İlk sonuçlar alınmaya başlandı. Burada önemli olan bu protestoların sürekliliğini sağlamak... İlgili küresel şirketler bütün ümitlerini bu protestoların ‘geçici bir heves’ olarak yürütüldüğüne, kısa zamanda bu tutumların gevşeyeceğine bağlamış durumdalar. Bu beklentilerini boşa çıkarmak durumundayız; aksi halde, geçmişte olduğu gibi birkaç haftada bir yel gibi gelip geçen protesto hareketlerinin kalıcı bir etkisi olmayacak, bu şirketlerin zulme desteklerini pek de sekteye uğratmayacaktır. Öyle uzun vadeli bir kararlılıkla bu el çekme hareketini sürdürmeliyiz ki; bu markalar, hem İsrail’i ve tek yanlı Batı politikalarının destekçisi olup hem de mallarını bize satamayacaklarını iyice bir anlamalılar. Bunu başarabilirsek, sandığımızdan çok daha iyi sonuçlar alabiliriz. Çünkü bu küresel zulüm organizasyonunun temel motivasyonu kazandıkları para... Bu hasta zihniyet için en temelde bütün bu zulmün asıl gerekçesi de her şeyin daha fazlasının sahibi olma güdüsü... Bu zulümleri işlerken söylemlerini bir çok dini argüman ve sembolle destekliyor olsalar da, zalimler için asıl din paranın dini...
Yeri gelmişken (ki bu tür meselelerin yeri çok daha önceden gelmeliydi); bir yandan bütün bu şirket mallarına, ürünlerine protestolarımızı bütün yoğunluğuyla sürdürürken, bir yandan da aynı meseleyi bir muhasebe konusu yapmak icap ediyor diye düşünüyorum. İnançlarımız, aidiyetimiz, kültürümüz ve geleneğimizden kaynağını alan aslî kimliğimizin dışında, bir de inkar edemeyeceğimiz şekilde aslî kimliğimizden ayrışan bir başka kimliğimiz var bizim: Bizler profesyonel anlamda tüketiciyiz! Kendimizi tanımladığımız değerler farklılaşıyor ama neredeyse tüketicilik bir ortak kimlik olarak hepimizi bir ortak kesişim kümesinde bir araya getiriyor. Bugün protesto etme kararlılığını gösterdiğimiz ürünler, bizim olağanüstü durumlar dışında günlük hayatımızın vazgeçilmez parçaları aslında... Hazırlanan İsrail ve destekçisi markalar listesi, hepimizin aslında dev bir ticari müstemlekede yaşadığımız ve o ülkenin birer tüketim vatandaşı olduğumuz gerçeğini ortaya koyuyor. Dört bir taraftan çevrilmiş, cendereye alınmış ve yazık ki zihinsel olarak işgal edilmiş bir durumdayız bu markalar emperyalizmi tarafından.
Kahvemizi şuradan, yiyeceğimizi buradan, giysimizi bu mağazadan, ayakkabımızı şu dükkandan, deterjanımızı, şampuanımızı, diş macunumuzu buradan... Liste uzayıp gider. Bu markalara bulaşmayanımız yok, onlar bizim tüketim seanslarımızın hep liste başındalar. Bir çoğunun yerli alternatifleri var ama tercih etmiyoruz. Neden? Çünkü onlar yeterince popüler, ‘trendler’e ya da modaya uygun değiller... Bu tercihlerimizin bizi her koldan bu ürünleri üreten küresel sermayenin ürünlerine bağımlı kıldığını düşünmüyoruz pek bu markalara yönelirken... Oysa bu ürünlerin alternatifi olabilecek yerli üretimlerin de önünü kesmiş oluyoruz bu şekilde.
Bugün bütün toplumlar dev bir ticaret müstemlekesinde yaşıyor, bütün zevklerimiz, tercihlerimiz kontrol ediliyor ve bizim cebimizden toplanan paralarla emperyalizm canavarı sürekli büyütülüyor. Her icap ettiğinde de buradan elde edilen sınırsız servet, gelip çocuklarımızı öldürsün diye devlet görünümlü habis terörist unsurlara sermaye kılınıyor.
Protestolar burada kalmamalı, bir şuur olarak kalıcı şekilde zihniyetimize kazınmalıdır. Yerli malı kullanmak, milli üretimi desteklemek, dost coğrafyalarla alışveriş etmek hem bizim tüketim alışkanlıklarımızın hem de ülkemizin yönetim anlayışın çok temel, çok stratejik bir önceliği olmalı. Henüz yeterli üretimi ortaya koyamadığımız alanlarda da her insanımız kendini sorumlu tutarak üretime katılmalı, devlet politikalarımız da böyle bütünsel bir strateji ile yeniden düşünülmelidir. Aksi halde, her başımıza vurulduğunda çaresizliğiyle yüzleşmek zorunda kalan tutsaklar olmaya devam ederiz.