pendik escort bayan
https://www.ozmenpc.com/masaustu-pc-oyuncu
ak
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Muhalif partiler seçim sonuçlarına ikna oldukları için daha açık davranmışlardı.

Seçim döneminde muhalefet cenahının yayımladığı “Ortak Politikalar Mutabakat Metni” birçok bakımdan önemliydi. Metni imzalayan partiler eski kategorilere göre sağ, sol ve dinî grupları temsil ettiği için ideolojik zıtlıkların bu ortaklığa müsaade etmemesi gerekirdi. Dolayısıyla bu partileri bir araya getiren ve aynı metne imza atmalarını sağlayan faktörleri belirlemek genel eğilimleri tespit etmemize de yarayabilirdi. Doğal olarak ben de metnin ruhunu belirlemeye çalıştım. Hatta mutabakat metninin Türkiye’yi fabrika ayarlarına döndürme gayretiyle kaleme alındığını ifade ettim. Mutabakat metnine imza atan muhalefet partileri Avrupamerkezci bir görüşten hareket ediyordu ve bu sebeple de Sayın Erdoğan’ın siyaset anlayışına karşıtlık oluşturuyorlardı. Onlara göre Türkiye, Batı merkezli dünya anlayışından uzaklaşmamalıydı. Bu görüşü açıkça dillendirmekteydiler. Seçim günü yaklaştıkça kazandıkları yönündeki inanç daha da kuvvetlendi. Bu inanç ile özellikle ekonomi ve dış politika sahasında Avrupamerkezci dünya görüşünün yansımaları açıkça görüldü. Türkiye’de siyasî partilerin ve hatta ideolojik grupların belirli oranlarda Batı’ya yakın olduğu biliniyordu. Özellikle 12 Eylül 1980’den sonra ideolojik farklılıklar önemli ölçüde tahribata uğradığı için eski gruplar önemini yitirdi. Yeni dönemi temsil eden gruplar inanılmaz bir hızla yükselmeye başladı. Özellikle 1990’lar bu yeni grupların dönemiydi. Bugünkü siyasî partiler ve birtakım kurumlar şeklen eskinin devamıdır fakat şahıslar ve fikirler düzeyindeki değişimi görmeden hem süreci anlamak hem de ortaya çıkan tabloyu yorumlamak zordur. Dolayısıyla “Ortak Politikalar Mutabakat Metni”ne imza atan siyasî parti temsilcilerinin şeklî niteliklerinden hareketle Avrupamerkezci dünya görüşüne bağlılık ve Türkiye’nin fabrika ayarlarına döndürülme isteğini açıklayamayız. Bu durum seçimden sonraki gelişmeler için de geçerlidir. Geçen yazıda ele aldığımız Murat Ülker’in yazısı bu bakımdan oldukça önemlidir. O da Avrupamerkezci bir dünya anlayışını öne çıkardı. Peki, bu yöndeki bir görüşün seçim sonuçları ortaya çıktıktan sonra tekrar vurgulanması ne anlama gelir? Bu dönemde Rothschild gibi bir soyadı üzerinde durmanın ve tabiri caizse ailenin kötü şöhretini ortadan kaldırmaya çalışmanın özel bir anlamı var mı? Bu, riskli bir adım değil mi? Muhalif partiler seçim sonuçlarına ikna oldukları için daha açık davranmışlardı. Bu tutumun seçimden sonra farklı çevreler tarafından devam ettirildiğini düşünebiliriz. Zira seçim sonuçları belli olup kabine açıklanınca yeni bir ekonomi ve dış politika anlayışına geçildiği izlenimi oluştu. Kuşkusuz bu izlenimden hareket edildiğinde seçim öncesinden farklı bir durumun ortaya çıktığı söylenebilir. Dış politikada İsveç’le ilgili hızlı sayılabilecek gelişmeler ve ekonomi sahasındaki yeni gerçeklik, yer değiştirme olarak görülebilecek kadar iddialıdır. Dolayısıyla farklı yorumların ortaya çıkmasını doğal kabul etmek gerekir. Bunun sonucunda birtakım çevrelerin, süreci kendiliğinden fabrika ayarlarına dönüş çabası olarak yorumlamasını da yadırgamamak gerekir. Şaşırtıcı olan rol almak isteyenlerin kimliğindedir. Bu şartlarda yeni bir soru daha sorulmalıdır. Çok kolay uyum mu sağlandı yoksa devamlılık kazandırılmış ilişki ağları ile mi karşı karşıyayız? Ya da bir “dip dalga” bizi hep aynı yöne mi sevk ediyor? Elbette bu sorulara cevap ararken uzun dönemleri göz önünde bulundurmak ve bakış açımızı belirli grupların varlığı ile sınırlandırmamak gerekir. Komplo teorileri ve demokrasi karşıtlığını gündeme getirerek zenginlik karşısında miskin, tembel ve çaresizlik suçlamasında karar kılmak için soruların en azından iki yüz yıldır değişmemiş olması gerekir. Aynı sorulara aynı cevapları almak gayesiyle tekrar tekrar soranlar için zaman, mekân ve kişilerin hiçbir şekilde değişmediğini söyleyebilirim. Muhtemelen zihin dünyalarını iyiler ve kötüler “işgal” ve “işkâl” etmiştir. Hadiseleri evrenselci bir bakışla karşılamakta ve farklılıkları en aza indirgeyerek başarı başarısızlık kıstaslarına göre yargıda bulunmaktadırlar. Muhakkak cennete ve cehenneme gidecekleri de buna göre belirliyorlar. Eğer böyle ise içinde yaşadığımız dünyanın dinamiklerini dahi göremediklerini söyleyebilirim. Yani onların düşündüğü gibi bizi hep aynı yere sürükleyen bir dip dalga yok. Onlar sadece buna iman ediyorlar, hepsi bu kadar. Türkiye’de seçim sonrasında meydana gelen gelişmeleri de doğru değerlendirmiyorlar. Bu, onlar için komplo kurulduğunu göstermez. Hadiselerin seyri böyle.
Ekleme Tarihi: 24 Temmuz 2023 - Pazartesi

