HP'nin Afyonkarahisar Belediye Başkan adayı Burcu Köksal'ın "Herkese kapımız açık, DEM'liler hariç" sözleri seçime 20 gün kala ana muhalefet partisi içinde kaynayan kazanları gözler önüne serdi.
28 Mayıs'ta tasfiye edilen Kemal Kılıçdaroğlu bile isyanda. Dün Köksal'a kendisinin talimat verdiğini söyleyen TV programcısı Fatih Portakal'a çok ağır sözlerle yükleniyordu:
"'İspatlayamam ama' diyerek ağız dolusu iftira atmak bırak gazeteciliği, insanlık değildir. Kepazeliktir! Çukurluktur!"
Evet, Kemal Bey açıklamasının sonunda Portakal'ın ismini veriyor ama sözlerinin muhatabının başkaları olduğunu da girişte açıkça işaret ediyor:
"Aziz Milletime; Toplumsal muhalefeti, herkese ve her şeye rağmen örgütlemiş, bu uğurda suikastlere, saldırılara, linç girişimlerine ve iftiralara göğüs germiş, toprağa dikilen bir fidanı büyütür gibi Millet İttifakını büyütmüş, serpilmesini gururla izlemiş Kemal Kılıçdaroğlu hiç diktiği fidana kıyar mı? Koca bir çınar gibi gölgesinde serinlediği partisinin hiç kötülüğünü ister mi? Evine ateş atar mı? Sizlerin vicdanına bırakıyorum çünkü gidecek başka yerim yok..."
Kemal Bey'in sert çıkışı hâliyle aklımıza kısa bir süre önce "Nereden maaş aldıklarını biliyorum" dediği İmamoğlu yandaşı gazetecileri getiriyor.
Portakal'ın da o gazetecilerden olduğunu mu düşünüyor?
Peki neden çıkıp medyayı yozlaştıran isimleri ifşa etmiyor?
Bu şahsi bir mesele mi Kemal Bey?*
8 MART'I BİR DE GAZZELİ KADINLARA SORUN
Dün dünyaca 8 Mart'ı idrak ettik.
Yine eşitlik deyip cinsiyetçiliğin dibine vurduk, erkek taşladık.
"Kadının beyanı esastır" gibi, hukukun temeli olan eşitlik ilkesini ayaklar altına alan söylemleri normalmiş gibi tekrar ettik.
Samimiyetsiz klişeleri sıralayıp faturayı feodalizme keserek, "erkek işi de yapabilen kadın" haberleriyle tatmin olduk.
Elbette bu sahtelikte başı 8 Mart sabahında da Filistinli kadınları öldürmeye devam eden İsrail'in sadık destekçisi modern Batı çekti.
Evet, artık milattan öncemilattan sonra yok. Gazze'den önce-Gazze'den sonra var.
İnsanlık ideallerini deforme ederek yazdığınız ne kadar küresel masalınız varsa Gazze'de şahit olduğumuz gerçeğin eleğinden geçmek zorunda.
EYLEM TOK'UN DİZİSİ VAR ZATEN
Ölümlü trafik kazasına karışan 17 yaşındaki oğlunu yurtdışına kaçıran Eylem Tok isimli kadına herkes çok kızgın.
Dün de pek çok kişi, "Anayım ben, kadınım ben" diyerek eylemini savunan Tok'un empati talebini tartışıyordu. "Yakında dizisi de çekilir" diye sitem edenler çoğunluktaydı.
Beklemelerine gerek yok; çünkü çekilmişi var. İsmi de "Your Honor."
Dört dörtlük bir eser.
Dizinin kahramanı, medyamızın "ünlü yazar" diye takdim ettiği Eylem Tok gibi anne değil, hâkim bir baba. "Breaking Bad" dizisinin efsane başrol oyuncusu Bryan Lee Cranston.
Konuyu önemseyenlere, empati-sempati ayrımını görmek isteyenlere tavsiye ederim.
10 BİN ADIM GEYİĞİ
Sağlıklı bir yaşam için günde kaç adım atmalı sorunsalı tartışılmaya devam ediyor. Bildiğiniz üzere genel kabul 10 bin adımdı. Sonra "6 bin de yeter" dendi. Bir ara 5 bine kadar indi.
Dün gazetelerde haberdi, bilim adamlarının son kararı 10 bin adımmış
Hadi 10 bin adım geyiğini, sayaçlı saatlerini pazarlamak için geliştiren Japon firmasını anlıyorum da bilim adamları, hekimler ne yapıyor?
Farklı bünyeler için ortak bir limit belirlemek mümkün mü?
Danıştığım ciddi hekimler bunun saçmalık olduğunu, bünyenize uygun olmayan eşikleri yakalamanın sağlığınıza zarar verebileceğini söylüyorlar. Hâlihazırda aşırı yüklenme, yanlış zeminde yürüme gibi hatalar diz rahatsızlıklarını patlamış durumda.
Kaldı ki yürümek bir spor değil. Benim için en iyi dinlenme yöntemi mesela. Kafam şişmişse, vücudum yorgunsa, boğazım gıcıklanıyorsa, takıyorum kulaklığımı, açıyorum müziğimi ve canım ne kadar isterse yürüyorum. Şayet dağdaysam en güzel müzik de doğanın sessizliği oluyor.
Yürümek kendimizle baş başa kalmanın en güzel yolu. Adımınızı sayarak, limiti doldurmaya çalışarak tadını kaçırmanın, angaryaya çevirmenin ne anlamı var?
Hatırlatmaktan sıkılmayacağım; ölçmeyin bozarsınız.