pendik escort bayan
https://www.ozmenpc.com/masaustu-pc-oyuncu
ak
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Türkiye’nin kaderi ile Reis’in kaderini eşitledik.

Şöyle böyle 35 yıldır “gündelik politika ile değil, siyasetle uğraşmak” meselesinde çok net bir zihnim olduğunu söyleyebilirim. Çok sık tekrar ediyorum bunu ama yinelemekte fayda var. Aklım erdi ereli, gündelik politikanın anlamadığım, anlamaya yanaşmadığım, asla da anlamaya çalışmadığım dehlizlerinden uzakta bir hayat sürmeye çabaladım. Bunun yerine kendime “net siyasi hedefler” belirledim ve gündelik politikayı da ancak bu net siyasi hedeflerime yakınlığı-uzaklığı noktasında bir imkân olarak değerlendirdim. Evet, Refah Partisi’nden itibaren duvarlara afiş, sokaklara bayrak asmak da dâhil olmak üzere pek çok “politik aksiyon”un içinde bulundum ama bu aksiyonların beni nihai bir yere, bir amaca taşıyabileceğine dair de hiçbir inanç geliştirmedim.   Bunun sebebi aslında şu: Hayat karşısında ve hayat için taşıdığım/taşımaya çabaladığım sorumluluklarımı bir politik organizasyona kaptırmaya, dahası zaman zaman nüans bazında değişse de ana ilkelerde hiç değişmeyen siyasi ajandamı bir gündelik politika organizasyonuyla eşitlemeye hiç niyet etmedim. Gündelik politik organizasyonun kendisine destek veren kitle için yapabileceği iki önemli şey olduğuna inandım hep: Hakları için mücadele ederek hayatlarını kolaylaştırmak ve hareket edebilmelerini sağlayacak alanlar açmak. Daha önce yazmıştım, yine yazayım. Oy kullanma yaşımın henüz gelmediği 1994 yılında sabahlara kadar afişlerini astığım, mahalle buluşmaları kalabalık görünsün diye konuşmalarına gittiğim Recep Tayyip Erdoğan’a ilk oyumu “one minute” olayından sonra verdim ben. İster doğru bulun ister yanlış, “one minute” meselesine kadar Erdoğan’ı “kalkınmacı, sağ liberal bir lider” olarak değerlendirdim. Zaten “muhafazakar demokrat” diye bugün bile ne anlama geldiğini pek anlamadığım   bir teklifi vardı Ak Parti’nin o yıllarda. Yine açık konuşayım. 2010 yılından sonra bugün bile “Cumhuriyet tarihinin en büyük fırsatlarından biri” olarak değerlendirdiğim ve ne yazık ki hüsranla sonuçlanan çözüm süreci ile FETÖ ile girişilen kavga beni “kuvvetli bir Erdoğancı” haline getirdi. İlk üç gün hiç anlamadığım, ancak Erdoğan’ın basireti ve feraseti sayesinde meseleyi dibine kadar kavrayabildiğim Gezi Olayları sürecinde ise artık bir “ölümüne Erdoğan’cı” idim diyebilirim. Zaten o tarihten itibaren de Recep Tayyip Erdoğan’ın kaderiyle Türkiye’nin kaderi eşitlendi gözümde. Hele hele 15 Temmuz gecesi, Reis’in İstanbul’daki evinin   1 kilometre aşağısında teröristler ateş açıp insan şehit ederlerken aklımdan geçenleri imkânı yok anlatamam size. “Ömrün bereketli, yolun açık olsun Reis” duasıyla “ömrün bereketli, yolun açık olsun Türkiye” duası o gecenin duaları idi benim açımdan. Şunu da şöylece yazmam lazım. Bağımsızlığına ölümcül derecede düşkün biri olarak beni “gündelik politikaya eklemlenecek biri” zanneden bazı çevreler ve mahfiller zannederim onlarca kez falan Recep Tayyip Erdoğan’a çeşitli yalanlarla, çeşitli abartılarla şikayet de ettiler beni. Bense ne bu şikayetleri önemsedim ne de zaman zaman “yahu çok güzel yazıyorsun” diyerek beni taltif eden gündelik politika aktörlerinin gazına geldim. Üsküdar’da, küçük ofisimde “ya nasip” deyip inandığım şeyleri yazmaya, dillendirmeye, yaşamaya devam ettim. Yarın, bilmem kaçıncı kez olmak üzere Reis’e oy vermeye gideceğim. Türkiye’nin kaderi ile Reis’in kaderini eşitlediğim zihnim, “Allah sana da, Türkiye’ye de uzun ömürler versin Reis” duasını bir kez daha ettirecek bana.   Türkiye’yi hala “üçüncü dünya ülkesi” zannedenlere, memlekete “sömürge valisi” atansa memnun olacaklara, kendilerine oy vermedi diye depremzedeye yaptığı üç kuruş yardımı geri isteyen ahmaklara, her gün insan öldüren korkunç bir cinayet şebekesine oy için şebeklik edenlere, sayılarının 5 milyon olduğunu bildikleri halde 13 milyon olduğunu iddia ettikleri mültecilerden insan değilmiş de köpekmiş gibi bahseden insanlık düşmanı faşişt itlere, Avrupa Birliği’nin kapısında yatmayı “onur” sayanlara, insanın fıtratını bozmaya yemin içmiş LGBT dayatmacılarına, dindar halka kin kusan oligarşik sistem artıklarına, Necmettin Erbakan’ın devasa mirasını İran’a satanlara, politik doğruculuğu bir halt zannedenlere karşı ve elbette memleketten, memleketin gariban halkından yana olmak üzere mührümü basacağım pusulaya. Sonra mı? Sonra elbette “bildiğim yerden” devam edeceğim yaşamaya. Gündelik politika ile ilgilenmek yerine büyük siyasetle ilgilenmeye, devletten değil memleketten yana bir pozisyonda var olup var kalmaya devam edeceğim Allah ömür ve feraset verdiği sürece. O duayı tekrar edeyim: “Allah sana da, Türkiye’ye de uzun ömürler versin Reis.”
Ekleme Tarihi: 27 Mayıs 2023 - Cumartesi

