“Biz kazandığımızda, kimse kaybetmiş olmayacak” diyen bir siyaset ile daha kazanmadığı seçimlerin ardından rakiplerine intikamdan başka bir şey vaat etmeyen, Erdoğan’ı düşürmekten başka bir vaadi ve hedefi olmayan bir siyaset bir olabilir mi? Bana kalırsa bu seçimde karşı karşıya olduğumuz tercihin anahtarı bu cümlede saklıdır. Size oy vermeyeceklere, sizden olmayanlara ne vaat ediyorsunuz?
Siyasi sürecin tabiatında olan tartışma, çekişme ve rekabet bir yana “öteki”ne, başkasına, muhalife, kazandığınız takdirde, ne vaat ediyorsunuz? Muhalefetin dilinden nefretten, intikamdan, rövanştan, Erdoğan’ı devirmekten başka bir şey duymadığımız bu ortamda, Erdoğan seçimin son kulvarında bu sözü söyleyebiliyor.
Aslında “Biz kazandığımızda, kimse kaybetmiş olmayacak” diyen Erdoğan bunu önümüzdeki seçime özgü yeni bir vaat olarak ifade etmiyor. Elini vicdanına koyan herkes bu sözün 21 yıldır sürekli seçilmiş olarak ülkeyi yönetmekte olan Erdoğan’ın siyaset tarzının en özlü ifadesi olduğunu görür.
Erdoğan şimdiye kadar temsil ettiği ve oylarını aldıklarıyla birlikte kazancını hiçbir zaman kendisine oy vermeyenlerin kaybı olarak yaşatmadı.
O kazanınca bütün ülke kazandı. O kazanınca sadece onun ağırlıklı seçmeni olan muhafazakâr, dindar, sünni, erkek Türkler kazanmadı. O kazanınca Kürtler de kazandı, Aleviler de kazandı, ülkenin en itilmiş kakılmış kesimleri kazandı, fakirler-yoksullar da kazandı, işçiler de, kadınlar da kazandı, gençler de kazandı. Bu kazananlar ona oy verse de vermese de o her kazandığında onlara da kazandırmaya devam etti. Oy vermediler diye onları cezalandırmak bir yana, onlara da kazandırmaya devam etti.
O kazanınca, doğrusu, hiç kaybetmeyen olmadı değil. Ama kaybedenler çok küçük bir azınlıktı ve kaybettikleri şey de temel insan hakları değil, sadece aşırı imtiyazlarıydı. O kazanınca Kürtlerin kimliğini inkar edenler, onlara ayırımcılık yapanlar, onları bu ülkenin geri kalanına düşman eden ve bu düşmanlık üzerinden yıllarca sürdürdüğü karanlık terörle mücadelenin karanlık savaş lobileri kaybetti.
Halka tepeden bakmaya alışmış ve vesayet yaşamaya alışmış insanların bakış açıları, konumları ve konforları bozuldu. Darbeciler kaybetti, eskisi gibi darbe yapamaz hale geldiler. Bu onların öfkesini arttırdı tabi, her zaman yaptıkları gibi mevhum tehlikelere karşı korkuttukları milliyetçiliği, ortak değerleri, Atatürk’ü fütursuzca öne sürdüler. Bunları öne sürüp vesayetlerini ve imtiyazlarını tekrar ele geçirmek istedikçe kaybetmeye devam ettiler.
Faiz lobileri, tefecilikten para kazanmaya alışmış ve milletin kanını emen rantçılar, Erdoğan kazandıkça çok şey kaybettiler. Kaybettikçe hırçınlıkları daha da arttı, gezinin çapulculuğuna bile soyundular. Bugün en solcu oyların ülkenin en zengin ve refah içindeki insanların yaşadığı yerden çıkıyor olması bundandır.
Erdoğan kazandıkça kaybeden solcular aslında söylemleriyle proletaryanın veya toplumun yoksul kesimlerinin duygularını sömürmekten başka siyasal sermayeleri olmayanlardır. Onlar bile Erdoğan kazandıkça kazanmaya, o konforlu fanuslarında yaşamaya devam ettiler. Oradan hayaller kurdular kulübede yaşayan yoksullar için, soğana muhtaç insanlar vehmettiler ve onlardan ürettikleri kült vehimlerin arkasına sığındılar.
