Ekleme
Tarihi: 31 Ocak 2024 - Çarşamba
Suriye-Ürdün-Irak sınırının köşebendinde yer alan Tanf’daki ABD üssünün vurulması ile İran’ın, Irak-Suriye-Pakistan’a gönderdiği füzeler, daha ileri giderek, Türkiye’ye yönelik terör saldırılarının bağlantısı var mı?
İlk bakışta kesin bir rabıta/ilinti kurmak müşkül gelebilir. Bu gelişmeler ayrı katmanlara, daha doğrusu ayrı ‘katlara’ denk düşüyor ama aynı apartmandan, aynı adresten bahsediyoruz…
Keza, üçlü füze saldırılarında İran’ın taşeronsuz ilk kez ortaya çıkması ile ilk kez ABD’li askerlerin öldürülmesi arasında şeklî bağ kadar nitelik alakası da mevcut…
Biri yerel, diğeri bölgesel dengeler üzerinden gelişiyor ama açık biçimde hepsi Ortadoğu güç mücadelesinin ana parçaları…
Mesela, Tanf vakası ABD Başkanlık seçimlerinin zamanlamasına nasıl denk düşürüyorsa, terör saldırıları ve füzeler de Irak’ın kuzeyinde gerçekleşecek -gerçekleşirse tabii- seçimlere denk düşüyor…
Ya da nasıl İsrail-Gazze trajedisinin bölgeye yansımaları konjonktüründe, Tanf saldırısının çıktılarından biri ABD’nin İran’ı vurması beklentisiyse, Türkiye’nin PKK/YPG/Bafel Talabani üzerinden İran ve ABD’yi dövmesi de benzerini oluşturuyor…
Katları, daireleri hatta odaları bilmemiz şart. Ama adresleri karıştırmadan. (Girizgâhı şuradaydı; ‘İran üçlü saldırısının gerçekleri’, 20/01.)
***
KYB’nin, yani Bafel Talabani’nin ne olduğunu artık biliyoruz; PKK/YPG, İran ve ABD ile işbirliği yapıyor. Çelişki yok. Olan tam bu ve Ortadoğu da
tam böyle bir yer…
Bir diğer çelişki gibi görünen gelişme, ABD’nin Irak hatta Suriye’den çekileceği üzerine yapılan yoğun tartışmalar. Bu ne demektir, gerçek mi değil mi üzerine kafa patlatmak gerekiyor. Amerikan resmi söylemi reddediyor. Ama herkes bunu konuşuyor!
İran-Türkiye arasında yaşanan rekabet de öyle. Özellikle Irak üzerinden yürüyen bu gerilim hattı bir diğer gerçek. İran Cumhurbaşkanı’nın nihayet gerçekleşen Ankara ziyaretinde konunun ele alınmadığı düşünülemez. Kapalı oturumda Sayın Cumhurbaşkanı’nın neler söylediği, Reisi’nin nasıl karşıladığı merak konusu. Sahadaki yansımaları ipuçlarını verecektir…
Türkiye-Irak yakınlaşmasının yarattığı rahatsızlık elle tutulacak kadar açık. Bağdat heyetinin kısa süre önce Türkiye’ye yaptığı ziyaret ve varılan anlaşmalar, Dışişleri Bakanı ve MİT Başkanı’nın bölgeye yaptığı ziyaretler, Kalkınma Yolu Koridoru gibi projelerin nazar çekmesi doğal. Hepsi aynı nüfuz rekabetinin, Irak’ın parçaları üzerinden yürüyen çekişmenin büyüyeceğinin işaretleri. Zaten Dışişleri Bakanı Sayın Fidan’ın, ‘KYB’ye yönelik ileri tedbirlerden’ bahsetmesini kafi saymalıyız.