Muhalif partiler seçim sonuçlarına ikna oldukları için daha açık davranmışlardı.

Seçim döneminde muhalefet cenahının yayımladığı “Ortak Politikalar Mutabakat Metni” birçok bakımdan önemliydi. Metni imzalayan partiler eski kategorilere göre sağ, sol ve dinî grupları temsil ettiği için ideolojik zıtlıkların bu ortaklığa müsaade etmemesi gerekirdi. Dolayısıyla bu partileri bir araya getiren ve aynı metne imza atmalarını sağlayan faktörleri belirlemek genel eğilimleri tespit etmemize de yarayabilirdi. Doğal olarak ben de metnin ruhunu belirlemeye çalıştım. Hatta mutabakat metninin Türkiye’yi fabrika ayarlarına döndürme gayretiyle kaleme alındığını ifade ettim. Mutabakat metnine imza atan muhalefet partileri Avrupamerkezci bir görüşten hareket ediyordu ve bu sebeple de Sayın Erdoğan’ın siyaset anlayışına karşıtlık oluşturuyorlardı. Onlara göre Türkiye, Batı merkezli dünya anlayışından uzaklaşmamalıydı. Bu görüşü açıkça dillendirmekteydiler. Seçim günü yaklaştıkça kazandıkları yönündeki inanç daha da kuvvetlendi. Bu inanç ile özellikle ekonomi ve dış politika sahasında Avrupamerkezci dünya görüşünün yansımaları açıkça görüldü.

