“ÖNCÜ NESİL, ASIM’IN NESLİ”
Şehrimiz kültür hayatının canlı olduğu bir belde. Bu yıl bir de Sivas Kongresi’nin 100. Yılı olduğu için bu canlılık çok daha fazla hissedildi. Konferanslar, paneller, söyleşiler, toplantılar eksik olmuyor. Bu tür faaliyetlere meraklı olanlar, hemen her gün böyle bir faaliyetten istifade edebilirler. Zaten bazı vakıf ve derneklerin her hafta belirli günlerde rutin faaliyetleri de var. Özellikle sonbaharın gelmesiyle bu toplantıların sayılarında bir artış da oluyor. Geçen günler de (19 Ekim 2019) bu konferanslarda birine katılma imkânım oldu. Şehrimizin Şahsiyeti İftiharından Kıymetli Büyüğümüz Yusuf Kaplan, Erbakan Vakfı organizesinde “Öncü Nesil, Asım’ın Nesli” başlıklı bir konferans verdi ve her zamanki gibi HAKK’ı haykırdı yine.
Yusuf Abiyi bilirsiniz, Kanal 7 Londra Temsilciliği, Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği, TV 5 kuruculuğu, Külliyat Yayınları Kuruculuğu, Film ve Belgesel yapımcılığı gibi görev ve işler yapmış hatta Yeni Şafak Gazetesi’nin ilk günlerinde 5 farklı isimde aynı gazetede köşe yazmıştır. İngilizce, Arapça, Fransızca, Almanca ve Latince bilir ve bu dillerin çoğunu kendi geliştirdiği bir yöntemle öğrenmiştir ama bana göre bunlar Yusuf Kaplan’ı büyüten işler değildir. O’nu büyüten, O’nun çapının yarısının yarısında bile olmayanların iktidar nimetleriyle Karunlaştığı zamanlarda, Harunlaşmaya devam etmesi, HAKK’ı savunmaktan ve HAKK’ı haykırmaktan vazgeçmemesi, gözünü budaktan sakınmadan hadsizlere had bildirmesi, şak şak-yavşak-gevşek taraklarda bezinin olmamasıdır.
Yusuf Kaplan sözlerine; bizleri var eden, varlığından haberdar eden, celâl, cemâl ve kemâl sahibi ALLAH’a hamd ederek başladı. Çağrısı, çağını kuran bütün öncü kuşaklara selam eyledi. Öncü bir Müslüman’ın yanında 4 karaktere ihtiyacı olduğunu ve yanında onları bulundurmasının zorunluluğunu belirterek, bu karakterleri şu şekilde sıraladı:
1-Sağında sadakatin timsali Hz. Ebubekir karakteri
2-Solunda adaletin timsali Hz. Ömer karakteri
3-Önünde, hilmin ahlakın timsali Hz. Osman karakteri
4-Arkasında, ilmin basiretin timsali Hz. Ali karakteri
Yusuf Hoca, “Öncü Kuşağı; “bu dünyada yaşayan ama bu dünyayı yaşamayan kuşak” olarak tanımladı. Benim öncü kuşaklarım; âlim, ârif ve hâkim şahsiyetlerdir, yeni bir Gazali, İtri, Fuzuli, Şeyh Galip, Yunus Emre… yetiştiremediğimiz sürece, tarihin akışını değiştiremeyiz. Bir Fatih lazım, sağında AK Şemsettin, solunda Molla Gürâni olan. Öncü neslin temel vasfı, ümmileşmektir. Ümmileşme; çağı tanıyarak, çağı tanımamaktır. Sadece; müminler, yeryüzünde adaleti, hakkı, hukuku tesis edebilirler” dedi.
