Macron gemi azıya almış durumda.İrili ufaklı diğer devletçikleri de içine almak sûretiyle, Fransa, Almanya, İsveç, Finlandiya ve Polonya hattı, Rusya ille kesin hesaplaşmayı 2025 senesinde hedeflediklerini alenen ilân ediyorlar. Verilen beyânatlar, bu hedefin, ABD, Birleşik Krallık ve NATO dâhil olsun veyâ olmasın hayâta geçirilecek kesinlemesinde bulunuyor. Aradaki zamânı ise hazırlıklara hasredilecekmiş.
Aslında gâliba bir işbölümü yaşanıyor. Avrupa ve Ortadoğu uzmanı Victoria Nuland’ın istifâsı ve yerine Pasifik uzmanı John Bass’ın gelmesi, ABD ve Birleşik Krallık kuvvetlerinin siyâseten ve askerî olarak Pasifik’e, Kıt’a Avrupası kuvvetlerinin ise Rusya’ya ve daha ihâtalı olarak Avrasya’ya yükleneceğini gösteriyor. ABD’deki bahsi edilen nöbet değişiminin ardından Tayvan’a süresiz olarak çok ciddî bir askerî sevkiyat ve yerleşiminin haberinin gelmesi, Filipin ve Çin donanmalarının restleşmesi, bu iddianın delilleri olarak değerlendirilebilir.
Pek çok çevre, Trump’ın Kasım ayında kazanması durumunda, vasatın yatışabileceğini tahmin ettiğini biliyoruz. Bu tahmin iki açıdan sıkıntılı görünüyor. İlk olarak insanlığın veyâ dünyâ kamuoylarının içine düştüğü perişân hâli gösteriyor. Bu tahminde, kariyerinde çılgınlıklarla anılan bir insandan barışı beklemek gibi bir garâbet yatıyor. Şimdi soralım; Trump’ın serâpa ekonomik temelli insafsız bakışından bir barış çıkar mı? Meksikalıları böcek gibi gören Trump’ın savaşın doğuracağı korkunç bir yıkımdan ahlâken rahatsız olup bunu durdurmak yolunda bir inisiyatif alabileceğini kim iddia edebilir?
Trump’ın Avrupa kızgınlığının yegâne sebebi, NATO mensuplarının ekonomik katkılarını ihmâl etmesiydi. Değilse Trump, ilkesel seviyede NATO’ya karşı çıkan tek bir beyanat vermedi. Şikâyet ettiği tek husus, NATO’nun ABD ekonomisi üzerinde yük olmasından başka bir şey değildi. Eğer Trump iktidâra gelir ve bu arada 2025 olarak tarihlenen Rusya-Avrupa savaşı patlarsa, yapacağı ilk iş NATO katkı paylarına bakmak olacaktır. Eğer savaş ekonomilerine geçmiş Avrupa devletleri katılım paylarını edâ etmiş ise bu savaşı umûruna koyacağını hiç zannetmiyorum. Muhtemelen, son âna kadar 5. Maddeyi bile mesele etmeyecek, sâdece bedeli mukâbilinde silâh desteği vermekle yetinecektir. Bunu da “Çin ile uğraşıyorum. Meşgûlüm ve elimden gelen budur” kabilinden bir özür ile geçiştirecektir. Putin’in Trump’ın gelişini istemesinin arkasında yatan da sâdece bu kadarı; yâni Avrupa ile yapacağı savaşta ABD’yi doğrudan karşısında bulmak istememesi olsa gerekir. Değilse Putin, bilhassa yaptığı son tesirli ve bence târihî konuşmasında ortaya koymuş olduğu üzere, Trump’tan bir barış beklemediğini göstermiş durumda.
Putin’in ikinci hesâbı ise ABD-Çin geriliminin tırmanmasının, yeni bir cephe meydana getirmesinin kendisine sağlayacağı imkânlardır.. Bu tırmanma Pasifik’de elini rahatlatacak, burada kendisine ,meselâ Japonya’dan bir tehdit gelecek olursa Çin ile başından beri çok arzuladığı stratejik ittifâkı kaçınılmaz hâle getirecektir. Rusya-Ukrayna veyâ Rusya-Avrupa savaşında çekimser kalan Çin’in artık bu lüksü kalmayacaktır. Kaldı ki, Pasifik’de Rusya-Çin askerî tatbikatlarının yoğunlaşması ve nihâyet Hint Denizi’nde yapılan; Rusya-Çin ve İran donanmalarının katıldığı tatbikat bunun operasyonel öncülleri olarak değerlendirilebilir.
Trump’ın muhtemel iktidârından bir barış çıkmayacağına işâret eden diğer ve bence daha kuvvetli bir husus ise ABD ekonomisinin içine düşmüş olduğu sarmaldır. Ekonominin toparlanmasında savaş sanâyiinin başat rolünü Trump’dan daha iyi kim görebilir ki? Eğer Trump bildiğimiz ticârî kafalı Trump ise, kendisinden barış bekleyen saf çevrelerin tahminlerinin hilâfına, işlerin kızışmasından rahatsız olmak bir tarafa, iştahla bu gelişmelerin ekonomik değerini hesaplamakla iştigâl edecektir. Kaldı ki, Biden devrinde iyice azan ve fevkalade kârlar elde eden silâh sanâyiini karşısına alıp seçim kazanması imkânsızdır.
Anlaşılıyor ki Biden-Trump farkı, kaçınılmaz olan küresel savaşta stratejik değil, tamâmen taktik bir farktır. İlki Avrupa-Avrasya önceliği ile hareket etti. Çin ile hesaplaşmayı erteledi. Trump ise Avrupa-Avrasya hesaplaşmasından elini eteğini çekerek önceliği Pasifik hesaplaşmasına verecek. Nihâi tahlilde bu, savaşın küreselleşmesinin de işlemesi mânâsına geliyor. Makro ölçekte, yâni derinlikli ABD hesapları açısından bakacak olursak, Biden-Trump ikilisi arasındaki iktidar geçişlerini aynı kitâbın birbiri ile bağlantılı iki bölüm başlığı olarak da değerlendirmek mümkündür. Muhtemelen, eğer insanlık kalırsa ve târih yazımı varlığını devâm ettirirse, yarım asır sonra bunun böyle yazılacağını tahmin ediyorum. ABD’nin- buna Anglosakson ittifak da diyebiliriz- derinlikli stratejisi evvelâ Biden üzerinden Avrupa-Avrasya savaşını başlatıp bu iki kıt’ayı birbirine düşürdü. Çin’i dışarıda bıraktı. Şimdi Trump faslı üzerinden Çin’i hedefe koyuyor. Nuland’ın istifâsının Biden’da herhangi bir üzüntü emâresi doğurmadan, vakay-ı âdiye gibi yaşanması, tereyağından kıl çeker gibi gerçekleşmesi tam da bunu gösteriyor. ABD’de işler güncel olarak çok sayıda savrulma gösterse de, gâliba derinlikli stratejiler açısından tıkırında işliyor…