Kudüs ziyaretlerimden birinde, kafilemizden bir grup arkadaşla, mola esnasında Pamukçular çarşısında çay içerken, çoğu zaman olduğu gibi söz döndü dolaştı yine İspanya’dan kovulunca Portekiz’e sığınan Yahudilerin buradan da kovulmaları üzerine Osmanlı’nın onlara sahip çıkmasına; gemiler göndererek onlardan büyük bir kısmını getirip
Selanik, İstanbul ve İzmir’e yerleştirmesine gelip dayandı.
Bunun devlet politikasıyla ilgili bir durum olduğunu izah edilmeye çalışılırken, bir arkadaşımız, bu politikayı adeta lanetleyerek, onu Osmanlı’nın Siyonist-Hıristiyanların işbirliğiyle yıkılışına bağlayıp, gözlerini Beytülmakdis haremine açılan Pamukçular kapısındaki bir grup ağır teçhizatlı İsrail askerine dikerek “Harem’e girerken tekmil verdiğimiz şu buçuk soysuz işte onların çocukları” serzenişi içinde, Endülüs’ün 1492 yılındaki resmi düşüşünü esas alırsak yaklaşık beş yüz elli yıllık bir tarihi, “görünen köy kılavuz istemez” fehvasınca kimsenin itiraz edemeyeceği o fiili durumla özetleyiverdi.
Bu özetle sabitlenen sonuç diğer arkadaşları bilmem ama beni hiç tatmin etmedi. Aksine zaten tüm Kudüs ziyaretlerimde serseri bir mayın gibi zihnimde dolaşan Sefarad Yahudilerinin Osmanlı mülküne kabul edilme meselesi, ilgili her vesileyle uçlanmaya devam etti.
“Ey Yahudiler! Engizisyonundan sizi biz kurtarmıştık ama bize ilk ihanet eden de siz oldunuz” şeklindeki başa kakma ve kınama alışkanlığımızı aşmaya çalışarak yaptığım araştırmalarda ise ne ilginçtir ki bu iki sonuçtan daha fazlasına ulaşmam mümkün olmadı. Zira konuşan herkes hamilik ile ihanet ve nefretin kıskacından konuşuyordu.
Bu bakımdan asıl gerçeğin kendi tarihimizde değil, uzun vadeli iktidar projesinin bir unsuru olarak Pers tarihinde kökleştiğini öğrenmem uzun zaman aldı.
Yahudilerin, M:Ö. 586’da Kudüs’ü ele geçirerek Süleyman mabedini yıkan Babil Kralı II. Nebukadnezzar tarafından Babil’e sürüldükleri; Babil’e hükmeden Pers Kralı II. Kiros tarafından da tekrar Babil’den Kudüs’e gönderildikleri malumdur. Mahmut Nânâ, bugünkü İran-Yahudi dostluğunda da etkisi halen hissedilen bu hususu uzun vadeli bir Pers politikası bağlamında şöyle açıklamıştır:
“…Filistin Mısır’la hemhuduttu ve Mısır gerek güçlü döneminde ve gerekse zayıf günlerinde Yakın Şark’ın siyaset sahnesinde arz-ı endam eden yeni bir gücün ilgi odağı idi. (…) Mısır’ı istila etmenin her zaman zor bir iş olduğunu düşünen Cyrus, elinden geldiğince iyi hazırlanma-lıydı. Bu yüzden Yahudilerin Filistin’e dönmesine ve orada tapınaklarını yeniden kurmalarına izin verirken, onları Mısır sınırına yakın bir bölgede borçlu bir müttefik olarak düşünüyordu. Yahudilerin ellerinden gelen yardımı yapacağından emindi ve ayrıca Samaria ve Kudüs krallıklarının yıkılmasından sonra Mısır’a giden Yahudilerin bulunduğu meçhulü değildi. Onlar da Mısır’a düzenlenecek saldırı sırasında yollara barikat kurmak, rehberlik ve casusluk yapmak suretiyle önemli bir rol oynayabilirlerdi.” (Yahudi Tarihi, trc.: A. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul 2014)
Bu bilgiden de anlaşılacağı üzere, muktedilerin adları değişir ama iktidar - kavim ilişkileri kolay kolay değişmez.
Nitekim, Fernand Braudel’in Akdeniz’inde yer alan “İspanya onları 1492’de kovmakta, Osmanlı, Yahudileri Rumlara karşı kullanmayı umut ederek, onları isteyerek kabul etmektedir.” Ve “İspanya’dan atılan Yahudiler, önce Selanik ve İstanbul’da perakendeci tüccar olmuşlar ve sonra da işlerini yavaş yavaş geliştirerek, ticaret alanında Raguzalılar, Ermeniler ve Venedikliler ile rekabet edecek noktaya gelmişlerdir. Beraberlerinde Doğu Akdeniz’in iki büyük kentine matbaa, yün ve ipek endüstrilerini ve bazı söylentilere göre sahra topunun kundaklarının imâl sırlarını getirmişlerdir. Bunlar sonuç getiren armağanlar olmuştur. Aynı şekilde, Türk limanı olan Avlonya’da servet yapanlar da Ancona’dan IV. Paul tarafından kovulan Yahudiler olmuştur.” vb. kayıtlarına göre, Osmanlı’nın Yahudilere sahip çıkması da yine devlet politikasına mahsus uzun vadeli bir ekonomik projenin parçası olarak görünmektedir.
“Ev idaresi” şeklindeki ilk anlamıyla devlet ekonomisi, din ekonomisinden önce gelir. Braudel’in “Rumlara / Ermenilere karşı kullanma” vurgusu üzerinden Osmanlı’nın -ödeyeceği muhtemel bedelleri de göze alarak- ekonomik nedenlerle Yahudilere sahip çıkması, sadece tekstil tarihimiz üzerinden incelendiğinde bile çok ilginç sonuçlara gebedir. Üstelik, meralıları için zikredeceğimiz kaynak da bizdendir: