BİZE RAHAT YOK!...
Bize rahat yüzü görmek yoktur. Dedelerimize de yoktu, babalarımıza da. Huzurumuz kaçalı çook oldu…
Tuna'yı geçip Türk kuvvetlerinin üzerine doğru gelen Haçlı ordusuna, Viyana kuşatmasının aleyhinde olan ve bu sebeple sadrazamla arası açık bulunan Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa, Sadrazama bir ders vermek niyetiyle, askerini toplayıp Budin'e çekildi. Yetmiş bin kişilik düşman ordusu karşısında, yanında o sırada on bin kadar askeri bulunan Kara Mustafa Paşa, akşam vaktine kadar yiğitçe çarpıştı ise de, bunca ihanet karşısında her şeyin bittiğini görerek, büyük bir gayretle oradan uzaklaşıp çekilen orduyu Yanıkkale önlerinde topladı. Viyana bozgunu aslında Türk kuvvetleri arasında fazla bir zayiata yol açmamış, ancak psikolojik etkisi büyük olmuştu. Bunun üzerine, Sadrazama karşı olan merkezdeki paşalar, Viyana bozgunu sebebiyle onun idamına ferman çıkarttırmayı başardılar. Böylece Kara Mustafa Paşanın idamı, Osmanlı ordusunu derleyip toparlayabilecek ve muhtemel bir bozgunun önüne geçebilecek kudretli bir paşadan, devleti yoksun bıraktı.* Hülasa, sonunda 1699 Karlofça Antlaşmasını imzalamaya mecbur kaldı Devleti Osman’ı Âliye. İşte o gün bugündür bize rahat, huzur, sükûn kalmadı.
Kırkına merdiven dayamış biri olarak, akıl bâliğ oldum olalı belki de babamın da etkisiyle memleket meselelerine kafa yorarım. Babam da öyledir: altı aylıkken bir ana üç bacısıyla yetim kalmış bir köylü çocuğu olmasına karşın, gençlik yıllarında köye kitaplık bile kurmuş, köylü de olsa insanımızın okumasını, öğrenmesini, milli bir görüşe sahip olmasını istemiştir. Dolayısıyla çocukluğumuzdan başlayarak; “gavur ve Türk(Müslüman)” sınıflandırması basitliğinde de olsa telkinlerde bulunurdu bizlere.
Bu telkin-tedrisat, o yaşlarda bizleri memleket meselelerine duyarlı olmaya sevk etti. Bu duyarlılık doğal olarak, gerektiğinde canımızı sıkıyor, yeri geldiğinde bizleri üzüyor ve strese sokuyordu. Çünkü memleket “Mehlika Sultan”dı ve “Kaf Dağı’nın ardına ulaşmak meşakkatli bir işti. Yani ta o günlerde, “on dönüm bostan, yan gel yat oğlum Osman rahatlığında bir hayatımızın olamayacağımızı anlamıştım. Daha sonraki yıllarda fark ettim ki bu rahatsızlık hali sadece benim değil; yukarıda da bahsettiğim gibi babamın, dedemin, onların dedelerinin, ceddimin hali pür melaliymiş.
Peki, neden bir türlü huzura eremiyor, sürekli kavga gürültü içerisinde debeleniyoruz. Bu soruya cevap olarak ilk aklıma gelen; avamî bir yanıt olarak değerlendirilse de, “yine içimizdeki bizler aracılığıyla bizi, bize bırakmamalarıdır. Peki, kimdir içimizdeki bizler aracılığıyla bizi bize bırakmayanlar? Elbette ki haçlılar ve günümüzde ise bunlarla birlikte Siyonistlerdir. Bunlar bizi bize bırakmayanlar. İçimizdeki bizler(!) ise; bilmeyerek ya da yanlış bilerek davranan Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa gibiler ve bilerek isteyerek kendi gâvurluklarını tüm millete teşmil etmek isteyenlerdir.
Evet bizi bize bırakan yok. Çünkü bir Kızılderili atasözü “Bir suda iki balık kavga ediyorsa oradan 5 dakika önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir” diyor. Bizden de çok İngiliz geçti. Lakin; Cahit Zarifoğlu’nun ifadesiyle “ Tek güvencemiz Allah'tır. Başka hiçbir güvencemiz yoktur.
*(http://osmanlidevletitarihi.blogcu.com/osmanli-devleti-5-gerileme-ve-cokus-1/1043372)