Türkiye’nin kaderi ile Reis’in kaderini eşitledik.

Şöyle böyle 35 yıldır “gündelik politika ile değil, siyasetle uğraşmak” meselesinde çok net bir zihnim olduğunu söyleyebilirim.

Çok sık tekrar ediyorum bunu ama yinelemekte fayda var. Aklım erdi ereli, gündelik politikanın anlamadığım, anlamaya yanaşmadığım, asla da anlamaya çalışmadığım dehlizlerinden uzakta bir hayat sürmeye çabaladım. Bunun yerine kendime “net siyasi hedefler” belirledim ve gündelik politikayı da ancak bu net siyasi hedeflerime yakınlığı-uzaklığı noktasında bir imkân olarak değerlendirdim.

Evet, Refah Partisi’nden itibaren duvarlara afiş, sokaklara bayrak asmak da dâhil olmak üzere pek çok “politik aksiyon”un içinde bulundum ama bu aksiyonların beni nihai bir yere, bir amaca taşıyabileceğine dair de hiçbir inanç geliştirmedim.

 

Bunun sebebi aslında şu: Hayat karşısında ve hayat için taşıdığım/taşımaya çabaladığım sorumluluklarımı bir politik organizasyona kaptırmaya, dahası zaman zaman nüans bazında değişse de ana ilkelerde hiç değişmeyen siyasi ajandamı bir gündelik politika organizasyonuyla eşitlemeye hiç

niyet etmedim.

Gündelik politik organizasyonun kendisine destek veren kitle için yapabileceği iki önemli şey olduğuna inandım hep: Hakları için mücadele ederek hayatlarını kolaylaştırmak ve hareket edebilmelerini sağlayacak

alanlar açmak.

