pendik escort bayan
https://www.ozmenpc.com/masaustu-pc-oyuncu
ak
Ömer Emir DOĞAN
Köşe Yazarı
Ömer Emir DOĞAN
 

İLM-İ TABİATI UMRAN

İLM-İ TABİAT-İ UMRAN            Mısırda, “esfele safilin” zümresini teşkil eden darbeci güruhun yaptıkları karşısında mükemmel bir toplumsal birliktelik ortaya koyan İHVAN direnişi ve öncesindeki “gezi ruhsuzluğu” ile bugünlerdeki KOBANİ provakasyonu. İbn-i Haldun’un, İlm-i Tabiat-i Umran diye isimlendirdiği toplumları açıklama ve inceleme bilimi olan sosyolojiyi tekrar gündeme getirdi. Biz de bu yazımızda özetle, sosyolojinin Türkiye yolculuğuna kısaca değineceğiz.            Toplumsala ilişkin fikir beyanları, insanoğlunun bir arada yaşamaya başlamasının tarihi kadar eski olsa gerektir. Bugün dahi modern dünyadan pek de haberi olmayan en basit yerleşkeler de bile, insanlar için “sorun” oluşturan bir durum, bir şekilde çözüme kavuşturulmaya çalışılmaktadır. Toplumlararası karşılaşma, ilişki, difüzyon, icat ve birikim yoluyla ilerlemekte olan toplumlar bir yandan da toplumsal değişme sürecini yaşamaktadırlar.Toplumsal değişme süreci ise; toplumun maddi ve manevi kültür öğelerinde bir takım uyum ve uyumsuzlukları da beraberinde getirmektedir. Uyumsuzluk, çağrıştırdığı anlamın da ifade ettiği gibi “sorun” demektir. Bununla birlikte toplumsala ilişkin bilgi üretmek için toplumda illa “sorun” olması gerekmez. Çünkü toplumsal değişmeyi çok az hisseden küçük topluluklarda bile, rahatsız edici durumlarla karşılaşılabilmektedir. Bu durumu akıllı insanlar şöyle değerlendirir: Sorun varsa çözümü de vardır. İşte bu anlayışla insanlar önceleri, toplumsal sorunlar başta olmak üzere toplumsalın tüm bilgisini özellikle felsefe içerisinde ve diğer bilimlerle ifade etmişlerdir. Fakat yaşanan büyük değişimlerle (Rönesans, reform, Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi vb.) birer“bunalım toplumu” haline gelen Batı toplumları, kendilerini bu bunalımdan kurtaracak yeni bir bilim aramışlardır. Bu yeni bilimin adı- daha önce Doğu’lu düşün adamlarınca (İbn-i Haldun gibi) farklı isimlerce ifade edilen- “sosyoloji” olmuştur. Sosyologların benzetişiyle “bir bunalımın çocuğu” olan sosyoloji, Batı’daki işleviyle Osmanlı toplumuna da bir kurtarıcı olarak aktarılmıştır.              Ülkemize sosyoloji iki farklı çizgiden girmiştir. Bunlardan biri Comte- Durkheim çizgisinin temsilcisi olarak tanınan Ziya GÖKALP, diğeri ise; Le Play çizgisini takip eden Prens SABAHATTİN’dir.          Gökalp, İttihat ve Terakkinin iktidara gelmesiyle büyük bir üne kavuşmuş, pozitivist sosyolojinin düşün ilkelerini ülkemize aktarmıştır. Milliyetçilik ve devletçilik anlayışlarıyla Atatürk’ün ulusal yaşantıda yaptığı reformlarda son derece etkili olmuştur. Prens Sabahattin ise, Gökalp’e göre ikinci planda kalmıştır.          Ülkemizde sosyoloji ilk defa 1914 yılında “ilmi ictima” adı altında İstanbul Darülfünun’da, Ziya Gökalp tarafından okutulmaya başlatılmıştır. 1924 yılında sosyoloji ders kitaplarına girmiştir. 1940’lı yıllara kadar iki akım halinde temsil edilen sosyolojimizde Gökalp’in belirgin bir üstünlüğü vardır. 1940’lı yıllara kadar bu iki akımdan tek ayrılış, Gökalp sosyolojisinin bir türevi olmakla birlikte Alman İdealist Sosyolojisine kayan Mehmet İZZET’tir. 1933’ten sonra Nazi Almanyası’ndan kaçan G. KESLER ülkemize gelir.1934’ten sonra Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu ve Hilmi Ziya Ülken önemli isimlerdir.            1940 ve 1950 döneminin ilk yıllarında, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakultesi’nde Amerikan sosyolojisini ülkemizde temsil etmeyi amaçlayan bir sosyoloji anlayışına sahip olan N. Berkes, B. Boran ve Mediha Berkes etkilidirler. Fakat bu kişiler 1948’te mahkeme kararıyla görevlerinden uzaklaştırılmışlardır. Sosyolojimizde bu grup “Ankara Ekolü” olarak; H. Z. Ülken, Z. F. Fındıkoğlu, N. Ş. Kösemihal’in bulunduğu grup ise “İstanbul Ekolü” olarak isimlendirilmektedir.          1950-60 dönemi ise sosyolojide “fetret devri” olarak adlandırılır. Bu dönemin önemli ismi Mümtaz TURHAN’dır. Bu döneme damgasını vuran “köy sosyolojisi” çalışmalarıdır. Ayrıca “eğitim” konusu da ele alınmıştır. Turhan köylerde ki hoca-öğretmen ikiliğini ortadan kaldırmak için “ilahiyat liseleri”nin açılmasını önermiştir.1960’lı yıllardan itibaren ise; Türk sosyolojisi tarihe yönelmiştir. 1930-60 yılları arasında pasifize edilen görüşler, 1961 Anayasası’nın da etkisiyle daha cesurca ifade edilmiştir. Bu dönemde M.B. Kıray ve Ş. Mardin öne çıkmaktadır. KIRAY yapısal-işlevselci anlayışla, “tampon mekanizmalar” aracılığı ile sorunların çözüleceğini düşünürken; Şerif MARDİN, Türk toplumunun kendi gerçeğine dönmesi taraftarıdır. Bu dönemde hemen hemen tüm sosyolojik çalışmaların tarihe yönelmesinde; Batılılaşma hareketlerinin sonuçsuz kalması, sorunların çözümünde Türk toplumunun tarihi gelişimini anlamak görüşünün ağırlık kazanması gibi nedenlerle 1950-60 dönemindeki deneysel sosyoloji tarihsel çalışmalara yönelmiştir. Tarihe yönelim, Marksist terminolojiyi kullanan bu sosyoloji ve Osmanlı Türk tarihinin sosyo-ekonomik yapısını araştıran düşünürler aracılığıyla sürmüştür.[1]          1980 sonrasında ise sosyolojide teorik ağırlığın ön plana çıktığını görmekteyiz. 1980’lere gelene dek çeşitli gelişmeler gösteren sosyoloji de 80’li yıllara gelindiğinde yapısal ve sayısal bazı değişiklikler görülmektedir. Bu dönemde hem sayısal hem de ele aldığı akademik kentler bakımından büyük değişiklikler göstermiştir. Türkiye’de sosyoloji 80’li yıllarda kurumsallaşmasını tamamlamış, sosyoloji kongreleri yoğunlaşmış ve sosyoloji bölümlerinin sayısı hızla artmıştır… [1]H.B.Kaçmazoğlu. Türk Sosyoloji Tarihi Üzerine Araştırmalar.Birey Yayıncılık, Türkiye incelemeleri:5 Birinci Baskı, Aralık 1999. İSTANBUL.  
Ekleme Tarihi: 13 Ekim 2014 - Pazartesi