***
Biz apartmana sokaktan değil mahalle üzerinden bakalım…
Tanf Üssü’ne yönelik saldırı aslında bu üssün uzantısı olan, yine sınırdaki ‘gizli’ CIA istasyonunu vurdu. İran ve/veya ‘proxy’lerinin bu saldırıyı gerçekleştirmiş olması, bölgenin tamamında izlediğimiz arka plana uygun. Yani; “bugüne kadar İran ve edevatları ABD üslerine bir sürü saldırı gerçekleştirmişlerdi ama Amerikan askerleri ölmemişti, şimdi onu da yaptılar, öncesinde de ilk kez bizzat ortaya çıkıp, üç ülkeye füze fırlatmışlardı”! Eğer bu okuma doğruysa, anlamlandırmak gerekiyor. (Şimdi değil ama ABD’nin sadece Suriye’den değil Batı Asya’nın tamamından -Irak dahil-çekileceği iddiasını etüt şart.)
Saldırının ardından apar-topar, “üs bizim sınırlarımız içinde değil, saldırı bizim topraklarımızda olmadı” diyen Ürdün’ünpaniğini anlamak gerekiyor. Levant’ta mukim ‘Kule 22’nin uğradığı saldırıyla birlikte, İsrail-Gazze savaşının sınırında bir ülkenin ABD ile nasıl işbirliği yürüttüğü ortaya çıkmış olmadı mı? ‘Tam da böyle bir yer’ dememiz yanlış mı?
Bölgede yeni safhaya geçilmiş bulunuluyor. Bu Washington’u da zorlayacak. Çünkü Washington bir yandan Irak ve Suriye’de karar vermek durumunda ama asıl “savaş ve barış” arasında bir seçim yapması, seçiminin sonuçlarına da katlanması gerekiyor.
***
Seçim dönemlerinde ‘savaş çıkarma’ yöntemi Başkan’ın kahramanlığını ve cesaretini kamuoyuna ‘hatırlatan’ politik üçkâğıtlardan biri olarak Amerika’da sık kullanıldı. Ancak kimin başkan olduğunu hatırlamayan, halk desteği sürünen bir Başkan için bunu satın alacak kimse yok…
Tersine, Ukrayna savaşına çoktan söylenmeye başlamış, İsrail yüzünden kızgın, ülke içi ayrışmalardan (25 Eyalet Biden’a karşı vakası) yılmış halkın, Biden’a bir de İran’ı vurdu diye destek çıkması zor.
Öte yandan, seçim dönemi gereği Washington’dan duyulan açıklamalar ardı-sıra dizildiğinde, İran’a yönelik bir cezalandırmanın yapılmasını isteyen ağır söylemler Biden’a yöneltiliyor. Fakat hükümet İran’la savaşmak istemiyor. Aranan ilaç, Biden’ın içeriye, “gördünüz mü, gerekeni yaptık”, İran’ın da, “işte yapabildikleri bu kadar” diyebileceği ince ayarlı bir gösteri! Çünkü bir şey yapmamanın faturası da var.
***
İş bununla da bitmiyor. ABD’nin muhatabı sadece/asıl İran veya Yemen Husileri değil. ‘Batı Koalisyonu’, Kızıldeniz’de de gövde gösteriyor ama ekonomik zarardan fazlasını üretmiyor. Husilere yönelik harekât uluslararası yolları da bozduğundan, Çin’in desteğini, olmadı nüfuzunu istediler. Açık yazalım; Yemen yüzünden İran’ın cezalandırılması fikrini, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Sullivan, 26-27 Ocak’ta Bangkok’ta bir araya geldiği Çin Dışişleri Bakanı’nın başını çektiği heyete sordu…
Tabii uygun üslupla; Çin’in İran üzerindeki nüfuzunu kullanmasını talep ettiler. Pekin reddetti. İran’ı vururlarsa Çin ne der buradan anladı ABD. Sullivan’ın aldığı yanıta, kıdemli bir Hintli diplomatın yorumu şöyle; “nyet dediler”! Yani Rusya da aynı yerde. Herhalde anlaşılıyor. İran’ın şımarıklığının nedeni bu yeni jeopolitik işte.
Bir sonra, Erdoğan-Reisi, Astana üçlü toplantısının sonuç bildirisi, Putin’in önümüzdeki günlerde gerçekleşecek Türkiye ziyaretinde, ‘Amerika sonrası Ortadoğu’ konusunun nasıl ele alındığını/alınabileceğini konuşalım. Hayal gibi fakat, aması var…