“Ne yapabiliriz?” sorusuna cevaben yaptığım fikir yürütmeler, acil gündemle çok yakından ilgili değilmiş gibi görünebilir. Ancak, popüler tabirle, büyük fotoğrafa bakmazsak teşhisi doğru koyamıyor, dolayısıyla da doğru sonuçlara ulaşamıyoruz. Bugün, İsrail’in kötülüğünü neredeyse bütün yeryüzüne yayan etkinliği, üzülerek ifade edelim ki kötülük için yıllar yılı her alanda ‘iyi’ hazırlanmış oluşudur. Buna karşılık, dünyanın farklı coğrafyalarında -ki kimileri oldukça zengin topraklarda meskûndur- yaşayan milyarlarca Müslüman’ın kötülüğe çare olacak iyiliği hayata geçirmede, yanlışı giderecek hal çarelerini üretmede, kötülerle aynı maharetle, aynı dirayetle, aynı sabırlı gayretlerle bir mesai ortaya koyamamış, bu kabiliyeti kazanamamış olmalarıdır. Bu sadece güçlü liderlerle, güçlü ordularla (ki onlar da lazımdır) kazanılacak bir kabiliyet değildir; Müslüman toplumların çok iyi nesiller yetiştirmesi, kendine önemli ölçüde yetecek sosyoekonomik yapılara sahip olması, hayatın her alanında çağın ihtiyaçlarına cevap verebilecek altyapıyı kurabilmiş olmasını gerektirir. Elbette teknik ihtiyaçların karşılanması, bu çerçevede teknik donanıma sahip her seviyede personelin yetiştirilip aktif görevlere getirilmesi önemlidir; ancak daha önemlisi bir toplumu oluşturan bireylerin nasıl bir zihniyetle kendini geliştirdiğidir.
Bizim insan yetiştirmede özellikle son yarım asırda en çok ihmal ettiğimiz, en çok görmezden geldiğimiz mesele aslında budur. Bizim okullarımızda, coğrafyamızın yakın tarihi, bugünkü mevcut tablo, güç konumlanmaları, coğrafi ve tarihi yakınlıklar berrak biçimde anlatılmıyor çocuklarımıza. Bugün İsrail’in yaptığı şu büyük vahşete bile yüzleri kızarmadan arka çıkan Batılı egemenlerin bu ikiyüzlü karakteri yok bizim müfredatımızda. Neredeyse üniversitede bile anlatılmıyor Batı’nın bu karanlık yüzü... Milli mücadelede bu güçlerin bizim vatanımızı da işgal etmeye yeltendiğini, bugün de bölgemiz üzerinde hesapları olduğunu, bu yüzyılın başından bu yana bu kirli hesaplar çerçevesinde nice karanlık oyunlar oynadıklarını, kitlelere nice yalanlar söylediklerini, dost görünüp bizi ve bizim gibi milletleri nasıl arkamızdan hançerlediklerini anlatmıyor; tam aksine Batı’yı her türlü ilerlemenin ve aydınlanmanın adresi, parlak modern evrensel değerlerin temsilcisi olarak göstermeye devam ediyoruz. Buna karşılık Arapların bizi sattığı, milli sınırlar dışında yaşanan hiçbir şeyin bizimle ilgisi olmadığı gibi hiç sorgulanmamış ezber fikirler, doğrusu anlatılmadığı için zihinlerde yer işgal etmeye, polemik konusu olmaya devam ediyor.
Batı toplumlarının bireyleri, kendi yönetimlerinin bugün bütün çıplaklığıyla su yüzüne vuran çirkin yüzüyle karşılaşmanın şokunu yaşıyor bugün. Bu gerçekten dramatik bir durum; düşünün, yaşayıp giderken birden ülkenizin ömrünüz boyunca duyup işittiğiniz, birçoğundan gurur duyduğunuz operasyonlarının yalanlar üstüne kurulduğunu, hürriyet temsilcisi olarak gördüğünüz yöneticilerinizin karanlık, kirli ve adice oyunlar oynadığını ve yeryüzünde güçsüz bulduğu herkesi iliklerine kadar sömürdüğü, insafsızca zulümler işlediği gerçeğine tosluyorsunuz.
Peki, onların habersiz, bizim güya haberli olduğumuz bu gerçekler, bu coğrafyada yaşayan herkes için farz seviyesinde bir ‘ilmihal’ bilgisi olduğu halde, biz neden kendi çocuklarımızı bu şuurla, bu donanım ve hazırlıkla yetiştirmiyor, zeminlerini sağlamlamıyoruz.
Bizim toprağımızla bu seviyede bir irtibatımız, bir sadakat ilişkimiz, böylesine berrak bir şuurumuz var mı? Cevap belli! Neredeyse her gün tören üstüne tören yapıp hamasi nutuklar attığımız tarihimizi, birçok karanlık hesabın hedefi olan eşsiz coğrafyamızı, dostlarımızı ve düşmanlarımızı, ülkemizin neye ihtiyacı olduğunu ve neye olmadığını biliyor muyuz? Bence bunun da cevabı belli!