ABD ve İngiltere’de, İsrail’in katliamlarının gün yüzüne çıkması ve saklanamaz bir boyuta ulaşmasıyla birlikte ciddî bir kutuplaşmanın yaşandığı anlaşılıyor. Her iki ülke geleneksel devlet politikalarının bir devamı olarak 7 Ekim’den sonra İsrail’e açık destek verdi. Bu destek daha önce sorgulanmamış ve herhangi bir kutuplaşma yaşanmamıştı. Dolayısıyla 7 Ekim’den sonra İsrail’i desteklemekte bir mahzur görmediler. Fakat İsrail ilk defa Filistinliler karşısında çaresizlik içindeydi. Hiç beklemedikleri bir anda Hamas karşılarına çıkmış ve İsrail’in dengesini bozmuştu. 7 Ekim’den sonra dengesini kaybeden sadece İsrail değildi. Başta ABD ve İngiltere olmak üzere Almanya ve Fransa gibi ülkeler Hamas’ın dirayeti karşısında şaşkına dönmüşler ve geleneksel soğukkanlı yaklaşımları bir kenara bırakmışlardı. Şiddeti yeniden sistemli bir politik araç olarak kullanacaklardı. Böylelikle Filistinliler boyun eğecekti. Bu olmadı, Filistinliler boyun eğmedi. İsrail’in sistemli şiddeti Filistinlilerin kanının Batı sokaklarına sıçramasına yol açtı. Seçkinler ve kamuoyu arasındaki kutuplaşma da böyle ortaya çıktı.
Önceki yazılarımızda ifade etmeye çalıştığımız gibi 7 Ekim’den sonra ABD ve İngiltere ordusundan askerlerin İsrail saflarında soykırım suçu işledikleri çokça konuşuldu. İngiltere’nin Güney Kıbrıs Rum kesiminde yer alan üsleri, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarında kullanıldı ve bu gerçeği saklama gereği duymadılar. Çünkü daha ilk günden itibaren dehşet duygusunun coğrafyanın tamamında hissedilmesini istemişlerdi. Sadece fiilî savaşın içinde yer aldıkları izlenimi vermek istemediler. Muhtemelen bu durum İngiltere ve ABD’de herhangi bir kutuplaşmaya yol açmayacaktı. İsrail geçmişte birçok defa Gazze’yi yaşanılmaz hâle getirmişti fakat olayların üstü çabuk örtülmüştü. Çünkü Filistinliler direnişi zamana yayamıyordu. Fakat bu sefer Filistinliler İsrail’e çıkarma yapmak suretiyle görülmedik bir başarıya imza attı. Bu sebeple Filistinlilerin dünyanın gözü önünde cezalandırılmasına karar verdiler. İsrail’in vahşice saldırılarına destek verirken sonuçtan emindiler. İsrail yine kazanacaktı. Bunun için İsrail’in bütün suçlarına ortak oldular. Çünkü İsrail onların eseriydi.
ABD ve İngiltere Doğu Akdeniz’de yeni bir koloni devlet kurmuş fakat bu koloninin varlığını Hitler döneminin Yahudi politikası ile meşrulaştırmışlardı. Ortada büyük ve güçlü bir hikâye vardı. Fakat bu hikâyenin etkisi İsrail’in Filistin toprakları üzerindeki başarısına bağlıydı. Filistinlilerin bu yeni kolonide yeri yoktu. Filistinliler zararlı bir unsur olarak temizlenmeliydi. Böylelikle Anglosaksonlar yeni bir köprübaşını çok sağlam temeller üzerine kurmuş olacaklardı. Evet, bu yeni bir koloni devletti fakat Yahudilikle ilgili hikâye jeopolitik yapıyı görünmez kılmıştı. Gazzelilerin bu seferki direnişi ise önce, Batı kamuoyları nezdinde mazlum ve mağdur Yahudi algısını yok etti. Geriye İsrail’in koloni yapı olarak inşa edildiği fikri kaldı. Bugün ABD ve İngiltere’deki kutuplaşmanın kodları bu ikili durumda aranmalıdır: Bir tarafta güçlü ve etkili hikâye diğer tarafta ise Anglosaksonların kolonyal arzuları.
ABD ve İngiltere’nin kolonyal arzuları Gazze’den sonra Batı’da da gündeme gelmeye başladı. Bu da hadiselerin farklı yorumlara açık olduğunu gösteriyor. İlginç olan ise İsrail taraftarı siyasetçilerin dahi İsrail’i bir “Amerikan kolonisine” dönüştürmeye çalışmakla suçlanmasıdır. İsrail taraftarı Cumhuriyetçi yazar ve siyasetçi Elliott Abrams’ın ABD senatosu çoğunluk lideri Chuck Schumer’i eleştirirken bu suçlamayı yapması kutuplaşmanın boyutlarıyla ilgili önemli bir ipucudur. Aynı tartışmalar İngiltere için de geçerlidir. Orada ise devlet politikasını oluşturan seçkinler ile sokaklar arasında bir kutuplaşama yaşanmaktadır.
Oryantalist literatürde 1990’ların başından itibaren yeni bir dil inşa edilmişti. Bu dil, ABD ve İngiltere’nin Körfez bölgesini işgalinden beslenmişti. Hem İslam’ı hem Müslümanları doğrudan hedefe koymuşlardı. İslam ve terör eşleştirilirken istila ve işgalin önündeki engeller bertaraf edilmek istenmişti. Bu yeni dilin inşasında fark edilmeyen boyut ise sürecin Siyonist oryantalistlerin kontrolünde olmasıydı. İslam coğrafyasında büyük bir tahribata yol açtılar. Fakat Siyonist oryantalistler asıl olarak Batı entelektüel dünyasını da zehirlemişti. Entelektüeller seçkinlerle birlikte İsrail safında yer tuttular. Bu da kutuplaşmadan doğan gerilimi artırmaktadır.