Fetullahçı Terör Örgütü, Türkiye’nin sorunları arasında ilk sıradaki yerini daima korumalı. Biz FETÖ’yü unutmamalıyız ki, FETÖ kendini hatırlatmasın. Böyle bir örgüt, bir ülkenin başına gelebilecek en büyük beladır. FETÖ’nün varlığı, bir devletin açıkça savaş ilan etmesinden daha tehlikelidir.
14 ve 28 Mayıs seçimleri sürecinin en kritik konularından biri Fetullahçı Terör Örgütü’ydü. En büyük endişe, seçim nedeniyle FETÖ’ye fazla yüz veren muhalefetin kazanma ihtimaliydi. Seçmende bu duyarlılık oldukça yüksekti. Seçime katılma oranının yüksek olmasında da aynı etki vardı.
Fetullahçılar, muhalefetin kazanacağına o kadar inanmışlardı ki, her platformda pervasızlıklarını sergilemekten çekinmiyordu. Bu pervasızlık kriptoların bile kendilerini açığa vurmasına yol açmıştı. Kamuda, bürokraside yıllarca gizlenen bazı FETÖ’cüler, gizlenmekten vazgeçmişti.
15 Temmuz’dan sonra oluşan hassasiyet giderek azalmıştı. Ancak, 14 Mayıs öncesi Fetullahçıların söz konusu pervasızlığı yeniden hassasiyetin oluşmasına yol açtı. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girerken, herkesin beklentisi FETÖ’süz bir Türkiye’dir.
FETÖ son 50 yılda emperyalist güçler adına Türkiye’ye zararlar verdi. Üstelik bu zararları, devşirdiği veya kandırdığı bu milletin çocukları eliyle verdi. Hem çocuklarımızı bizden çaldı hem de bu ülkenin geleceğine büyük zararlar verdi.
Son günlerde FETÖ, bütün çirkefliğiyle yeniden gündemde. Daha önce alışkın olduğumuz haberlerin aksine, her gün göreve iade edilen FETÖ’cü haberleri alıyoruz. Önce İçişleri’ne iade edilenlerin haberleri geldi. Son olarak Danıştay’ın 450 hâkim savcıyı iade etme kararı olduğu bilgisi bardağı taşıran damla oldu.
Oysa her gün 3-5 kişi çeşitli kurumlara iade ediliyor. Sayı yüksek olmadığı için farkında değiliz. Haksızlığa uğramış, gerçekten FETÖ ile ilgisi olmayanların iadesine kimsenin itirazı olmaz. Ancak iade edilenlerin büyük bölümü ne yazık ki FETÖ’cü. Sadece delillendirmede sorun var.
“Delil yoksa niye iade edilmesin” şeklinde düşünülebilir. Ancak yargılayıp hapse atmak başka bir şey, kritik görevlerde çalıştırmak başka bir şey. Rusya Büyükelçisi Karlov’u vuran polis memuru Mevlüt Mert Altıntaş’ı suikasttan önce biri FETÖ’cü diye ihbar etseydi, onun için de delil bulunamazdı.
FETÖ’den ihraç olan Sedat Ocakçı adlı bir üsteğmen, yüksek kâr vaadiyle 5 milyar liralık vurgun yapmış. Paraların nereye gittiği, örgüt adına kullanılıp kullanılmadığını bilmiyoruz. Sedat Ocakçı, Danıştay’a başvursaydı acaba delil yetersizliğinden TSK’ya iade edilir miydi?
TSK, emniyet, yargı, eğitim başta olmak üzere kritik yerlere iade edilen FETÖ’cülerin, önümüzdeki günlerde nasıl bir krize sebep olabileceklerini öngörmemiz mümkün değil. FETÖ’cülerin nasıl saklandığını, yeri ve zamanı gelince nasıl canlı bombaya dönüştüğünü yüzlerce örnekle yaşayarak gördük.
Hâlâ FETÖ’nün yurt dışındaki elemanlarına bilgi, belge sızdıran içeride kriptolar var. Daha yakın zamanda FETÖ’nün etki ajanı Cevheri Güven’e belge sızdırdığı için tutuklanan polis var. 15 Temmuz darbesinin sivil en önemli ikinci isimi Kemal Batmaz, cezaevi koşullarından şikâyet edecek duruma geldi.
İhraç olup, dışarıda gezen binlerce FETÖ’cü var. Ne yapıyorlar, kiminle oturup kalkıyorlar, haberimiz yok. Örgüt üyeliğinden hapis yatıp çıkan binlerce Fetullahçı var. Onların durumundan da haberdar değiliz. Bunlar kritik görevler yapmış. Silah kullanmayı biliyor, devletin reflekslerini biliyor. Kaos uzmanı, psikolojik harp uzmanı...
Üzerinde düşünülmesi gereken bir konu daha var. Bir örnekle asıl tehlikeye dikkati çekeyim. İhraç olup dışarıda olan veya hapis cezasını çekip dışarı çıkan, herhangi bir FETÖ’cü, devlette kritik görevine devam eden eski bir arkadaşına gidip, “Ya istediğimi verirsin ya da senin FETÖ’cü olduğunu söylerim” derse, netice ne olur?.. Şu an bu durumda kaç bürokrat var? FETÖ’nün kumpas materyalleri nerede?
Bu sorular cevabını bulana kadar FETÖ ile mücadele eskisinden çok daha sert sürdürülmeli. Geç kaldıkça mücadele güçleşir.