD, Çin üretti derken; Çin, ABD askerleri virüsü ülkemize getirdi diyor. Fransızların 2004’te Pasteur Enstitüsü tarafından aşı satmak için ticari amaçla ürettiği haberleri, Rockefeller Vakfı’nın 2010 yılındaki çalışmalarında bu virüsten bahsedilmesine dair haberler,  dünyanın nüfusunun beş yüz milyon olmasını isteyen bezirgânlar gözleri evanjelistlere, eski ve yeni emperyalistlere çevirdi.

Bu yeni bir durum. İhtilal günlerini hatıra getiren sokağa çıkma yasağı kısmi olarak uygulanmaya başladı. İnsanların hâlet-i ruhiyeleri iyi değil. Müslümanlar olarak; “La Tahzen, innellaha maana(Tasalanma.! Allah bizimle beraberdir!)” ayetiyle sadece ALLAH'a kul olarak, derin bir nefes alarak rahatlayabilirdik ya da İstiklal ve İstikbal Marşımızın ilk kelimesinde belirtildiği gibi "korkmayabilirdik" ama rahat değiliz.

Çünkü ALLAH 'ın bizimle beraber olacağı işler yapanlarımız azaldı. Dinsizi, donsuzu,  Yahudisi, Hristiyanı ve içerideki bilumum "yerli gâvuru", dine-diyanete, ALLAH'ın emrine, hâşâ savaş açtılar bir anlamda. Belki de bu ve bunun gibi nedenlerden dolayı bugün ahvalimiz budur. Ama bu kadarcığı bile ekranlardan söyleyebilen yok, söyleyebilenler anında pozitivizm dininden aforoz ediliyor.

Tamamına yakını Müslüman olan bu ülkede tövbe-istiğfar, dua talebinde bulunanlarla sosyal medyada alay ediliyor. Koronavirüs nedeniyle evde olanlara “izlenecek film” önerilerinde bulunulurken, yatsı ezanı sonrasında ALLAH’a yakarışları alkışlarla bastırmaya çalışanlar çıkabiliyor. Maalesef din düşmanlarıyla aynı İslâm topraklarını paylaşıyoruz. Herkesin canının derdine düştüğü bu günlerin ileride yazılacak tarihinde, biz yaşıyorduk... Şairin; "hayat süren leşler" dedikleri de insan gibi yaşasalardı...

Öyle bir virüs ki, iyileştim diyemiyorsun. Çünkü tekrar yakalanma riskin var. Dünyanın yarısı bu süreci yaşayacak ve bu durum bir buçuk yıl kadar sürecek diyenler de oldu. Asıl tehlikenin, insanların bu sürece birden bire girmesi durumunda yaşanacağına dikkatler çekildi. İnsanların enfekte olmasının mümkün olduğu kadar geciktirilmesinin öneminden bahsedildi. Sosyal medyada bu öneriler ve bu öneriler arasına karıştırılmış kısa filmler, resimler, yazılarla, buruna sıcak su çekilmesi, tuzlu su karışımları, saç kurutma makinesiyle buruna sıcak hava verilmesine kadar uzayıp giden paylaşımlar yapıldı. Koronavirüs konulu şiirler yazıldı, halk edebiyatından örnekler verildi hatta gazel yazanlar oldu. Televizyonlara çıkan, isimlerinden önce unvanları yazan kelli-felli hocalar, önerilerde bulundular günlerce. Bilim kurulu üyeleri kanal kanal gezerek bilgiler paylaştılar. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nden tanıdığımız Prof.Dr. İlyas Dökmetaş, Elazığ depreminde yine Cumhuriyet Üniversitesi’nden Orhan Tatar da olduğu gibi ulusal kanallarda sık sık görüşlerine başvurulan kişilerden biri oldu. 

Geçmişte, “bir avuç mutlu azınlık” olarak adlandırılan zengin taifenin sözde mutluluğu falan da kalmadı. Onlar da anladılar ki; adam bile saymadıkları adamlar hastalanırsa, bu hastalık kendilerine de tahtalıköyü boylatabilir. Hatta cenaze namazını kılacak kalabalıklar bile bulunmayabilir.

Bu virüs bir eşitliği de getirdi belki. Sadece; Arakanlıların, Doğu Türkistanlıların, Filistinlilerin,  Suriyelilerin kısaca Müslümanların değil; kendilerini dünyanın sahibi zannedenlerin, gözle görülemeyecek kadar küçük bir düşmandan, Roma arenalarında aslanların önüne atılmış köleler gibi korktuklarını öğrendik. Görünmeyen düşman bugün dünyanın jandarmalarını tuşa getirdi. Bir zamanlar “görünmez ordulardan” bahsedildiğinde, “bunlar falanca savaşta tatilde miydiler” diye hicvedenler şimdi ne diyorlar acaba. Gerçi bu zevat şimdi de kafayı umrecilere taktılar. Kafayı umrecilere takan kafasız gazeteciler daha da ileri giderek; Çin de koronavirüs bulaştıran bir Çinli’nin Türkiye’den gittiğini yazacak kadar haince açıklamalarda bulundular.

İhsan Senocak Hoca, "Bu virüs İslam'ın on beş asır önce haram kıldığı "hebâis"i yiyen Çin'de ortaya çıktı. Taharetsiz dolaşan Avrupa'da yayıldıktan sonra bize geldi. Bu halde bile birileri mikrobun kaynağı ÇİN'İ değil de umreye giden MÜMİNLERİ suçluyorsa, en tehlikeli virüs DİNSİZLİK değil midir?!" diyor. Bugün hâlâ din düşmanlarının gözüne, EBA TV’de başörtülü bir öğretmen batıyor. Koranavirüs korkusuyla neredeyse çarşafa girenler, yüzlerini yaşmaklayanlar, Müslümanların kanlarını akıtarak kurdukları vatanda, başörtüsünden rahatsızlıklarını   dile            getiriyorlar. 1000 yıllık İslâm topraklarında cemaatle namaz kılamaz hale gelmemiz, Cuma namazı kılamaz hale gelmemiz de bir çeşit belâdır. Kabe de tavaf bile durdu lâkin İslâm memleketlerindeki gavurluk durmadı.. Bel’amların devrinde belâ esik mi olur…

Es-selam.

D E V A M       E D E C E K

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.