İLM-İ TABİATI UMRAN

İLM-İ TABİAT-İ UMRAN

 

         Mısırda, “esfele safilin” zümresini teşkil eden darbeci güruhun yaptıkları karşısında mükemmel bir toplumsal birliktelik ortaya koyan İHVAN direnişi ve öncesindeki “gezi ruhsuzluğu” ile bugünlerdeki KOBANİ provakasyonu. İbn-i Haldun’un, İlm-i Tabiat-i Umran diye isimlendirdiği toplumları açıklama ve inceleme bilimi olan sosyolojiyi tekrar gündeme getirdi. Biz de bu yazımızda özetle, sosyolojinin Türkiye yolculuğuna kısaca değineceğiz.

 

         Toplumsala ilişkin fikir beyanları, insanoğlunun bir arada yaşamaya başlamasının tarihi kadar eski olsa gerektir. Bugün dahi modern dünyadan pek de haberi olmayan en basit yerleşkeler de bile, insanlar için “sorun” oluşturan bir durum, bir şekilde çözüme kavuşturulmaya çalışılmaktadır. Toplumlararası karşılaşma, ilişki, difüzyon, icat ve birikim yoluyla ilerlemekte olan toplumlar bir yandan da toplumsal değişme sürecini yaşamaktadırlar.Toplumsal değişme süreci ise; toplumun maddi ve manevi kültür öğelerinde bir takım uyum ve uyumsuzlukları da beraberinde getirmektedir. Uyumsuzluk, çağrıştırdığı anlamın da ifade ettiği gibi “sorun” demektir. Bununla birlikte toplumsala ilişkin bilgi üretmek için toplumda illa “sorun” olması gerekmez. Çünkü toplumsal değişmeyi çok az hisseden küçük topluluklarda bile, rahatsız edici durumlarla karşılaşılabilmektedir. Bu durumu akıllı insanlar şöyle değerlendirir: Sorun varsa çözümü de vardır. İşte bu anlayışla insanlar önceleri, toplumsal sorunlar başta olmak üzere toplumsalın tüm bilgisini özellikle felsefe içerisinde ve diğer bilimlerle ifade etmişlerdir. Fakat yaşanan büyük değişimlerle (Rönesans, reform, Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi vb.) birer“bunalım toplumu” haline gelen Batı toplumları, kendilerini bu bunalımdan kurtaracak yeni bir bilim aramışlardır. Bu yeni bilimin adı- daha önce Doğu’lu düşün adamlarınca (İbn-i Haldun gibi) farklı isimlerce ifade edilen- “sosyoloji” olmuştur. Sosyologların benzetişiyle “bir bunalımın çocuğu” olan sosyoloji, Batı’daki işleviyle Osmanlı toplumuna da bir kurtarıcı olarak aktarılmıştır.

