Ne atlattığımızın, nereden döndüğümüzün farkında mıyız acaba?..
Siyaseten azalsa da teknik olarak bu tehlike sürüyor…
13 Mayıs’ta şöyle bağlamışız…
“Şimdi seçime saatler kala sorarım, onlarca hükümet, onlarca farklı siyasetçinin iktidarında ve yüzlerce derdin/felaketin arasında bu kadar yıl bozulmadan duran/direnen Türk dinamiği nedir?
Bilmem. Ama yaşıyor”…
‘Gördünüz mü’ demeyeyim, ‘gördüler mi’ diyeyim!..
14 Mayıs’ın ikinci tura kapı açması, ilk tur çıktılarının değerlendirilmemesi’ handikapı yaratıyor. Yanlış olur. Mesela; Deva Partisi, Gelecek Partisi, Demokrat Parti, Saadet Partisi yönetimlerinin “siyasi edeb” gereği istifa etmeleri, yetmez, siyasetten çekilmeleri gerekiyor. Bu daha az fatura ile tahsil edilemez. Türkiye’de hiçbir karşılıkları olmadığı gibi, ‘istenmedikleri’ de ortadadır…
Bu partilerin liderleri aldıkları oy oranıyla Cumhurbaşkanı Yardımcısı mı olacaklar, Türkiye’yi mi yönetecekler? Ya da kontenjan/kerhen, ‘başkalarının oylarıyla milletvekili’ olarak milleti mi temsil edecekler? Bu oy miktarları sadece başarısız bulma değil, “cezalandırmadır”. Buna rağmen çıkıp, hiçbir şey olmamış gibi siyasete devam etmek pişkinliğe girer. Bunu yapacaklar mı? Tabii ki hayır. TBMM’de ezik ve enkaz siyasi artıklar olarak tutunmaya çalışacaklar.
Ancak ülkeye zarar verdiklerini herkes görüyor…
Sayın Oğan’ın ‘performans’ göstereceği ‘duruşundan’ dahi anlaşılabilirdi. Ortada bir ‘stil’ var. Üstelik geleceğe ilişkin umut vadediyor. Önemli midir? Elbette. Kendisi de seçmenden oy talep ederken, “herkes, Sayın Oğan siz şöyle iyisiniz, böyle iyisiniz, e hadi o zaman destek verin” diye oy istedi. Bunu da aldı.
Fakat… Yüzde 5’lik oy kümesinin tahlil edilmesi gerekiyor. Cumhurbaşkanlığı oy oranı ile ittifak oyu arasındaki fark nasıl anlaşılmalı?
Ondan önce de, “bu seçim milliyetçilerin seçimi oldu” indirgemeciliğinin/basitlemesinin önünü kesmek gerekiyor. Çünkü devamında, Avrupa tipi “aşırı milliyetçiliğin” içine atarlar!
MHP büyük başarı gösterdi. İyi Parti içinde de hissediliyor. Keza, Oğan kulvarında da. Ak Parti’de zaten var. Ama ne var? Hepsi, “vatan savunmasıdır”! Nefs-i müdafaadır. “Milliyetçilik yükseliyor” genellemesi değil, “Türk milliyetçiliği, vatanseverliktir”. “Türkiye yüzyılı ile hesaplaşacağız”a cevaptır.
Dönelim yüzde 5’e; milliyetçi vurgu, göçmenler politikası, PKK/terör ile mücadele. TBMM’ye yansıyan oyun, yüzde 2’nin-Oğan ile birlikte-tam olarak arkasında durduğu budur. Ancak geri kalan yüzde 3 içinde, “ilk turda oy verin bize, ikinci tura bakarız” oyları, Sayın Muharrem İnce’den yadigarlar, doğrudan milliyetçiler var. Bu anlamıyla emanettir. Bu seçmen kitlesine, “Oğan olmasaydı kime oy verirdiniz” diye sorulsa, cevap Millet İttifakı olmayacaktır. Çoğu milliyetçi çizgiye aittir ve CHP-HDP’yi içeren ittifakın “bileşeni” olmazlar.
