Türkiye, Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimine doğru ilerlerken dünya kamuoyunun gözü Türkiye’ye çevrildi.
Jeopolitik dengelerin darmadağın olduğu bir dönemde, dünya düzeninin yeniden kurulma aşamasında olduğu bir süreçte Türkiye Cumhuriyeti’nin bölgesel bir güç olarak ortaya çıkması, doğudan batıya, güneyden kuzeye bütün milletlerin dikkatini Türkiye’nin üzerine çekti.
Özellikle Batı medyasında aylar öncesinden tartışılmaya başlayan Türkiye’nin seçiminin 21. yüzyılın en önemli seçimi olduğu düşüncesi, uluslararası medyanın odağını Türkiye’ye çevirmesine neden oldu.
Türkiye’nin seçimine yönelik bu yoğun ilginin elbette ki çok önemli sebepleri vardı: NATO’nun Ukrayna üzerinden Rusya’yla doğrudan bir savaş hâlinde olduğu bu dönemde ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya, Türkiye’nin bağımsız, çok yönlü ve pro-aktif bir dış politika izlemesine engel olmak istiyordu.
Ne yazık ki Türkiye’nin muhalefet partilerinin liderleri, önde gelen Batılı güçlerin bu büyük stratejisini doğru şekilde okumayı beceremedi. Türkiye’nin seçim süreci ve bu sürece içkin tartışma başlıkları, salt bir iç politika meselesiymiş gibi bir algı oluşturuldu.
Muhalefet partileri, AK Parti’nin yirmi yıllık iktidarında gerçekleştirdiği altyapı yatırımlarını küçümsedi. Oysa bu yatırımlar, Türkiye’yi gelişmiş ülkeler seviyesine çıkaran bir sağlık, eğitim, ulaşım ve enerji ekosistemi yaratmıştı. Muhalefet partilerinin söylemlerine rağmen seçmenler, bu başarının kıymetini bizzat deneyimliyordu.
Aslında muhalefetin seçim sürecinde öne çıkardığı söylem şuydu: AK Parti, büyük işler başarmış ve Türkiye’yi yukarıda saydığımız alanlarda gelişmiş ülkeler seviyesine çıkarmış olsa da ekonomi kötü gidiyordu ve millet açtı. TCG Anadolu veya TOGG gibi gerçekleştirilen devasa projeler, yükselen enflasyon karşısında milletin alım gücünün zayıflaması gerçeğini örtemezdi.
Oysa muhalefet partilerinin benimsediği bu söylem hiçbir şekilde Türkiye’nin mevcut durumunu yansıtmıyordu. Bir kere AK Parti’nin yirmi yıllık iktidarının sonunda Türkiye bölgesel bir güç olarak doğmuş, yeniden teşekkül edilen Türk Devletler Teşkilatı ile tüm dünyaya güçlü bir mesaj vermeyi başarmıştı.
Türkiye, Afrika’da Fransa’nın bölgesel bir rakibi hâline gelmiş, Fransız sömürgeciliği Afrika kıtasından kovulma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Almanya ile Türkiye arasında bir nüfuz mücadelesinin yaşandığı Balkanlar, Türkiye’nin güçlenmesiyle birlikte istikrara kavuşmuştu.
Bu sırada ABD, Suriye’de PKK eliyle ikinci bir İsrail devleti kurmak üzere harekete geçmiş, NATO müttefiki olan Türkiye’nin kuyusunu kazmaya başlamıştı. Türkiye’nin gerçekleştirdiği devasa askeri operasyonlar ABD’nin planlarını altüst etti.
Eski Büyükelçi Ünal Çeviköz, CHP’nin önde gelen siyasetçilerinden biri olduğunda başta ABD olmak üzere Batılı güçlere itaat mesajları göndermeye başlamıştı. Azerbaycan−Ermenistan mücadelesinde Ermenistan’ı, Yunanistan ile tırmanan gerilimde Yunanistan’ı destekleme sözü veriyor, Kıbrıs’tan Türkiye’nin askerlerini çekeceğini, Rusya-Ukrayna savaşında Rusya’ya karşı çıkılacağını vadediyordu. Oysa bir NATO üyesi olan Türkiye’nin uluslararası siyasetteki en güçlü silahı, geçmişi yüzyılları bulan denge siyasetiydi. AK Parti’nin yirmi yıllık iktidarında benimsenen bağımsız ve çok yönlü dış politika Türkiye’nin millî çıkarlarının savunulması için elzemdi.
Bu dış politika sayesinde Libya ile deniz yetki anlaşması imzalanmış, Türkiye Doğu Akdeniz’de bir Mavi Vatan oluşturmayı başarmıştı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın güçlü liderliği sayesinde Türkiye kamuoyu ülkemizin karşı karşıya kaldığı bölgesel tehditlerin farkına vardı. Zira dış politikada benimsenen basiretli ve dirayetli tutum ile savunma sanayiinde yapılan devasa atılımlar, Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak doğuşunu garanti altına aldı.
PKK ve FETÖ terör örgütlerinin argümanları üzerinden önde gelen Batı medyasında Türkiye’ye karşı yürütülen uluslararası propaganda karşısında seçmenler, ülkesine ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sahip çıktı.
İrrasyonel bir siyasi söylem benimseyen muhalefet partileri ağır bir seçim yenilgisine uğrarken muhalif entelektüellerin ve medya mensuplarının ne Türkiye’nin millî çıkarlarını ne Türkiye sosyolojisini ne de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinin jeopolitik anlamını anlama kapasitesine sahip olmadıklarını gösterdiler.
Bu sırada Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin seçim sürecine dahil olan üç ana grubun ayırdına varmıştı. Birinci grup, Türkiye’nin millî çıkarlarını her şeyin üstünde tutan Anadolu insanıydı. İkinci grup, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile duygusal bir bağ kuran dünyanın mazlum halklarıydı. Son grup ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birçok operasyonlarına çomak soktuğu dünyanın sömürgeci güçleriydi.
Seçmenler, yapılan doğalgaz ve petrol keşifleriyle Türkiye’nin enerji açığını kapatma konusunda büyük bir hamle yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğine sahip çıktı. Verdikleri %50’lik destekle ülkenin istikrarını ve güvenliğini teminat altına aldı.