Türkiye’de siyasî partilerin ve hatta ideolojik grupların belirli oranlarda Batı’ya yakın olduğu biliniyordu. Özellikle 12 Eylül 1980’den sonra ideolojik farklılıklar önemli ölçüde tahribata uğradığı için eski gruplar önemini yitirdi. Yeni dönemi temsil eden gruplar inanılmaz bir hızla yükselmeye başladı. Özellikle 1990’lar bu yeni grupların dönemiydi. Bugünkü siyasî partiler ve birtakım kurumlar şeklen eskinin devamıdır fakat şahıslar ve fikirler düzeyindeki değişimi görmeden hem süreci anlamak hem de ortaya çıkan tabloyu yorumlamak zordur. Dolayısıyla “Ortak Politikalar Mutabakat Metni”ne imza atan siyasî parti temsilcilerinin şeklî niteliklerinden hareketle Avrupamerkezci dünya görüşüne bağlılık ve Türkiye’nin fabrika ayarlarına döndürülme isteğini açıklayamayız. Bu durum seçimden sonraki gelişmeler için de geçerlidir. Geçen yazıda ele aldığımız Murat Ülker’in yazısı bu bakımdan oldukça önemlidir. O da Avrupamerkezci bir dünya anlayışını öne çıkardı. Peki, bu yöndeki bir görüşün seçim sonuçları ortaya çıktıktan sonra tekrar vurgulanması ne anlama gelir? Bu dönemde Rothschild gibi bir soyadı üzerinde durmanın ve tabiri caizse ailenin kötü şöhretini ortadan kaldırmaya çalışmanın özel bir anlamı var mı? Bu, riskli bir adım değil mi?

Muhalif partiler seçim sonuçlarına ikna oldukları için daha açık davranmışlardı. Bu tutumun seçimden sonra farklı çevreler tarafından devam ettirildiğini düşünebiliriz. Zira seçim sonuçları belli olup kabine açıklanınca yeni bir ekonomi ve dış politika anlayışına geçildiği izlenimi oluştu. Kuşkusuz bu izlenimden hareket edildiğinde seçim öncesinden farklı bir durumun ortaya çıktığı söylenebilir. Dış politikada İsveç’le ilgili hızlı sayılabilecek gelişmeler ve ekonomi sahasındaki yeni gerçeklik, yer değiştirme olarak görülebilecek kadar iddialıdır. Dolayısıyla farklı yorumların ortaya çıkmasını doğal kabul etmek gerekir. Bunun sonucunda birtakım çevrelerin, süreci kendiliğinden fabrika ayarlarına dönüş çabası olarak yorumlamasını da yadırgamamak gerekir. Şaşırtıcı olan rol almak isteyenlerin kimliğindedir. Bu şartlarda yeni bir soru daha sorulmalıdır. Çok kolay uyum mu sağlandı yoksa devamlılık kazandırılmış ilişki ağları ile mi karşı karşıyayız? Ya da bir “dip dalga” bizi hep aynı yöne mi sevk ediyor? Elbette bu sorulara cevap ararken uzun dönemleri göz önünde bulundurmak ve bakış açımızı belirli grupların varlığı ile sınırlandırmamak gerekir.

Komplo teorileri ve demokrasi karşıtlığını gündeme getirerek zenginlik karşısında miskin, tembel ve çaresizlik suçlamasında karar kılmak için soruların en azından iki yüz yıldır değişmemiş olması gerekir. Aynı sorulara aynı cevapları almak gayesiyle tekrar tekrar soranlar için zaman, mekân ve kişilerin hiçbir şekilde değişmediğini söyleyebilirim. Muhtemelen zihin dünyalarını iyiler ve kötüler “işgal” ve “işkâl” etmiştir. Hadiseleri evrenselci bir bakışla karşılamakta ve farklılıkları en aza indirgeyerek başarı başarısızlık kıstaslarına göre yargıda bulunmaktadırlar. Muhakkak cennete ve cehenneme gidecekleri de buna göre belirliyorlar. Eğer böyle ise içinde yaşadığımız dünyanın dinamiklerini dahi göremediklerini söyleyebilirim. Yani onların düşündüğü gibi bizi hep aynı yere sürükleyen bir dip dalga yok. Onlar sadece buna iman ediyorlar, hepsi bu kadar. Türkiye’de seçim sonrasında meydana gelen gelişmeleri de doğru değerlendirmiyorlar. Bu, onlar için komplo kurulduğunu göstermez. Hadiselerin seyri böyle.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.