Cumhurbaşkanı Erdoğan, gençlerle yaptığı bir toplantıda “Benim için bu bir final, yasanın verdiği yetkiyle bu benim son seçimim” ifadelerini kullandı.
Erdoğan’ın “son seçimim” ifadeleri, onu sandıkta yenemeyeceklerini artık kabullenmiş kesimlerde tereddütlü de olsa bir “ümit ışığı” doğurdu. Tereddütlü, zira bunun seçim öncesi bir motivasyon açıklaması olabileceğini de düşündüler.
“Son seçimim” açıklaması, AK Parti tabanında ve teşkilatlarında ise yaklaşmakta olan bir vedanın ilk sinyali gibi algılandı ve bariz şekilde hüzne neden oldu.
Recep Tayyip Erdoğan, 1976 yılında, daha 21 yaşında iken Milli Selamet Partisi Beyoğlu Gençlik Kolları Başkanı olarak aktif siyasete girdi. İstanbul İl Gençlik Kolları Başkanlığı, Beyoğlu İlçe Başkanlığı, İstanbul İl Başkanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, AK Parti Kurucu Genel Başkanlığı, Başbakanlık görevlerinde bulundu ve nihayet Cumhurbaşkanı seçildi. 49 yıllık bu büyük hikâyenin hiçbir aşamasında “hırs” göremezsiniz. Her başarının, elde edilen her makamın arkasında atılganlık, cesaret, dirayet, sabır ve en çok da mücadele oldu. Hemen hiçbir makam Erdoğan’a “verilmedi”, altın tepside sunulmadı; her birini çalışarak, ter dökerek, çetin mücadeleler vererek elde etti.
Erdoğan, siyasetini iki temel düstur üzerinde yükseltti: Birincisi, daha ilk siyasi adımından itibaren, “Biz bu yola kefenimizi giyerek çıktık” düsturuydu. Ölümün gerçek olduğunu, ne kadar yaşayacağının ve ne zaman hayata veda edeceğinin tamamen Allah’ın takdirinde olduğunu her an hatırladı ve hatırlattı. Bu düstur ona mesuliyet bilinci ile birlikte mücadele cesareti de verdi.
“Zamanı gelince bırakmak” ise Erdoğan siyasetinin ikinci düsturu oldu. Şahit olduğu kötü örneklerden yola çıkarak, Erdoğan, bir noktadan sonra emanetin gençlere devredilmesi gerektiğini sıklıkla vurguladı. Bu, aynı zamanda bir makama yapışıp kalma, şahsi ikbali uğruna en değerli makamların içini boşaltma hastalığına karşı bir uyarıydı. “3 dönem kuralını” kendisi koydu; Cumhurbaşkanı seçilmede 2 dönem kuralını kendisi getirdi.
Erdoğan, Allah’ın takdirine ve milletin iradesine teslim olmuş; verdiği uzun ve çetin mücadele neticesinde elde ettiği en yüksek makamda muhteris olmayan bir lider.
Erdoğan bugün aramızda ve sağlığı da gayet yerinde. Allah’ın izniyle 2028 yılı Haziran ayına kadar da ülkenin Cumhurbaşkanı olarak görevine devam edecek.
Ya sonrası?
Erdoğan, “Bu benim son seçimim” derken, muhtemeldir ki, mevcut Anayasa’nın getirdiği sınırlamaya atıfta bulunuyor. TBMM’nin bir erken seçim kararı almaması, ya da mevcut Anayasa’nın değişmemesi ihtimalleri üzerinden yorum yapıyor.
Erdoğan benzeri, cesur, atılgan, güçlü, iradeli liderler tarihte karşımıza çok sık çıkmıyor. Böyle bir lider tarih sahnesine çıkınca, açıkçası, kendisiyle ilgili kararlar da kendi iradesinde olmuyor.
Türkiye’nin son çeyrek asrına olumlu yönde mühür vurmuş bir liderin, sağlığı da yerindeyken, kendi iradesiyle kenara çekilmesi, “emekliye ayrılması” artık kendi iradesini aşan bir durumdur.
Tarihe ve kamuya mal olmuş bir büyük lideri Allah bize bağışladığı müddetçe, görevden alabilecek yegâne dünyevi merci millettir.
Dünyanın epeyce ısındığı, 3’üncü dünya savaşı senaryolarının yazıldığı bir ortamda, sadece sevenlerinin değil, muhaliflerin dahi Erdoğan’ın Türkiye’nin başında olmasını isteyeceği açıktır. Covid salgını günlerinde yapılan kamuoyu araştırmalarında, Erdoğan’a güvenin yüzde 70’lere çıkmış olması gibi, kriz döneminde ülke, işini bilen, güçlü bir lideri iş başında görmek isteyecektir.
Öyleyse mesele millete bırakılmalı, millete sorulmalıdır.
Yerel seçim sonrası, bir Anayasa değişikliği halkoylaması tüm tartışmalara son noktayı koyacaktır.
Kimse Erdoğan bırakacak diye ümitlenmesin, kimse de hüzünlenmesin; söz de, karar da milletindir. 1976’dan beri bu ilkeyle yürüyen Recep Tayyip Erdoğan’ın geleceğini, kuşkusuz, yine milletin iradesi belirleyecektir.