Daha önce yazmıştım, yine yazayım. Oy kullanma yaşımın henüz gelmediği 1994 yılında sabahlara kadar afişlerini astığım, mahalle buluşmaları kalabalık görünsün diye konuşmalarına gittiğim Recep Tayyip Erdoğan’a ilk oyumu “one minute” olayından sonra verdim ben. İster doğru bulun ister yanlış, “one minute” meselesine kadar Erdoğan’ı “kalkınmacı, sağ liberal bir lider” olarak değerlendirdim. Zaten “muhafazakar demokrat” diye bugün bile ne anlama geldiğini pek anlamadığım

 

bir teklifi vardı Ak Parti’nin o yıllarda.

Yine açık konuşayım. 2010 yılından sonra bugün bile “Cumhuriyet tarihinin en büyük fırsatlarından biri” olarak değerlendirdiğim ve ne yazık ki hüsranla sonuçlanan çözüm süreci ile FETÖ ile girişilen kavga beni “kuvvetli bir Erdoğancı” haline getirdi.

İlk üç gün hiç anlamadığım, ancak Erdoğan’ın basireti ve feraseti sayesinde meseleyi dibine kadar kavrayabildiğim Gezi Olayları sürecinde ise artık bir “ölümüne Erdoğan’cı” idim diyebilirim. Zaten o tarihten itibaren de Recep Tayyip Erdoğan’ın kaderiyle Türkiye’nin kaderi eşitlendi gözümde. Hele hele 15 Temmuz gecesi, Reis’in İstanbul’daki evinin

 

1 kilometre aşağısında teröristler ateş açıp insan şehit ederlerken aklımdan geçenleri imkânı yok anlatamam size. “Ömrün bereketli, yolun açık olsun Reis” duasıyla “ömrün bereketli, yolun açık olsun Türkiye” duası o gecenin duaları idi benim açımdan.

Şunu da şöylece yazmam lazım. Bağımsızlığına ölümcül derecede düşkün biri olarak beni “gündelik politikaya eklemlenecek biri” zanneden bazı çevreler ve mahfiller zannederim onlarca kez falan Recep Tayyip Erdoğan’a çeşitli yalanlarla, çeşitli abartılarla şikayet de ettiler beni. Bense ne bu şikayetleri önemsedim ne de zaman zaman “yahu çok güzel yazıyorsun” diyerek beni taltif eden gündelik politika aktörlerinin gazına geldim. Üsküdar’da, küçük ofisimde “ya nasip” deyip inandığım şeyleri yazmaya, dillendirmeye, yaşamaya devam ettim.

Yarın, bilmem kaçıncı kez olmak üzere Reis’e oy vermeye gideceğim. Türkiye’nin kaderi ile Reis’in kaderini eşitlediğim zihnim, “Allah sana da, Türkiye’ye de uzun ömürler versin Reis” duasını bir kez daha ettirecek bana.

 

Türkiye’yi hala “üçüncü dünya ülkesi” zannedenlere, memlekete “sömürge valisi” atansa memnun olacaklara, kendilerine oy vermedi diye depremzedeye yaptığı üç kuruş yardımı geri isteyen ahmaklara, her gün insan öldüren korkunç bir cinayet şebekesine oy için şebeklik edenlere, sayılarının 5 milyon olduğunu bildikleri halde 13 milyon olduğunu iddia ettikleri mültecilerden insan değilmiş de köpekmiş gibi bahseden insanlık düşmanı faşişt itlere, Avrupa Birliği’nin kapısında yatmayı “onur” sayanlara, insanın fıtratını bozmaya yemin içmiş LGBT dayatmacılarına, dindar halka kin kusan oligarşik sistem artıklarına, Necmettin Erbakan’ın devasa mirasını İran’a satanlara, politik doğruculuğu bir halt zannedenlere karşı ve elbette memleketten, memleketin gariban halkından yana olmak üzere mührümü basacağım pusulaya.

Sonra mı? Sonra elbette “bildiğim yerden” devam edeceğim yaşamaya. Gündelik politika ile ilgilenmek yerine büyük siyasetle ilgilenmeye, devletten değil memleketten yana bir pozisyonda var olup var kalmaya devam edeceğim Allah ömür ve feraset verdiği sürece.

O duayı tekrar edeyim: “Allah sana da, Türkiye’ye de uzun ömürler versin Reis.”

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.