VUR ABALIYA YA DA VUR MÜDÜRE
Efendim hikâye odur ki; eskiden zenginler çuha şalvar, köylüler de aba giyerlermiş. Ahlaksız bir zengin, zavallı bir köylünün karısına veya kızına göz koymuş. Dedikodular hızla yayılmış ve köylünün kulağına kadar ulaşmış. Eee, kolay mı namus meselesi sonuçta. Bir müddet sonra “zengin ahlaksız” ile “fakir köylü” yolda karşılaşmışlar ve aralarında tekme tokat bir kavga başlamış. Halk da kavga edenlerin etrafına toplanmış. Etraftaki dükkân sahiplerinden biri kavga edenleri ayırtmak için çıraklarını gönderirken arkalarından da bağırmış:
–Ulan seyre bakmayın, vurun, ayırın!
Genç çıraklardan biri ustasına seslenmiş:
–Usta hangisine vuralım?
Dükkân sahibi bir an korkmuş ve başını belaya sokmamak için, çıraklarına:
– Ulan bu da sorulur mu, abalıya vurun, abalıya vurun, demiş.
Zavallı köylü neye uğradığını bilememiş. Namusuna sürülen lekeye mi yansın, uğradığı haksızlığa mı yansın, yediği dayağa mı yansın bilememiş.
Malumunuz, meramımızı anlatırken temsil getirmeyi, atasözlerini ve deyimleri kullanmayı hatta kıssa anlatmayı pek severiz. Yüce kitabımız Kuran’ı Kerimde de geçmiş kavimlere ait kıssalara yer verilir. Biz de konumuzla ilişkilendireceğimiz bir hikâye ile başlamayı seçtik. “Vur abalıya” sözü; bütün gayretin, çalışmanın, özverinin yumuşak huylu halim-selim kişilere yüklenmesi, sessiz, güçsüz kişinin hırpalanması, hakkının çiğnenmesi durumlarında söylenen bir sözdür. Bu açıklamalardan sonra gelelim bu deyimin eğitim yöneticileriyle ilgisine.
Eğitim ve kültür alanında beklenen-istenen başarıyı ülke olarak gösteremediğimiz şeklinde kahir ekseriyetin bir görüşü var. Bu algının müsebbipleri kim ya da kimlerdir sorusunun cevabına ilişkin farklı kesimlerce farklı değerlendirmeler yapılmakta. Bu değerlendirmeler içesinde, objektif araştırmalara, veriye dayanarak konuşanlar neredeyse yok denecek kadar az. Sendikaların yaptırdıklarını iddia ettikleri araştırmalar var ve ulaşılabilir durumda. Fakat ne hikmetse her sendikanın aynı konularda yaptığı araştırmaların sonuçları, sağlıklı bir değerlendirme yapmaya imkân vermeyecek kadar bir birine zıt sonuçlar içeriyor. Lafı uzatmayayım, “dervişin fikri ne ise, zikri de o” yani. Çoğu araştırmalar, kendi görüşlerini doğrulatmak hatta topluma dayatmak için yaptırılıyor ve bu minvaldeki sonuçlar paylaşılıyor. Son günlerde de maariften mütevellit sorunların mecrasında okul müdürleri olduğuna dair söylemler haddi aşmaya başladı. Biz de bu konuya dair bir yazı hazırlamayı planlıyorken, Sendikacı-Yazar Erol Ermiş konuyu gündemine ve eğitimcilerin gündemine taşıdı. Erol Ermiş makalesinde özetle şöyle diyor:
Her dönemin bir günah keçisi vardır. Konjonktür değiştikçe günah keçisi de değişir. Ne kadar sıkıntı, olumsuzluk, başarısızlık varsa günah keçisine yüklenir, böylece bütün sorunlar çözülecek, her şey düze çıkacakmış gibi bir hava estirilir. Ak Parti öncesinin günah keçisi dindarlıktı, dini bütün insanlardı; bütün geri kalmışlığın faturası dindar insanlara çıkarılır, mürteci olarak yaftalanırlardı. Bu yüzden yönetici azgın azınlık dine, geleneğe saldırır, mütedeyyin insanlar her vesileyle aşağılanırlardı…
Yeni dönemin modası, belli kesimleri hedef almak, belli kesimleri günah keçisi ilan etmek şeklinde kendini gösteriyor. İktidarı bütünüyle karşılarına almaktan vazgeçip iktidarla yakınlığı olduğunu düşündükleri bazı oluşumların, bazı sembol kişilerin üstüne gitmeye, oradan iktidarı yıpratmaya başladılar… Son dönemde eğitim, eğitimciler, bazı okul türleri ve eğitim örgütleri hedef alınır oldu. Bütün güçleriyle saldırıyorlar. Eğitim alanında yaşanan bütün olumsuzluklar belli bir kesime mal edilmeye çalışılıyor. Her olumsuzluk izah edilirken imam hatipler, okul yöneticileri, eğitim bürokratları mutlaka araya sıkıştırılıyor. Hızlarını alamıyorlar sendika ile birlikte camianın eğitimle ilgilenen tüm STK'larını işin içine katıyorlar. Eğitim düzelecekse bütün mevcut yönetici ve yapılar tasfiye edilmelidir diye sık sık tekrar ediyorlar, diyor.
