BAYRAM BAHANE TÜKETİM ÇILGINLIĞI ŞAHANE
Modern Dünya dedikleri, devir; aynı zamanda vahşi kapitalizmin egemenliğini ilan ederek; insanları, her alanda esir almanın keyfini yaşadığı zirve durumudur. Alış, veriş yapma çılgınlığı o kadar zirve yapmıştır ki; artık insanlar gelecek yıllara ait, gelirlerine güvenerek; tüketim yapmaya devam etmektedirler. İşin en ilginç yanlarından biri; insanların, gelirlerinden çok fazla harcama yapma alışkanlıklarıdır. Devletler bile, geleceğe borçlanma adına yapılan alış, veriş çılgınlığının altını çizerek, Bankalara bu konuda fazla kredi açmamaları gerektiğini vurgulamaktadır. Bu konu, Devletlerin gelecekteki mali dengesinde sorun çıkarabilir. O nedenle sürekli bankalar, tüketici kredileri yönünden uyarılmaktadır.
Yılbaşı günleri gibi, belirli günler; kapitalist güçlerin, tüketiciyi esir almaya çalıştığı, tüketmeye beyinlerini yönlendirdiği, çılgın alış veriş günleridir. Bu çılgınlıkların sonrasında; binlerce aile perişan olmaktadır. İcra kapılarına sürüklenmektedir. GELİRİN NE OLURSA OLSUN; SEN TÜKETMEYE, ALIŞ VERİŞE DEVAM ET…
Bayram öncesi, bankalar kredi reklamı yaparak; bu iştahı körüklemişlerdir.
AVM ler, alış, veriş merkezleri; bayram öncesi, tıklım, tıklım idi. Sanki, kıtlıktan çıkmış gibi; insanlar alış veriş yapıyorlardı.
Hani Ülke fakirdi… Son yapılan uluslar arası değerlendirmelerde; Ülkemizde, kişi başına düşen borç miktarında, azalma vardır. İyi de; bu varlığımızı, neden tasarruf ederek değerlendirmiyoruz? Hala, tüketime devam ediyoruz…
Tüket, tüket, tüket… Çılgınlığının sonu nereye varacak?
Aileler, çocuklarına kuracakları yuva için bile; aynı sloganı kullanmaktadırlar. Tüket, tüket… Nasıl olsa; ödersin… Yani gelecek on yılının gelirine şimdiden hipotek koyabilirsin… Hadi hayırlısı… Derler bir de; adama…
İnsanların yeme, içme konusunda harcadıkları paraları bir manada anlamlandırabiliriz. Ancak, giyim, sektörü konusunda harcanan paralara karşılık; o eşyaların daha tazelikleri bile; geçmeden, yenileri alınarak kenarlara atılması, hatta bazılarının birkaç kez giyilerek terk edilmesi, kapitalizmin reklam ekonomisi ile; vardığı yeri anlatmak adına önemli bir örnektir. Aynı şekilde giyim ve donanıma harcanan para miktarını aşacak şekilde daha fazla miktarların ev eşyalarına harcandığını görüyoruz. Herkes kendi bütçesine göre; yüklü şekilde borçlanarak ev odalarını süslemektedirler. Kimi zaman; eşyaların, yıprandığı inancı ile değiştirilmesine karar verilir. Yeni gelen eşya da süslenir, temizlenir, yine bir odaya hapsedilir. Ara sıra kapı açılarak ziyaret edilir.
Daha önceden alınmış olan kullanımı bozulmamış, daha senelerce insanlara hizmet edecek durumda olan eski, diye adlandırılan eşyalar ise ya birilerine verilir, veya satılır. Böylece ev eşyasının ihtişamı tamamlanmış olur. Bu aynı zamanda ev halkının bir, çok, Aile açısından söylüyorum; yeni, yeni borçlanmaları demektir. Elektronik aletlere fazladan harcanan paralar, işin başka bir boyutudur. Yeni model aramalar, yeni, yeni, donanımlar peşinde koşmalar... Başka bir tabirle acımasız vahşi kapitalizm yine insanlara gereksiz harcamalar yaptırarak, insanları esir almaktadır.