Ak Parti her şeyi eksiksiz yapsa dahi “standart yorulma”nın getirdiği kayıplar olacaktı. Hepsi budur. 22 yıldır iktidarda olacaksınız, bu süre içinde 10 ülkenin başına gelebileceklerin 10 katı başınıza gelecek, sandıktan 1,5 ay önce 50 bin vatandaşınızı kaybedeceksiniz, ekonomiden şikayetler olacak, başta afet bölgesi açık ara birinci parti çıkacaksınız! Görülmüş şey değil. 7 parti ve 7 düvele rağmen. Kayıplarda standart yorulma o kadar tarif edilebilir ve makûldür ki, parti içi değerlendirmeler dışında politik arenada istismar edilebilecek boyutu yoktur. Erdoğan ise yüzde 49,5 ile-sadece Türkiye değil-küresel güven abidesi olmayı sürdürüyor…
İstanbul ve Ankara Büyükşehir Başkanları’nın, Sayın İmamoğlu ve Sayın Yavaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katkısı nedir?
CHP oylarındaki artış, 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kıyasla yüzde 2. Nüfus artışı bile izah edebilir. Kaybedenin Kılıçdaroğlu olduğu tartışılmaz. Ancak, alternatif olarak adı geçen iki belediye başkanının Türkiye çapında karşılığı olmadığı da orta. Her iki politikacının ‘prens’ olup olmadığını bilemem ama ‘veliaht’ olmadıklarını da özellikle CHP içi ve seçmenleri görmeli. Bu yüzden parti içi taht oyunlarını baştan kurmak zorundalar veya en güzeli, ‘kralı’, prensleri/veliahtı bırakıp, tahtı düzeltmeye çalışmalarıdır. Maalesef Türkiye’nin sorunu muhalefettir…
Z kuşağı ne oldu?
Milyonlarca genç seçmenin hepsini, ilk kez oy kullananları, Gezi Parkı çapulcularından sanmanın sonucu bu işte…
Sanki bu ülkede milliyetçi muhafazakâr ailelerin çocukları yok değil mi!
Sorun nereden başlıyor biliyor musunuz, eğer bir seçmen kitlesini Batı mahreçli sokma akıllarla harfler üzerinden tasnif ederseniz, sandıklar tasnif edilirken de onlar sizi Batı’yla aynı zarfa mühürler.
‘Z kuşağı’, bir politik kimliklendirme değil, sosyolojik bir tariftir. Bu kuşağın üyeleri bilgisayarı, interneti iyi kullanabilir ama hepsi ‘dijital’ değildir. O çocuklar “aplikasyon” olmadıklarını gösterdiler. Muhalefet bedava ‘indirdi’ ama seçimde faturası geldi!
Dışı sizi içi bizi yakar…
Nitelik tartışmasını hiç yapmayayım.
Ülkeyi yüksek stres altına, gerilim hattına sokan unsurların ana paydaşı maalesef medyadır. Bir, bilemediniz bir buçuk aylık kampanya dönemini neredeyse yarım yıl önceden başlatıp, en az 10 haber kanalı üzerinden her gün saatler ve saatler boyunca bir milletin başından aşağı dökerseniz, ‘olaylar çıkacağı’na ilişkin sinsi bir sis herkesi kuşatır…
15 Mayıs sabahı hâlâ, “Erdoğan Kaybetti” manşeti atan gazeteler, yorum yapan “gazeteciler”, televizyon kanalları vardı. Bu artık körlük değil. İsmi başkadır…
Milleti aşağılamalara, depremzedelere hakaretlere, gurbetçileri vatandaş saymamalara, ikinci turda yapılacaklara, Kılıçdaroğlu’nun akıbetine de sonra devam edelim…