İsrail cephesinden, Hamas’ı ortadan kaldırma hedefinin imkânsızlığına dair itiraf ve açıklamalar gelmeye devam ediyor. Son olarak, eski adalet bakanı ve mevcut “savaş kabinesi” üyelerinden Gideon Saar, Hamas’ın “yenilmekten çok uzak” olduğunu söyledi. İsrail Ordu Radyosu’na konuşan Saar, “buna rağmen, hedeflerimize odaklanmaktan başka çaremiz yok” dedi. Bu sözler, Gazze’ye uygulanan soykırımın başlangıcında, eski İsrail başbakanlarından Ehud Barak’ın sarf ettiği cümlelerin de teyidiydi aslında: “Hamas’ı bitirmemiz mümkün değil. Çünkü Hamas, insanların zihinlerinde ve düşünce dünyalarında yaşamaya devam eden bir ideal.” Herhalde, Hamas’ın ne olduğuna dair en gerçekçi tanım da Barak’ınkiydi.
Tarihî serüveni bir asra yaklaşan, Filistin topraklarında Siyonist işgale karşı direniş süreci, devamlı biçimde dış faktörlerin müdahalesine maruz kaldı. Bir yandan her Müslüman ülke kendi Filistin projeksiyonunu sahaya yansıtmaya çalışırken, diğer yandan da İsrail ve Batılı ülkeler Filistin siyaset sahnesini manipüle etmek için her yolu denediler.
Direnişin ilk döneminde İzzeddîn el-Kassâm, tamamen kendi imkânlarıyla organize ettiği bir cihad faaliyeti çerçevesinde hem İngiliz manda yönetimine hem de Siyonist işgale karşı direniş başlatmıştı. Aynı dönemde, Filistin’de siyasî ve diplomatik sahanın parlayan yıldızı Hacı Emîn el-Hüseynî idi. Kassâm’ın 1935’teki şehadetinden sonra silahlı direniş sahasında ciddi bir dağılma gözlemlense de, Hacı Emîn 1974’te vefat edinceye kadar diplomasi silahını kullanmaktan hiç vazgeçmedi. Ancak o da karşısında sürekli olarak çatışan Arap menfaatlerini buldu ve sıklıkla Müslüman başkentler arasındaki yaylım ateşinde kaldı.
1959’da Yâser Arafat ve arkadaşları, o dönemde İngilizlerin kontrolü altında bulunan Kuveyt’te Fetih’i kurduklarında, bu hamleye cevap Kahire’den geldi: Arap milliyetçiliği bağlamında Filistin davasının hamiliğine soyunan Mısır Cumhurbaşkanı Cemâl Abdunnâsır, 1964’te Filistin Kurtuluş Örgütü’nü kurarak, başına kendisine çok yakın bir ismi, Ahmed Şukayrî’yi getirdi. 1967’deki Altı Gün Savaşı’nda Mısır hezimete uğrayınca, Arafat ve arkadaşları Filistin Kurtuluş Örgütü’nün denetimini ele geçirdiler ve sonraki süreçte Arafat, dünya nezdinde Filistin davasının “meşru” temsilcisi kabul edildi.
Hamas’ın kurulduğu Birinci İntifada’ya (1987) kadar, Filistin davasında sürekli farklı ülkeler devredeydi. Arafat ve arkadaşları, olayların seyriyle Ürdün’den Lübnan’a, oradan Tunus ve Cezayir’e intikal ederken, Arap dünyasının farklı aktörleri de Filistin Kurtuluş Örgütü üzerinde denetim ve hâkimiyet yarışı içindeydi. Zaman geçtikçe, Arafat, tüm bu rekabetleri yönetebilmek ve Filistin meselesinde liderliği kaybetmemek için tam bir ip cambazına dönüştü. Bunun sonucunda da, İsrail işgaline karşı direnme hedefi önceliği yitirilerek, dava tümüyle Filistin siyaset sahnesinin dizaynında ipleri elden kaçırmama kavgasına evrildi. Örgüt içi mücadeleler, dünyanın dört bir yanından gelen yardımların doğurduğu rant ve bu rantın dağıtımında yaşanan gerilimler, zamanla farklı menfaat odaklarının çatışması neticesini doğurdu. Arafat 2004’te öldüğünde, arkasında derinleşmiş bir statüko, işgalle mücadele yerine kazanımlarını korumaya odaklanmış kadrolar ve pörsümüş bir yönetim bırakacaktı.
Hamas’ı doğuran atmosferi, örgütün Filistin siyaset sahnesinde hâlâ devam eden baskın tesirini ve İsrail’in onca saldırısına rağmen Hamas’ı yok etmeyi bir türlü başaramamasını, işte bu bağlamda aramak gerekir. Hamas tamamen “organik”, Filistin halkının içinden ve onun ihtiyaçlarından doğmuş, mevcut statükoya meydan okuyan, neyin yanlış gittiğini net biçimde gördüğü için de Filistin kamuoyunun sempatisini bileğinin hakkıyla kazanmış bir yapılanmadır. On yıllardır Filistin Kurtuluş Örgütü’nü muhatap almayı seçen İsrail işgal yönetiminin görmediği ve görmek istemediği nokta da burasıdır.
Hamas, şimdiye kadarki çizgisini korumayı başardıysa, bunu büyük ölçüde herhangi bir devlete değil de içinden doğduğu halka yaslanmasına borçluydu. Hamas’ın bundan sonraki en büyük sınavı, hâlihazırda ve çeşitli mecburiyetler çerçevesinde en büyük sponsoru durumundaki İran’a karşı bağımsızlığını korumaya çalışmak olacaktır. Zira İran, tüm bu desteğin diyetini ve karşılığını Hamas’tan talep edecektir. Bu durumun da, Hamas’ı kendi tabanı ile karşı karşıya getireceği açıktır. Hamas yönetiminin bu noktada nasıl bir duruş sergileyeceğini, hep birlikte göreceğiz.