Üretilen kimi gıdalar, insan sağlığı açısından; zararlı olarak yetkili kurumlar tarafından ilan edilir. Reklam sayesinde bu gıdalar tüketilmeye devam edilir. Aileler, tüketiciler bu konuda, yeterli kadar bilinçli değillerdir. Her şeyi anlıyorum da; bu kadar sağlıksız ürün üreten firmalar, neden en ağır şekilde cezalandırılmaz? Örneğin fabrikalarına kilit vurulabilir. Ürünlerinin imalatı durdurulabilir. Piyasadan toplanabilir. Bugün, ilgili bakanlıklar; sağlığa zararlı ya da üretim koşullarına uymayan, firmaları halka ilanen duyuruyorlar. Halkın bunları tüketmemeleri açısından uyarılar yapıyorlar. Bunlar, iyi güzel de; neden bu konuda ısrarlı hatalı ürün üreten firmalar, en ağır şekilde cezalandırılmaz, anlamıyorum.
Eğer yeterli yasal alt yapı yok ise; bu yasal boşluk, yeni yasalarla takviye edilmez. Üstelik; yeme içme konusu, insan sağlığını direkt ilgilendiren bir konudur. İhmale gelmez. Kısacası; mobilya üreten bir firmanın hatası ile; gıda maddesi üreten firmanın hatasının açacağı zarar, aynı değildir. Gıda üreten firmaların hatalı, yahut kusurlu imalatları, insan sağlığının bozulmasına neden olan yapıda ise; bir nevi insan hayatına kast etmek anlamı taşır. Üretimin bu tarafı, tüketim açısından en fazla kontrol edilmesi gereken yeridir. Vahşi Kapitalizmin, bu sahadaki acımasızlığına dur demek, gerekir. Tüketilmesine engel olmak şarttır.
Bir tarafta, yokluk, çaresizlik, bir tarafta tüketim çılgınlığı… İnsanoğlu öyle bir yola girdi ki; sormayın gitsin. Durmadan üret, durmadan tüket, işte özet budur. Bunun yanında şükür, sabır, kanaat, bereket, var olanla yetinmek, kavramları, hem alfabemizden, hem de hayatımızdan çıktı. Hep başkalarının hayatları, bizim hayatımızı etkiler ve yönetir, oldu. Onun var, benim neden yok, gibi anlamsız bir sorunun cevabını arar olduk. Durmadan çalış, durmadan kazan ve hep tüket, hep tüket, parola bu.
Reklam rol modelleri de; sürekli bizi tüketmeye davet etmektedir. Yani,
Anlı, şanlı, topluma mal olmuş kimi sanatçılar, toplum önderleri; ürün reklamında rol model olarak, kullanılmaktadırlar. Kısacası; Onlar da; yaptıkları reklam ile; bizleri tüketmeye çağırmaktadır. Vahşi Kapitalizmin esiri olmamızı istemektedirler.
Sonuç; görünmeyen prangalı kölelik...
Yardımlaşma, paylaşma, bölüşme, gibi özellikleri unuttuk. Kendimde olan nimetlerden fazlaca bahsederek; başkalarını bana özendirme, gibi bir hastalığa uğradık. Allah verdi, diye bir şükür kalmadı. Ben çalıştım ve ben kazandım, fikri, ağır basar oldu. İşte o mantıkla kazanılan tüm kazançlar, başkalarına yardımı, paylaşmayı unutturdu. Hep ben, hep ben, fikri aldı yürüdü. Biz, kavramı sadece içi boş kullanılan bir kelime olarak kaldı. Bu çılgınlığın bir an önce yavaşlaması dileğimizdir. Sorumsuz alış veriş çılgınlığının, en kısa zamanda yavaşlaması, beklentimizdir...