Mevcut okul yöneticilerinin ne’liğine ilişkin bir veri ortaya koymadan, geçmiş dönem okul yöneticileriyle toplam kalite ve sınav ölçütlerine dayanan karşılaştırmalar yapılmadan, fiziki mekân ve eğitim ortamları iyileştirilmeleri karşılaştırılmadan, memnuniyet anketleri düzenlenmeden, müdürlerin eğitim düzeyleri ve geçmiş yöneticilere göre oranları(yüksek lisans, doktora, başarı belgesi v.s) bilinmeden, kaçının sınavlardan kaç puan aldığı söylenmeden kurusıkı atarak sırf kendi müntesiplerine yer açmak için, bir kaşık suda fırtınalar koparılmasındaki maksadı elbette anlıyoruz. Eğer; bakanlığımız bu kuru gürültüye pabuç bırakacaksa kendileri bilir. Olan maarif camiamıza olur. Bu hata geçmişte yapılmış ve okul müdürleri görevden alınmıştır. Bu yöneticilerimizin davaları halen devam etmektedir ve davaları kazanarak görevlerine dönenler olmuştur. Mevcut müdürlerden de her geçen gün istifa edenler olmaktadır. (Çünkü bugünkü anlamıyla okul müdürlerinden, yetkisiz etkililik istenmekte, kuşlar yüzmeye, balıklar uçmaya zorlanmaktadır. Her gelen bürokrat onlarca proje ile gelir, işe eğitimden başlar ve topu müdürlerin kucağına atar. Okul müdürü, özel arabasıyla okulun her işine koşar, yakıt parasını da cebinden verir. Mecburdur, çünkü hesap kendisinden sorulur.)
O eskiden olan yönetici algısı yıkılalı çok olmuştur. Saat üçte öğretmen evlerindeki okey masalarının etrafına doluşanların idarecilikleri biteli on yıllar oldu. Kişi, herkesi kendi gibi bilirmiş. Herhalde bu yüzden böyle taleplerle gündem oluşturmaya çalışıyorlar. Elbette okul yöneticileri bir okulun eğitim kalitesinden ve daha yüzlerce iş ve işlemden mesuldür. Fakat topun ağzına konulacak kadar ne yanlışları olmuştur. Devlet bir yıl önce yaptırdığı, daha kesin kabulü yapılmamış binasındaki kusuru görmez ama vatandaşın gazını almak için müdürü görevden alır ve suçluyu hemencecik bulmuş olur. Ferdî birkaç hadisenin genele teşmili ne kadar doğrudur. Liyakatsiz oldukları sonucuna nasıl ulaşılmıştır… Torpille iş yaptırmak isteyenlerin bu isteklerini gerçekleştiremeyince “liyakatten” bahsetmeleri, “bizim it size balta getirdi mi” durumudur.
İdareci seçiminde halen cari olan sınav süreci devam ettirilse tartışmalar azalacaktır. Fakat Müdür yardımcılığı sınavına girmek için mutlaka on yıl öğretmenlik yapmış olmak şartı olmalıdır. Böylece daha öğretmenliği yeterince öğrenememiş dünkü mezunların idareci olma istekleri ertelenmiş olacaktır. En az iki yıl müdür yardımcısı olarak görev yapıldıktan sonra müdürlük için sınava girme ve değerlendirmeye alınma süreci işletilmelidir. Tek başına sınav da yetersizdir. Tek başına sınav ile üniversiteden yeni mezun olmuş, tecrübesiz, devlet terbiyesi almamış fakat zihinleri taze olanlar daha başarılı olur ki istenen bu olmasa gerek.
Hülasa, müdürler abalı değildir. Eğitim sorununun tepesinde müdürler, öğretmenler bulunmamaktadır. Okul müdürleri üzerinden siyaset yapılmamalı ve yöneticiler bu siyasete alet edilmemelidir.
Es-selam…