Buna mukabil, Erdoğan, kazandığında, bir gün bile siyasi rakiplerine karşı bir cezalandırma veya intikam yoluna gitmedi. Bilakis iktidarı süresince sadece kendisine destek verenlere değil, destek vermeyenlere de, kendisine muhalefet edenlere de hiçbir ayırım yapmadan hizmet vermeye devam etti. İktidar süresinin büyük çoğunluğunda hep muhaliflerin oyunun çoğunu alan sahil bölgeleri ve Güneydoğu halklarına verilen hizmetlere bakılabilir. Bu hizmetlerle çoğunluğu kendisine oy vermiş bölgelere sunulan hizmetler karşılaştırılsın. Hiçbir fark görülemeyecektir.
SURİYELİLERİN KAYBI KİME KAZANDIRIR?
Şimdi muhalefetin kazandığı taktirde vaat ettiği şeylerin hepsinin negatif olması, başkalarını cezalandırmaya, indirmeye, düşürmeye, göndermeye, yargılamaya, kaybettirmeye dönük olması gerçek bir fark oluşturuyor. En barizi işin gelip dayandığı “Suriyelileri gönderme” meselesine baksak yeter.
Suriyeli aslında tam da insanlığa dair bütün olumlu değerlerin sergileneceği bir sınav sorusunun adıdır. Erdoğan’ın kazanmasıyla birlikte sığınacak bir yer bulabilmiş, hayatını kurtarabilmiş Suriyeliye bunu çok gören cimri yaklaşım Suriyelileri göndereceğini söyleyerek kime nasıl bir kazanç vaat edebilir? Hak ettiği en basit, en çocuksu tepkiyle “gücünüz zayıflara, güçsüzlere, sığınmışlara, misafirlere mi yetiyor?” Onlara karşı kışkırttıkları öfkeyle, nefretle en aşağılık insanlık suçu işlemiş olduklarının bile farkında değiller. Farkında olabilmeleri için o insanlık seviyesine dair içlerinde bir bilinç, bir erdem haznesi kalmış olmalı, belli ki yok.
Erdoğan ise Suriyelilerin bir sürü mülahaza ışığında gitmesi gerekli görülse bile onları ölüme terketmeden, yine onlara da kazandırarak gönderilebileceği formülü geliştirmiş bile. Katar Yardım Fonunun finansmanıyla Suriye’nin kuzeyinde bir süredir başlamış olan yerleşim bölgeleri inşaatı zaten devam ediyor. Bu olabilecek en insani çözüm biçimidir. Suriyelinin yediğinde hemen gözü kalan, bencilliği ve açgözlülüğüyle bezenmiş şımarıklığını bilinçli vatandaşlık diye bellemiş o aç gözlü cimriler de endişe etmesin: Bir kuruşu kendi vergilerinden gitmeyecek. Rızkın kefili olan Allah muhtaç etmesin.
KÜRTLER BU KADAR AŞAĞILANMAYI HAK ETMİYOR
Ümit Özdağ’ın Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararı Özdağ’ın bunca fanatiklikle, nefretle attığı bütün tükürükleri yutmasının hiç de hoş olmayan, bilakis tiksindirici bir örneği.
Özdağ’ın desteğini, üstüne üstlük pazarlıkla birçok taviz vererek kabul eden Kılıçdaroğlu ile birbirlerine çok yakıştıklarını söyleyebiliriz. Ama bu buluşmanın zaten bir aşk-ı memnu ilişkisi içinde itilip kakılan HDP’yi aldatma boyutu var.
Kendilerini insan yerine bile koymayan, hatta varlığını neredeyse onlarla mücadeleye adamış (zannettiğimiz) bu yeni müttefiki içlerine sindirebiliyorsa “bize ne” diyebileceğimiz bir husus değil. Türkiye’de Kürt sorunu olmuşsa, olduğu kadarıyla en önemli sebebinin en radikal temsilcisinin bir de içişleri bakanlığı sözü verilerek ittifaka katılmaya razı edilmesi, siyasetin ne kadar ayağa düşürüldüğü sorununu bırakın, herşeyden önce Kürtlere hakarettir.
Kürtler bu kadar aşağılanmayı hak etmiyor. Ama onların oyunu kendi çantalarında keklik gibi gören YSP için kendilerine gece gündüz hakaret eden, insanlıkla sorunu olan biriyle ortaklık yapmaktan yana bir sorun yok. Yeter ki Erdoğan düşsün. Erdoğan’a düşmanlığın biraraya getirdiği bütün bu düşmanlar, siyasal tarzı zaten hep düşmanlık olan bu motivasyon, bu söylem, Türkiye’ye ne vaat edebilir?
Yarın Kürtlerin de bütün Türkiye’nin de cevabını vereceği soru budur?