Pusula çarşaf gibi olsa da Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı yarıştı. Cumhurbaşkanlığı içinse Erdoğan ile Kılıçdaroğlu.
Girdiği her seçimden galibiyetle çıkan Erdoğan yine birinci oldu.
Girdiği her seçimde yenilen Kılıçdaroğlu ise yine kazanamadı ve kendine ait dünya rekorunu kırdı. (Kır kır bitmiyor.)
*
Öyle garip bir seçim ki bu; sandıktan birinci çıkan aday -yarım puanlık fark sebebiyle- kazanamamış sayılıyor.
O yüzden seçim iki hafta sonra tekrarlanacak.
Gariplik bariz.
Varsayalım, bir koşu yapılıyor. Yarışanlardan biri önde bitiriyor. Diyorlar ki “Hayır, sen kazanamadın. Bir daha koşun.” Şaka gibi ama tıpkı böyle bir durum içindeyiz.
Bu konu, enine boyuna düşünülmeli. Birinci olan, birinci olmalı.
*
İkinci tura Sinan Oğan giremeyecek kanuna göre. Aksi takdirde yüzde 50 artı 1’i yakalamak için, aylarca seçim yapmak zorunda kalabilirdik. 80 öncesindeki gibi.
Oğan giremeyecek ama belirleyici olma konumunda. Gayet imtiyazlı bir pozisyon.
*
“Kimi desteklersek, o kazanır” açıklamasını kimse garipsemedi.
Hakkıdır elbette. Kimse bu kadar oy alacağını tahmin etmiyordu. Yüzde 5,2 az oy değil.
Adaylar arasından Muharrem İnce yarış dışı bırakılınca, ona gidecek oyların önemli bir kısmı Oğan’a gitti muhtemelen.
Kemal Bey daha seçim gecesi Oğan’ı arayıp tebrik etti. Desteğine talip. (Kimin desteğine talip değil ki?)
*
Önümüzdeki günlerde yüz yüze görüşmeler de yapılacak. İki ittifak tarafından da gönlü hoş tutulmaya çalışılacak. Yumuşak minderde ağırlanacak. 2,2’lik oy alan Ümit Özdağ’ın da söz hakkı var elbette.
Oğan ve Özdağ ile görüşülmesi ne kadar normalse, Muharrem İnce ile de görüşülmesi o derecedir. Onun da söz hakkı olsa gerektir. Sonuçta payı var nitekim.
Muharrem İnce, CHP’nin önceki adayı. Anlaşamayınca ayrılarak kendi partisini kurdu.
Dolayısıyla onunla aynı görüşü paylaşan seçmen kitlesi de büyük oranda CHP kökenli.
Pınarın gözüne gidince “Dön dolaş yine bana gel” gibi oldu ve beyaz giyenlerin üstü başı tozlandı.
Bu sebeple döne döne gidip en sonunda CHP’ye danışılması gerekmez herhâlde.
Şirketin verdiği arabayla, otoparkta kendi özel arabasına çarpan adamın durumuna benzer yoksa.
Masa daima kazanır kuralı burası için geçerli değil. O başka. Tablo açık: Masadakiler kaybetti. Tertemiz, bembeyaz örtüsü vardı hâlbuki meşhur masanın. Yine de kaybettiler. Niye?
Belki yüz, belki bin tane sebep vardır.
Hepsini tek tek sayamayız ama birkaç tanesine temas edelim.
BİR: Öfke, İKİ: Şımarıklık, ÜÇ: Kibir, DÖRT: Hınç arzusu, BEŞ: Rekabeti abartarak düşmanlığa çevirme, ALTI: Yalan sonuç veren anketçilere itibar etme, YEDİ: Sosyal medyaya inanarak kendini şişirme ve kendi yalanına kanma, (Seçim sosyal medyada yapılsaydı, Kemal Bey kazanırdı.) SEKİZ: Rüyasını gerçek sanma, gerçekleri görmemekte direnme ve söylenince tahammül edememe, DOKUZ: Kifayetsizlik, ON: İhtiras.
*
Bunların dışında bir de bölge dengesi var. Masadakilerin memleketlerine bakalım.
Kemal Kılıçdaroğlu: Tunceli, Temel Karamollaoğlu: Sivas, Ahmet Davutoğlu: Konya, Ali Babacan: Ankara, Meral Akşener: Kocaeli, Gültekin Uysal: Afyon.
“Dördünü topluyoruz, yüzde 1 ediyor” eleştirisi gepgerçek.
Bölge dengesini dikkate almak gerekirdi.
Masada Trakya, Akdeniz ve Karadeniz yok. Bunların noksanlığı ciddi bir kusur. Dikkate almayan kaybeder. (Hele Karadeniz yoksa, kesin kaybeder.)
Karadeniz açığını Ekrem Bey vasıtasıyla kapatmaya çalışmak yeterli olamazdı, olmadı da. Eğreti durdu.
‘Te’ ile başlayıp ‘rör’ ile biten konulara hiç girmedik dikkat ederseniz. Bu kadarı yeter.
*
Kifayetsiz muhteris Kemal Bey, sonuca bakarak elini üç kere masaya vurdu. “Bur-da-yım.”
O üç heceyi 85 milyon tek tek söylese, yalan olmaz.
Hiç kimse olduğu yerden başka bir yerde bulunamaz. Ordayım, şurdayım diyemez kimse.
Nerede olursa olsun, Kemal Bey 28’inden sonra, başını duvarlara vuracak.