NECİP FAZIL KISAKÜREK SİVAS KONFERANSI 4
İşte, bu tür etkinliklere katkı veren arkadaşlardan birisi de, zamanın siyasilerinden; Baş Bakan yardımcılığı yapmış Sayın Abdüllatif Şener idi. Necip Fazıl Bey salona konferansa girmek için, geldiğinde; Abdüllatif Bey Üstadın Çile şiirini okuyordu. Üstad, o arada bu kim? diye sorunca; arkadaşlar Ankara Siyasal Bilgiler fakültesinde okuyor diye bilgilendirdiler. Necip Fazıl Bey şiirin bitirilmesini istedi ve öylece konferansa başlamaya karar verdi.
Konferans başlamadan önce; salonda olabileceğine inandığımız aksaklıkların önünü kesmek için; tedbirler almıştık. Şehrimize ilk defa gelen, Üstadın konferansı esnasında; karışıklık, kargaşa olsun istemiyorduk.
Biz, daha değişik şehirlerde verilen konferanslarda; çeşitli nedenlerle elektrik kesintilerinin olduğunu bildiğimiz için; arkadaşlarla tedbir almaya karar vermiştik. O günün imkanları ile teknik ayrıntılarını bilemeyeceğim bir sistemi, daha önceki konferanslardan, böyle bir deneyimi olan; Sayın Ebuzer Bey ayarladı. Elektrikler kesilince; hemen akülerle yapmış olduğu bir düzenekle anında devreye giriyor ve konuşmacı konuşmasına devam ediyordu.
Müthiş bir tezahürat içerisinde Necip Fazıl Bey konferansa başladı. ’’Dünya Bir İnkılab bekliyor.,, Osmanlıca almış olduğu notlarını dinleyenlere aktarıyor ve konuşması ara sıra tezahüratlarla kesiliyordu. Kendisinin sonradan ifadesine göre; Salonun üç kattan ibaret olduğunu fark etmişti. Dolayısıyla; çok kalabalık bir salon olduğunu belirtmişti. Çünkü salon üç katlı idi . Üstad, farklı katları da görünce; kalabalık dikkatini çekmişti. Yan tarafında Necaattin Çelik Bey ayakta bekliyordu. Sahnede ayakta ise Ben, Zeki Kılıç ve Abdüllatif bey ayakta konferans bitene kadar bekledik.
Korkulan oldu ve elektrikler kesildi. Amma Üstad, bir anda ne oluyor diye seslenince; ses aynı zamanda devreye giren sistem sayesinde duyuldu. Sesin kesilmediği fark ettiği zaman, memnun oldu. Konferansına bir müddet böyle devam etti. O arada Sivas da meşhur olan Hay Hak amca birden seslenerek; HAY… HAK… diye bağırdı. Üstad, ‘’Ne diyor bu adam’’ diye sorunca; aldığı cevap karşısında; bir sen söyle, bir de ben söyleyeyim; HAY… HAK… diye seslendi. Bu arada yakın zamanda kaybettiğimiz amcaya ALLAH'TAN RAHMET DİLİYORUZ.
Uzun, uzun dinleyenlerine fikirlerini anlattı. Memleket meselelerine çözüm önerileri sundu. Dünyanın İslam' a muhtaçlığından bahsetti. Öyle bir neslin, Türkiye de yetişmesi için; çektiği sıkıntılardan bahsetti. O gençliğin önemini vurguladı. Kısacası bugünleri önceden anlatmaya çalıştı. Bütün amacı imanlı bir gençlik yetiştirmekti. Anadolu’ yu baştan, başa bunun için dolaştı. Kim nereye davet etti ise; tereddüt etmeden koştu. Hak bildiği davayı özellikle genç nesillere anlatmaktan mutlu oldu. Yapmış olduğu mücadele sonunda; sonuçlarını görme bahtiyarlığına erişti. Onun için Yüce Yaradan’ a şükretti. Yılmadan, usanmadan, bıkmadan doğru bildiği yolda yürüdü. Gençlerin kendisi ile birlikte yürümesini tavsiye etti. Bu alanda çalışma yapan herkese destek verdi. Tüm fikir adamlarının öncülüğünü yaptı. Seneler önce yayın hayatına başlattığı; Büyük Doğu dergilerini; tüm engellemelere rağmen yayın hayatına sokmanın mücadelesini verdi. Bu alanda çaba ve gayret sarf eden özel öğrencileri ile; birlikte daha güçlü, daha ses getirebilecek, yayın kuruluşları yapmanın planlarını anlattı. Onları kendi çatısı altında toplanmaya çağırdı. Bu anlamda, mücadele verdi.
