Gazze’de altı aydır devam eden “Filistinlilerin yerlerinden edilmesi, mülklerinin ellerinden alınması, ulusal kimliklerinin yok sayılması, zorunlu göç, ayrımcılık ve açlık” tahmin edilemeyen sonuçlarıyla dünyanın geleceğini belirleyecektir. En belirgin amaçları Filistinlilerin boyun eğmesi ve yurtlarını terk etmesiydi. Filistinliler yerlerinden sürüldükten sonra topraklarını sattılar denilmesi de aynı sistemin bir parçasıydı. Bununla “orada yaşamak onlar için önemli değil, başka yerde de yaşayabilirler çünkü onlar millî kimliğe sahip değiller, toprakla kimlik ilişkisi kurmamışlar” denilecekti. Tırnak içinde gösterilen ifadeler Filistinlilere özel bir durumu göstermez, bunlar İngiltere’nin kolonyal yayılmacılık tarihinin ana çizgileridir. İsrail, İngilizlerin yayılmacılık tarihinin hazır kalıplarını kullanmaktadır. Ne yazık ki İngiltere ve Avrupa tarihi hakkında bildiklerimiz “din bilim çatışması, aklın zaferi, karanlıktan aydınlığa geçiş ve Sanayi Devrimi”nden öteye geçemediği için yayılmacılık tarihinin ana çizgilerinin ne anlama geldiğini anlamak kolay olmuyor.
Filistinlilerin bu sefer de direnemeyeceğini düşündüler. Filistinliler muazzam bir direnç gösterdi ve ilk defa İngiltere-ABD’nin müstemleke siyaseti dünya çapında gündeme oturdu. Buradan Batı’nın yeni müstemleke politikasının çöktüğü sonucu çıkarmak elbette doğru değil fakat Filistinlilerin İsrail üzerindeki dokunulmazlık zırhını deldiği de çok açık. “İsrail’e dokunan yanar” dönemi geride kaldı. Gazzeliler dokundu, İsrailliler soluğu İngiltere ve ABD’de aldı. Almanya ve Fransa devlet başkanları birçok defa İsrail’e geldi. Bilindiği gibi Gazze yaklaşık yirmi yıldır abluka altındaydı. Direniş için ellerindeki imkânlar son derece kısıtlıydı. Buna rağmen İsrail elindeki silah gücüyle taş üstünde taş bırakmadı ama Gazzelilere boyun eğdiremedi. İsrail askerlerinin savaşmayı dahi bilmedikleri ortaya çıktı. Fakat Gazze’de asıl kaybeden İngiltere ve ABD’dir. Elbette Almanya ve Fransa da Gazze’de kaybedenler arasındadır. Fakat İngiltere ve ABD’nin yeni müstemleke politikasının tatbik sahası Filistin’di. Dolayısıyla İsrail’in başarısızlığı onların kaybı anlamına geldi.
Uzun vadeli bir tahminde bulunmak kolay değil fakat ABD ve İngiltere’nin kullandığı bir araç olmaktan öteye geçemeyen İsrail’in, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra olduğu gibi kendine yeni bir hikâye oluşturmak zorunda kalacağını söyleyebilirim. Hitler'in yerine başka birini koymak zorunda kalacaklar. Onları buraya sürükleyen İngiltere ve ABD’ydi. Almanya ve Fransa da destek vermişti. O zaman Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da ayaktaydı. Osmanlı coğrafyasında yeni bir koloni devlet kurmak istediler. Bu İngiltere ve ABD’nin işiydi. Daha Hitler sahneye çıkmadan çok önce İngiltere manda yönetimi altındaki Filistin’de İsrail’i kurmaya başladılar. Hitler, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu hikâyeye eklemlendi.
İngiltere ve ABD’nin beklentilerinin aksine Filistinliler, topraklarına sahip çıkmak için canlarını feda etmekten kaçınmadı. Mevcut direncin kırılmaması açısından Hamas’ın mücadelesi her türlü takdirin ötesindedir. Elbette bu direnç Hamas ile birlikte ortaya çıkmadı. İzzettin el Kassam ve Emin el-Hüseynî gibi büyük mücahitlerin Filistin davasının ortaya çıkışındaki emeğini anmamız gerekir. Sonraki kuşaklar da mücadeleyi bırakmadı. Sadece Mahmut Derviş’in şiirleri toprak ve kimlik arasındaki ilişkinin derinliğini göstermeye yeter. Hamas yüz yılda büyüyen bir fikrin temsilcisidir. Bugün, İsrail işgalini ortadan kaldırmak için verilen mücadele ile Gazze’de yaşananları bütün dünya gördü. Böylelikle olayın gerçek failleri ilk defa bu kadar açığa çıktı. Filistin davasının daha da derinleşeceğini düşünebiliriz.
İngiltere ve ABD’nin bütün dünyayı karşılarına almak gibi bir cesarete sahip olduklarını zannetmiyorum. Fakat bundan daha mühimi ise insanlık karşısında işlenen suçların günahını üzerlerinden atamayacaklar.