Başka bir ülke donanmasına TCG Anadolu gibi bir gemi kazandırsa, başka bir ülke Kaan gibi bir uçak uçursa, başka bir ülke 4 firmasını dünyada ilk 100 savunma ihracatçısı şirket arasına soksa, başka bir ülke Kalkınma Yolu Projesini imzalasa, başka bir ülke ihracat rekorları kırsa, başka bir ülke turizmde İtalya’nın önüne geçmiş olsa, başka bir ülke asrın afeti çapındaki bir depremin hasarının tamamını giderebilecek kudret gösterse ekonomide iklim çok değişir.
Bu her bir gelişmenin borsada rekorlara, yatırımlarda artışa, istihdamda zirvelere ülkeyi götürmesi beklenirdi… En azından ülke maliyesinin iflas dedikodularını yayanların bu her bir gelişme karşısında insan içine çıkamaz hale gelmesi gerekirdi.
Ama olmuyor işte. Birileri çıkıp hemen yok ithalatta da rekor falan diyor…
Onu demeyin, bir durun. Böyle cevap üretmeye çalışmayın… Diyecekseniz de samimiyetinizden deyin…
Onlarca kişi Beşiktaş’taki bir işyerinin tadilatında yandı ses yok, parkta belediyenin açtığı çukurda küçücük bir yavru boğuldu ses yok…
Dikkatinizi çekerim bunlardan daha kötü ölüm biçimi yok…
Teleferikte canlar gitti ses yok… Orada bayram günü bir parça ailesiyle eğlenmek isteyen insanlar arasında ölen oldu.
Tabii gene aynı birileri çıkıp hemen İliç’te de işçiler toprak altında kaldı diyecek. Ya da tam tersi…
Lütfen durun, böyle cevap üretmeye çalışmayın… Bari canlar konusunda samimiyetler sınava çekilmesin.
Tüm değerlerin de tüm acıların da hepimizin olduğunu bir an önce fark etmemiz gerek.
Bir sorunumuz var. Hem de büyük bir sorun... Toplum olmayı, toplam menfaatlere odaklanmayı bıraktık. Seçmen olduğumuz halde bize faydası olmayan siyasi ihtiraslarımız uğruna kendimize zarar veriyoruz. Hatta bazılarımız Türkiye’nin insanı olmak durumuyla barışmamakta ısrar ediyor.
Herkes liboş olsun falan da demiyorum.
İdeolojiler etrafında toplanılabilir. Fakat siyasetin yerli ve milli damardan uzaklaşmaması, milletin toplam faydasına odaklanması için bir çerçeve çizmeli ve o çerçeveden makul sapmalar kadar farklılaşılmasına izin verilmeli. Yani seçmen kendine hudutlar çizmeli ve siyaseti bu hudutlar içinde kalmaya zorlamalı.
Bugünkü gibi büyük dönüşümler zamanında bu söylediğim kısıtlayıcı görülebilir. Ama söylediğim siyasi ikballerin değil, milli menfaatlerin önde tutulmasından ibaret. Zaten sıkıntı da bu büyük dönüşümler çağında milli menfaatler konusunda uzlaşamamak.
Başka zaman uzlaşılmasa da oluyor zaten, sistem işliyor yani… Ama bu zaman öyle bir zaman değil.
Milli meselelerde, milli yaslarda dahi ayrışabilmek en çok Türk milletine yakışmıyor diye düşünürüm hep. Başka millete başka devlete de yakışmaz da… Türk milletine hiç yakışmıyor, o kesin.
Birleşmek lazım. Çünkü yalnız kalanın zorlanacağı bir süreç başlıyor. Birleştirmek de lazım da o kısım sadece süslü bir söylem… Seçmen ideolojik olarak ayrılsa da ortak bir paydada birleşiyorsa eğer, siyaset zaten birleştirmek zorunda olacaktır.
Hem siyaset hem toplum birbirini yukarı çekmek zorundayken, yani hem biri hem diğeri bazen etken bazen edilgen olmak durumundayken, bugün bunu başarmak mümkün olmuyor.
Türkiye’yi diğer demokrasilerden ayıran bu…
Acılarda da sevinçlerde de birleşememek bundan…
Dönüştürücü liderlik siyasetteki en değerli şeyken, üstelik siyaset etken olmasın demek oyalayıcı ve atalet içeren bir durumken seçmenin bu kadar edilgen duruma düşürülmesi karşısında ben bu yazıda tek başına doğru olmayan bir fikri savunabilir hale gelebiliyorum. Sorun bu…
Ekonomik sorunlarımızda da bunun yansıması var.
Bütün pozitiflikler altın külçesi güzel ve değerliyken bir kazanda eritilip adi alaşımlarla bu yüzden karıştırılabiliyor. Değerleri düşürülüyor. Negatiflikleri gidermek için samimi çaba göstermek, söylem kurmak, amenna, ama negatiflikleri kazanın odunu yapmak ortadaki fotoğrafın asıl gösterdiği şey. Kimse kimseyi kandırmasın.
Bunun bir örneği de daha yeni yaşandı. Dünya Bankası kredisi olayında... Daha önce Trump’ın, “Türkiye’ye kredi vermeyeceksiniz,” diye talimat verdiği Dünya Bankası’ndan kredi temininde Türkiye ilk 5 ülke arasına girecek kadar yukarı çıkmışken IMF ile tokalaşmayı ele geçiren külhanlar pozitif gündemi kazanda eritti.
Yazık oluyor.
Borsada neden al-satçı oldum?
Dönüştürücü liderliği savunurken seçmenin etken olmasını savunmak durumunda olmak daha doğrusu bu anlamda bir denge açığı olduğunu tartışmak belki sadece beni ilgilendiren bir problemdir, bilmiyorum. Eğer öyleyse benim başka bir sorunum daha var. Bunun tek başına benim sorunum olduğunu ise düşünmüyorum.
Finansal okuryazarlığı gelişkin kişilerden biri olduğumu düşündüğüm halde; en azından lisanslarımla, deneyimimle vesaire bunu ispatlayabildiğim halde; uzun vadeli yatırım, değer yatırımı, temettü yatırımı gibi konulara sempati duyduğum halde; pay piyasasında en sonunda al-satçı oldum.
Ne varsa kısa vadede var, dedim.
Beni al-satçı yapabilen bir ortam başkasına neler yapar diye de düşünmeden edemedim.
Tahtacılar, robotlar, patronlar, lüzumsuz şirketlerin halka arzları, BOFAlar, mofalar
Eminim ki benimle hemfikir olan birçok profesyonel yatırımcı da vardır.
Aracı kurumların artık günlük model portföy raporladıklarını da mı görmüyorsunuz?