Konferans bitip; dinleyicilerimiz, dağıldıktan sonra, MTTB binasına geçtik. Orada gençlerle sohbet etti. Bir ara Yahya Kemal Bayatlı’ dan bahsederken; Ali ŞAHİN Canozan Bey, söze katılınca; ona hitaben gel bakalım sen mürekkep yalamış birine benziyorsun... dedi. Sohbet çeşitli alanlarda devam etti. Etrafındaki gençlere her zaman özenle bir şeyler söylemenin gerekliliğini ve ağırlığını hissettiği için; kelimeleri özenle seçiyor ve anlaşılır bir şekilde ifade etmeye çalışıyordu. Zamanla karşısındakilerin fikirlerini alıyordu. Konferansın akabinde Sivas halkına özenle teşekkür etmişti. Çünkü salon konferans bitene kadar dağılmamıştı. Amma gençler diyordu:’’ Ben bu davanın kurmaylarına hitap etmeliyim.’’ O nedenle; konferansını sonuna kadar, dinleyen şehrimiz halkına minnettarlığını bildirdi. Uzun sohbet anında bir ara önündeki çay bardağı devrildi, yanında oturan arkadaşımız bardağı düzeltmeye çalışınca; ‘’Başkan yanındaki sigarayı kurtar, bardak zaten devrilmiş...’’ diyerek bir espri patlattı. Böylece zaman, zaman sohbetin monoton şekilde geçmesini engelliyordu.
Daha sonra; Muhteşem Sivas Konferansı ve onun basında bıraktığı etki belirgin oldu. Konferans sırasında; benimle ve idareci arkadaşlarla olan fotoğrafları Ülkenin çeşitli TV lerinde yayınlanan belgesellerde yayınlandı. Biz kendisine ve oğluna bu fotoğraflardan arşivlik olarak vermiştik.
Özellikle TGRT, Necip Fazıl Belgeselinde, Sivas konferansına uzun bir bölüm olarak sunmuştu. Belki de, O, yıllarda Sivas'ta MTTB gençliğine salonda hitap ettiği, son konferans olması nedeni ile, öenmliyidi.
En önemli olarak değerlendirdiği taraf ise; neden hep Sivas'a bu kadar geç geldiğini sorguluyordu. Sivas’ ı ve Sivas gençliğini sevmişti. Hayatı boyunca, Sivas'tan gelen insanlara özel itina gösterdi. Daha sonra yazdığı eserde bu şehirden bahsedeceğine dair sözler söyledi. Ancak, gelişen olaylar, Sivas Konferansını gölgede bıraktı. Malum MHP'nin Konya mitinginde topluluğa yaptığı konuşma; bazı kesimlerde rahatsızlık oluşturdu. Hiç olmayan yorumlar yapıldı. Hak etmediği bazı değerlendirmeler, onu rahatsız etti. O nedenle, onlara cevap vermek adına yazmış olduğu seri raporlar, Sivas konferansını gölgede bıraktı.
Bugün, Üstadın bahsettiği, uğrunda çilelerin en büyüğünü çektiği neslin; kat ettiği ilerlemeler dikkate değerdir. Toplumun her katmanında; bahsettiği ideal insan örneklerini görebiliriz. Üzerinde özenle titrediği bu genç neslin; buralarda olması mutlaka sevindiricidir. Ancak, bazı anlarda mukaddes davanın temellerinden ödün verilmesi, kendisinin asla kabul edemeyeceği bir durumdur. Dünya hayatının, cezbeden yaşantı tarzlarını; Üstad, eserlerinde şiddetle reddetmiştir. Onun amacı; kutsal davaya tam aşık olmuş, bu uğurda her türlü fedakarlıkları yapabilecek, insan yetiştirmektir. O nedenle; sosyal hayatın cazibeli, ince ayrıntılarına, kendisini esir etmiş insanlar; Üstadın tanımlamasını yaptığı, ideal nesiller arasında yoktur. O, Bu dava için, kim var? Denildiği zaman; sağına, soluna, bakmadan; Ben varım, diyebilecek, bir gençliğin varlığına inanmıştır. O gençliğin yetişmesi için; tüm enerjisini bu yolda harcamıştır. Günümüz insanının; bu değerlendirmeleri hatırlayarak; kendisini nereye koyacağının kararını, bizzat kendisi vermelidir. Amaçtan verilen tavizler; bir gün dağlar kadar olur ve bizleri ezer, geçer. Ana düstur, bu olmalıdır. Sağlıklı insan ilişkileri, birinci öncelik olarak; önümüzde durmaktadır.