Ekleme
Tarihi: 06 Kasım 2023 - Pazartesi
Devletlerin karar alma mekanizmalarını etkileyen çeşitli parametreler vardır. Ekonomi-politik, jeopolitik ve teo-politik kavramları, politika kararlarının nasıl ve ne gerekçe ile alındığının izahlarını yapmaktadır. 7 Ekim ve sonrasında İsrail’in şiddetini her geçen gün artırdığı saldırıların hangi gerekçe ile yapıldığı ve burada bir devlet aklının işleyip işlemediği de benzer kavramlar üzerinden ilerleyen bir tartışmayı gündeme getirmektedir. Bu tartışmalarda, İsrail’in rasyonel izahları olmayan bir politika izlediği ve genellikle teolojik denklemi devreye soktuğu görülmektedir.
Özellikle İsrail’deki aşırılık yanlıların iktidara taşıdığı Netanyahu’nun siyaset anlayışı, son dönemde teolojik motivasyonların politika belirlemede ana etken olduğu bir tabloyu ortaya koymaktadır. Nitekim Netanyahu, tahrif edilmiş dini metinlere atıflar yaparak işgalci politikaları ve hedef gözetmeksizin yaptığı saldırıları meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Netanyahu’nun en önemli destekçisi olan ABD’deki evanjelistlerin bu konudaki tutumu da açık bir teo-politik düzlemin varlığına işaret etmektedir. Nitekim Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson’ın “Tanrının, İsrail’i kutsayan milletleri kutsayacağını biliyorum” ifadeleri, ABD’nin İsrail’e yönelik desteğinin gerekçesi açısından önemli bir işaret. İsrail’in kurumsal devlet aklını bir kenara bırakarak bir tür cinnet halinde işlediği terör eylemlerine dini gerekçeler üzerinden meşruiyet üretmeye çalışması, üzerinde düşünülmesi gereken bir husus.
Kavramların Cazibesi
Netanyahu’nun konuşmalarında dikkat çeken bir husus da iç ve dış mesajlarındaki ton ve söylem farklılığıdır. Netanyahu, bir yandan kendisini iktidara taşıyan kitlelerin desteğini sürdürmek için teo-politik bir siyaset izlerken diğer yandan küresel kamuoyunu ikna için barbar-medeni çatışması üzerinden ilerlemeyi tercih etmektedir. Herzog’un da desteklediği bu söylem alanı, Hamas üzerinden bütün Filistinlileri barbar olarak kategorize eden ve onların medeni dünyada yerlerinin olmadığını düşünen bir siyaset. Benzer biçimde her iki isim de Hamas’ı DAEŞ ile özdeşleştirmekte ve DAEŞ’in Batı kamuoyundaki negatif karşılığından yararlanmaya çalışmaktadırlar. Fakat İsrail terörünün, Batılı devletler nezdindeki desteğine rağmen Batı halklarındaki karşılığı bu propagandanın işlemediğini göstermektedir. Bütün kurumsal engellere rağmen, Berlin, Roma, Londra, New York gibi şehirlerdeki kamuoyu tepkisi İsrail’in söylem alanındaki üstünlüğünü kaybettiğini göstermektedir.
Söylem Üstünlüğünün Kaybı
İsrailli yetkililerin uzunca bir süredir barbar-medeni ya da Hamas-DAEŞ gibi kategoriler üzerinden kurmaya çalıştığı söylem üstünlüğünün işlemediği görülmektedir. Nitekim son dönemde Cumhur-başkanı Erdoğan’ın Hamas ile ilgili çıkışları ve Filistin halkının yaşadıklarının Türkiye medyası aracılığıyla uluslararası kamuoyuna aktarılması, İsrail’in şiddetli tepkisine yol açmaktadır. Geçtiğimiz günlerde Times of Israel’in İletişim Başkanı Fahrettin Altun’u hedef alması, Türkiye’nin Filistin’in haklı mücadelesinde medya alanında ürettiği kapasiteyi göstermektedir. İlgili mecrada çıkan yazıda, Türkiye’nin 7 Ekim’den bu yana diplomatik ilişkileri sürdürse de uluslararası kamuoyunda İsrail’e karşı Filistinlilerin yanında duran ciddi bir kampanya yürüttüğünün altı çizilmektedir. Türkiye’nin medya ortamlarında yürüttüğü çalışmalarla İsrail’in propagandasını etkisiz hale getirdiği ve İsrail’in Gazze başta olmak üzere bütün Filistin’de bir soykırım uyguladığını dünya kamuoyuna aktardığı ifade edilmektedir. Türkiye’nin sosyal medyayı etkili biçimde kullanmasının, İsrail’in ürettiği dezenformasyonların etkisizleştirilmesinde önemli olduğu ısrarla vurgulanmakta ve İsrail’in bundan ciddi biçimde rahatsız olduğu görülmektedir.
Türkiye’nin hem kamu hem de özel medyaları ile sahadaki varlığı, İsrail lobisinin etkisi altındaki küresel medyanın tek taraflı ve sübjektif habercilik anlayışının karşısında hakikatin tüm dünyaya aktarıldığı başarılı bir medya stratejisini ortaya koymaktadır. Türkiye’nin son yıllarda sürdürdüğü otonomi politikasına önemli katkıları olan medya araçlarının, kritik dönemlerde nasıl bir etki oluşturulduğu bugün çok daha iyi anlaşılmaktadır. Benzer bir etki hatırlayacak olur isek Dağlık Karabağ’ın özgürleştirilmesi sürecinde söz konusu olmuş ve medya eliyle Azerbaycan’ın haklı davası dünya kamuoyuna aktarılmıştır. Bu sebeple, Times of Israel’deki yazıda, sadece Erdoğan liderliği değil İletişim sahasının da hedef alınması, bu konuda alınan mesafeyi çok açık biçimde göstermektedir.
Ulusal ve uluslararası düzeyde bütünlüklü bir iletişim stratejisi oluşturmak, dış politikadaki farklılaşmanın hissettirilmesi açısından önemlidir. Nitekim Türkiye’nin de taraf olduğu bölgesel ve küresel çatışma alanlarında, uluslararası alanda yürütülen iletişim politikaları, Türkiye’nin haklı ve kararlı tutumunun anlaşılmasına katkı sağlamaktadır. Bu nedenle
İnternet ve yapay zeka teknolojileri üzerinden yapılan manipülasyonlarla gerçeklik yerine algıların egemen olduğu bir çağda hakikatin duyurulması bugün daha büyük bir önem arz etmektedir.