 

 

         Ülkemize sosyoloji iki farklı çizgiden girmiştir. Bunlardan biri Comte- Durkheim çizgisinin temsilcisi olarak tanınan Ziya GÖKALP, diğeri ise; Le Play çizgisini takip eden Prens SABAHATTİN’dir.

         Gökalp, İttihat ve Terakkinin iktidara gelmesiyle büyük bir üne kavuşmuş, pozitivist sosyolojinin düşün ilkelerini ülkemize aktarmıştır. Milliyetçilik ve devletçilik anlayışlarıyla Atatürk’ün ulusal yaşantıda yaptığı reformlarda son derece etkili olmuştur. Prens Sabahattin ise, Gökalp’e göre ikinci planda kalmıştır.

         Ülkemizde sosyoloji ilk defa 1914 yılında “ilmi ictima” adı altında İstanbul Darülfünun’da, Ziya Gökalp tarafından okutulmaya başlatılmıştır. 1924 yılında sosyoloji ders kitaplarına girmiştir. 1940’lı yıllara kadar iki akım halinde temsil edilen sosyolojimizde Gökalp’in belirgin bir üstünlüğü vardır. 1940’lı yıllara kadar bu iki akımdan tek ayrılış, Gökalp sosyolojisinin bir türevi olmakla birlikte Alman İdealist Sosyolojisine kayan Mehmet İZZET’tir. 1933’ten sonra Nazi Almanyası’ndan kaçan G. KESLER ülkemize gelir.1934’ten sonra Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu ve Hilmi Ziya Ülken önemli isimlerdir.

 

         1940 ve 1950 döneminin ilk yıllarında, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakultesi’nde Amerikan sosyolojisini ülkemizde temsil etmeyi amaçlayan bir sosyoloji anlayışına sahip olan N. Berkes, B. Boran ve Mediha Berkes etkilidirler. Fakat bu kişiler 1948’te mahkeme kararıyla görevlerinden uzaklaştırılmışlardır. Sosyolojimizde bu grup “Ankara Ekolü” olarak; H. Z. Ülken, Z. F. Fındıkoğlu, N. Ş. Kösemihal’in bulunduğu grup ise “İstanbul Ekolü” olarak isimlendirilmektedir.

         1950-60 dönemi ise sosyolojide “fetret devri” olarak adlandırılır. Bu dönemin önemli ismi Mümtaz TURHAN’dır. Bu döneme damgasını vuran “köy sosyolojisi” çalışmalarıdır. Ayrıca “eğitim” konusu da ele alınmıştır. Turhan köylerde ki hoca-öğretmen ikiliğini ortadan kaldırmak için “ilahiyat liseleri”nin açılmasını önermiştir.1960’lı yıllardan itibaren ise; Türk sosyolojisi tarihe yönelmiştir. 1930-60 yılları arasında pasifize edilen görüşler, 1961 Anayasası’nın da etkisiyle daha cesurca ifade edilmiştir. Bu dönemde M.B. Kıray ve Ş. Mardin öne çıkmaktadır. KIRAY yapısal-işlevselci anlayışla, “tampon mekanizmalar” aracılığı ile sorunların çözüleceğini düşünürken; Şerif MARDİN, Türk toplumunun kendi gerçeğine dönmesi taraftarıdır. Bu dönemde hemen hemen tüm sosyolojik çalışmaların tarihe yönelmesinde; Batılılaşma hareketlerinin sonuçsuz kalması, sorunların çözümünde Türk toplumunun tarihi gelişimini anlamak görüşünün ağırlık kazanması gibi nedenlerle 1950-60 dönemindeki deneysel sosyoloji tarihsel çalışmalara yönelmiştir. Tarihe yönelim, Marksist terminolojiyi kullanan bu sosyoloji ve Osmanlı Türk tarihinin sosyo-ekonomik yapısını araştıran düşünürler aracılığıyla sürmüştür.[1]

         1980 sonrasında ise sosyolojide teorik ağırlığın ön plana çıktığını görmekteyiz. 1980’lere gelene dek çeşitli gelişmeler gösteren sosyoloji de 80’li yıllara gelindiğinde yapısal ve sayısal bazı değişiklikler görülmektedir. Bu dönemde hem sayısal hem de ele aldığı akademik kentler bakımından büyük değişiklikler göstermiştir. Türkiye’de sosyoloji 80’li yıllarda kurumsallaşmasını tamamlamış, sosyoloji kongreleri yoğunlaşmış ve sosyoloji bölümlerinin sayısı hızla artmıştır…



[1]H.B.Kaçmazoğlu. Türk Sosyoloji Tarihi Üzerine Araştırmalar.Birey Yayıncılık, Türkiye incelemeleri:5 Birinci Baskı, Aralık 1999. İSTANBUL.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.