“Dünyanın neresine gittiysem bana üç kişiyi sordular, rahmetle andılar. Abdulhamid Han, Erbakan ve Erdoğan.” Dostoyevski’nin hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık sözüne karşılık olarak geçmişte “biz de Mehmet Akif’in paltosuzluğundan çıktık sözünü işitmiştim. Yusuf Hoca palto metaforuna yeni bir açılım getirerek, “Erdoğan; Erbakan’ın paltosundan çıkmış bir adamdır, hepimiz siyasi bilinç olarak Erbakan Hocanın paltosundan, fikri bilinç olarak Necip Fazıl’ın paltosundan çıktık” dedi. Erbakan Hocayı, “dalga kıran ve dalga kuran ve dalga olan öncü bir nesil” olarak tanımladı.
Bir öncü nesil olarak, “İHH, bizim çeyrek asırda yaptığımız en güzel i iştir” diyen Kaplan bir anısını anlattı: “Srilanka da İHH ile bir okul açmaya gittik. Okulda hem yetim hem de öksüz olan çocuklar var. Tayyip Bey’in hastalandığı dönem. İlk karşılaştığım çocuk bana, “Erdoğan’ın sağlığı nasıl” diye sordu” dedi. “Birleşmiş milletlerde bir adam çıktı ve meydan okudu, kimse yapamaz bunu” diyerek, devlet başkanımızın “Dünya beşten büyüktür” ve İsrail nerededir, sınırları nerededir” çıkışını hatırlattı.
“Biz her şeyimizi kaybettik. Bu ülke bizim elimizden alındı. Peki, kim aldı? Abdulaziz’in bileklerini kim kestiyse, Abdülhamid’i kim devirdiyse, Menderes’i, Özal’ı, Yazıcıoğlunu kim öldürdüyse, Erbakan’a kim darbe yaptıysa, Erdoğan’a kim diktatör dediyse işte onlar aldı” diyen Yusuf Kaplan’a göre; “Bir toplumun başına gelebilecek en büyük felâket, başına ne felaket geldiğini bilmemesidir. Bundan daha da büyük felaket ise o toplumun başına ne felaket geldiğini bilmesi, anlaması gerekenlerin, o toplumun başına ne felaket geldiğini bilmemesi, anlamaması, celladına âşık olmasıdır.”
Günümüzde eğitim ve ailenin durumuna dair de değerlendirmelerde bulunan Yusuf Hoca; “eğitim ve aile yerlerde sürünüyor olabilir, bunları konuşabiliriz” dedi. “İstanbul Sözleşmesi, bu topluma yapılabilecek en büyük kazıktır. Bizi bir arada tutan şey ailemizdir. Jhon Berger İstanbul’a geliyor bir gecekonduya misafir oluyor ve bir makale yazıyor: “Türk Evi: Cennet”. Şu an eğitim sistemi İslam’dan arındırılmıştır. Recep Tayyip Erdoğan, bu eğitim sistemini yıkmalı, bir Sorbonne Pröfesörü; “Dünyada geliştirilmiş en iyi eğitim modeli Medrese Sistemidir” diyor ve Batılılar söyleyince kıymetli oluyor. Biz bunu yıllardır söylüyoruz. İlim bilme, irfan bulma, hikmet olma yolculuğudur. Bakan Bey de “Biz de bilmek değil; olmak esastır” sözümü kullanıyor” dedi.
Daha ne demedi ki. O çalışıyor, biliyor, söylüyor, Müslümanlık görevini yapıyor. Görevini yapanın hesabı kolay olur. Peki, bizim görevimiz ve dolayısıyla hesabımız nasıl olacak?
Yine konferanstan Yusuf Hocaya ait birkaç aforizma ile bitirelim:
-“Türkiye; dışarıdan fiilen işgal edilemeyen aynı zamanda içeriden işgal edilen tek ülkedir.
-Türkiye, mazlumların umudu, zalimlerin kâbusudur.
-Bu din tek başına yaşanmaz. Bütün Müslümanlar tek bir cemaattir.
-Kur’an asıldır, sünnet usuldür.
Olan, olacak olanın garantisidir.
-Tanıyamadığınız bir çağı değiştiremezsiniz.”
Bir de konferans dinlemeye gelip de iki de bir hiperaktif çocuklar gibi girip çıkmasak ve konferans bitmeden ayrılmasak çok daha güzel olur diye düşünüyorum.
Es-selam…