14 Mayıs’ta gene tarihi bir gece yaşadık. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 27 milyonun üzerinde aldığı oy rakamsal olarak bugüne kadarki en yüksek oy miktarını temsil ediyor. 5 milyon yeni seçmenin kendisi için handikap olacağı, seçmendeki ‘yeter artık’ hissiyatının muhalefete farklı bir zafer kazandıracağı ve ekonomik sorunların iktidar değişikliğini garantilediği gibi tezlerin sonuçlara yansımadığını gördük. Muhalefet ortaklarının aralarında yaşadığı sorunlar, ortak bir program ortaya koyulmasına karşın net bir mesaj ortaya koyulamaması ve mesajın taşıyıcısı aday Kılıçdaroğlu’nun büyük kitleleri ikna konusunda yaşadığı sorunlar seçimin kaderini belirledi. İlk turun getirdiği güçlü psikolojik üstünlük sayesinde ikinci turda Erdoğan’ın daha fazla oransal üstünlük sağlayarak kazanmasını sağlayacaktır.
Seçim sonuçlarının iç siyaset açısından birçok önemli sonucu olacak. Muhalefet ortağı küçük partiler Meclis’te temsil edilecek ancak Millet İttifakı azınlıkta kalırken parti liderleri de Meclis dışında siyaset yapmak durumunda kalacak. Cumhurbaşkanı adayı çıkarmasına karşın bunun oy karşılığını alamayan CHP’de hem vizyon hem de liderlik tartışması başlaması şaşırtıcı olmayacak. Cumhur İttifakı’nın Meclis üstünlüğünü sağlaması ve Erdoğan’ın tekrar Cumhurbaşkanı seçilmesi iktidarın ekonomi, eğitim ve terörle mücadele gibi konularda da vaatlerini yerine getirecek çoğunluğu elinde bulundurması anlamına gelecek. Bu denklemde muhalefetin köklü bir dönüşüm geçirmeden iktidara alternatif teşkil etmesi mümkün olmayacak. Kampanya döneminde zaten halkın birçok sorunlara rağmen muhalefetin ülkeyi yönetme ve dönüştürme kabiliyetine inanmakta zorlandığını gördük.
Dış politika açısından bakıldığında ise Türkiye’nin bölgesel güç ve küresel oyuncu olma iddiası güçlenerek devam edecek. Türkiye özellikle 2016 darbe girişimi sonrasında Suriye, Libya ve Güney Kafkasya’da oyun değiştirici hamle yapma kabiliyetini gösterdi. Türkiye pandemi sürecinde küresel tedarik zincirine kritik katkılar yaptı ve iklim değişikliğiyle mücadelede de aktif bir aktör olarak öne çıktı. Katar’a ablukayı engellediği için Körfez ülkeleriyle arası açılan Türkiye’nin geçen sene bu ilişkileri de tekrar rayına oturttuğunu gözlemledik. Ukrayna’nın işgalinde bu ülkenin yanında yer almakla birlikte Rusya’yla köprüleri atmak istemeyen Türkiye’nin Orta Asya’yla ilişkilerini de en üst seviyeye çıkardığını gördük. NATO ve BM gibi uluslararası platformlarda etkin rol oynamaya devam eden Türkiye’nin Avrupa’yla ticaret ilişkilerini de geliştirdiğini gördük.
İktidar seçim sonuçlarının yenilediği siyasi meşruiyet sayesinde önümüzdeki dönemde iç politikada vaatlerini yerine getirmede daha rahat bir pozisyonda olacak. Cumhur İttifakı’nın yeni anayasa gibi büyük inisiyatifler arayışında olması durumunda muhalefet partilerinden desteğe ihtiyacı olabilir ancak bunun şartlarının oluşup oluşmayacağını zaman gösterecek. İç politikadaki ‘rahatlık’ dış politikada bölgesel etkinlik ve küresel aktörlük arayışının güçlenerek devamını sağlayabilir. Türkiye’nin kuzey Suriye’deki güvenlik kaygılarını giderme arayışı konusunda Rusya, İran ve Suriye rejimiyle görüşmelerinde masaya daha güçlü geleceği aşikâr. Suriye’de PKK/YPG’nin alanının daha da daraltılması ve sığınmacılardan isteyenlerin ülkelerine güvenli dönüşünün mümkün hale gelmesi Türkiye’nin öncelikleri olacak. Bunların başarılması Türkiye’nin Suriye meselesinde kapsamlı siyasi çözüme katkı yapmasını da kolaylaştıracaktır.
Seçim sonuçlarının Avrupa ve ABD’yle ilişkilerde de daha geniş bir manevra alanı sağlayacağını söyleyebiliriz. Batı’nın Rusya ve Çin’le karşılaşmasında Türkiye’nin ulusal çıkarlarını önceleyerek dengeli bir politika izleme çabasının devam edeceğini tahmin etmek zor değil. Bununla birlikte Ukrayna cephesinde önümüzdeki aylarda daha şiddetli çatışmalara, Rus güçlerinin gerilemesine ve kazanımlarını koruma çabasına şahit olabiliriz. Batı’nın Ukrayna’ya desteğinin Rusya’nın kesin yenilgisine yetmemesi, savaşın yıllara yayılması ve Batı desteğinin azalması ihtimalinin akılda tutulması gerekiyor. Net bir Rus yenilgisi durumunda Türkiye Ukrayna’nın yeniden inşasına, savaşın uzaması durumunda ise diplomatik çözüm arayışına kritik katkı sağlayabilir. İki durumda da Türkiye’nin Ukrayna konusunda denge politikasına devam ederken Batı’yla daha koordineli hareket etmesine imkân tanıyacaktır.
Türkiye’nin PKK/YPG’ye karşı Suriye’de zemin kazanması, ABD’yi YPG’ye destek politikasını gözden geçirmeye zorlayarak Türk-Amerikan ilişkilerinde tansiyonun düşmesini sağlayabilir. Ukrayna konusunda Avrupa ve ABD’yle kısmi yakınlaşma da Türkiye’nin NATO içindeki etkinliğini artırabilir. Bu dış politika dinamikleri Batı’dan gelecek doğrudan dış yatırımların artmasını sağlayarak Türkiye’nin ekonomisine katkıda bulunabilir. Seçim sonuçları önümüzdeki beş yıl için iç siyasi istikrarın sağlanacağı mesajını vererek dış yatırımcıyı da teşvik edecektir. Türkiye’nin jeopolitik konumu ve bölgesel meseleler göz önünde tutulduğunda Batı’yla bütün meselelerde aynı sayfada olması gerekli veya mümkün değildir. Buna karşın Batı’yla ulusal çıkarlar önceleyerek ortak çalışma alanlarının artırılması Türkiye’nin ekonomisine, bölgesel etkinliğine ve küresel aktörlük rolüne katkı sağlayacaktır.