Avrupa bugün, kendisini var etmek adına yaptıklarının bedelini ödüyor. 1980’lerden 2000’lerin başlarına kadar büyük bir esriklik içinde yaşadılar. ABD'- nin temin ettiği bir güvenlik şemsiye altında tekmil kaynaklarını refah ekonomisi ve refah toplumu oluşturmak için seferber ettiler. Bu yolda sağlamış oldukları ve tabana yaydıkları orta sınıf standartlarıyla iyice şımardılar, egositleştiler. Aslında bu gidişât Avrupa’da derin bir çelişki doğurmaktaydı. (Keşke İbn-i Haldun’un asırlar evvel yazdıklarına bir baksalardı). Refah bencilleşmeyi arttırıyor; toplumsal bağları zayıflatıyordu. Çıkar temelinde bireyselleşen ve egoistleşen Homo Europaeus, âileden başlayarak toplumsal dokuyu için için çürütüyordu. Bu açığı bir yere kadar kurumsal donanımlarıyla ile aştıkları söylenebilir. Hesap edemedikleri şey toplumsal ile kurumsal yapılar arasındaki bağların aşınmasının, orta ve uzun vâdede, bihassa da ekonomik bir kriz ile karşılaşınca doğuracağı meselelerdi.
Avrupa’nın refah toplumları, evet II.Umûmî Harp sonrasında sömürgelerinden çekilmiş görünüyordu. Ama ekonomik olarak emperyalizm işlemeye devâm ediyordu. Emperyalizm, sömürgeciliğin mâliyetlerinin düşürdüldüğü bir nev’i yeni sömürgecilikti aslında. Türkiye’de Avrupacılık yapan liberaller nedense bu bağı ne gördüler ne de gösterdiler. Meselâ ne Fransa, ne de Belçika Afrika ve Asya’dan tam mânâsıyla çekilmiş değildi. Ekonomik sömürü derinleşerek devâm ediyordu. Hâsılı Avrupa, dünyânın arda kalanından artık çekmeye devâm ediyordu. Sâdece hammadde değil, insan kaynakları da buna dâhildi. Kenar toplulukların parlak ve yetişmiş zekâları Avrupa’ya göçerek refahtan paylarını alıyorlardı. Diğer taraftan refâhın esrikliğine tutulmuş “Beyaz” Avrupalılar “yeryüzünün lânetlilerini” ucuza çalıştırıp, en “pis” işleri gördürmek üzere kıt’aya çektiler. Bunu ilânihaye kontrol edebileceklerini zannettiler.
Yaptıkları en büyük hatâlardan birisi de Soğuk Savaş sonrası Sovyetlerin boşalttığı Doğu Avrupa coğrafyalarını içlerine katarak büyümeleri oldu. Bu, AB’ye sâdece mâlî külfetler değil; zihniyet açısından derin uyumsuzluklar getirdi.
Avrupa 2008 krizini derin bir şekilde yaşamadı. Ama 2019 ve Pandemi sonrasında yaşananlardan yakalarını sıyıramadılar. Refahın faturaları birer birer Avrupa’nın önüne gelmeye başladı. Zâten bu refah, klâsik sanâyi kapitalizminin eseriydi. Geleneksel Avrupa mühendisliği yeni ekonomi ve teknolojik standartlara uyum sağlayamadılar. Kurumlarını açığa düşüren ve hantallaştıran sebeplerden birisi de buydu. Yavaş yavaş ekonomik yorgunluk ve durgunluklar baş göstermeye başladı. Kıt’anın bu açıdan dinamosunu oluşturan Almanya da nihâyet bundan nasibini aldı. Krizde iyice sıkışan yarı merkez ve kenar dünyâlardan gelen göç kasırgasıyla karşılaştılar. Dahası, yeni sömürgeciliğin gadrine uğrayan topluluklar, “efendilerini”, Avrupa dışında yükselen yeni güçlerle işbirliği yaparak topraklarından sürmeye başladılar. Ekonomik kriz, zâten aşınmış olan toplumsal bağları iyiden iyiye kopardı; kurumlar da işlemez hâle geldi. Bunun alâmeti, siyâsal kadrolarının son derecede vasıfsız kadrolarca ele geçirilmiş olmasıdır. Nihâyet, ABD’nin askerî şemsiyesi altında yaşamaya alışmış, neredeyse savaşmayı unutmuş olan Avrupa toplumları ilk şamarı Trump’dan yediler. Akabinde ise Rusya-Ukrayna savaşını kucaklarında buldular. Hâlâ bunun şaşkınlığını yaşıyorlar.
Hülâsa edecek olursak; bozulmuş toplumsal bağlar, işlemez olan kurumlar ve demode olmuş ekonomik yapıların krizi, genişlemenin doğurduğu mâliyet artışları ve uyumsuzluklar, sömürgelerde yaşanan kayıplar ve demografik baskılar ve savaş birleşerek Avrupa’yı kıskaca aldı.. Sonuncu dinamik, kuruluşunda ABD baskısını bertaraf etmeyi hedefleyen AB’yi varlık sebebinden etti ve altından kalkamayacağı bir NATO baskısına muhatap kıldı. Bugün artık darmadağın bir AB manzarası ile karşı karşıyayız. Kendilerine göre yaklaşan Rus tehdidini ensesinde hisseden Baltık devletleri; İsveç, Finlandiya, Estonya, Letonya ve Litvanya AB’yi savaşa çekiyor. AB’nin Karadeniz’e bakan yüzü olan Romanya ve Bulgaristan ve Akdeniz’e bakan yüzü, Yunanistan onlara destek veriyor. Orta Avrupa bölünmüş durumda. Çekya Baltık’a destek verirken, Macaristan ve Slovenya buna karşı çıkıyor. Aslında bu grubun patronajını Birleşik Krallık devletinin yaptığını unutmamak gerekiyor. Liz Truss’un itirâfında bahsi geçen sessiz ve derin İngiliz devleti bu.
Esas mühim olan AB’nin Almanya ve Fransa ayağında olup bitenler. Almanya Baltık, Karadeniz ve Akdeniz AB’sinin hırslı siyâsetlerini kontrol altında tutmaya çalışıyor. Kongreden Ukrayna yardımını çıkaramayan ve kamuoyunun tepkilerini çeken Biden hükûmetinin işleri savsaklamasından da istifâde ediyorlar. Ama Almanya’nın çok sıkışmış olduğunu kabûl etmek lâzım. Muhtemelen şu aralar Merkel ve Schroeder gibiler yatmadan evvel mum yakıp Trump için dua ediyorlardır. Ama son zamanlarda Macron liderliğinde Fransa’nın başlattığı ataklar çok daha dikkât çekiyor. Fransa, başlardaki itidâlli diyemeyeceğim ama mırın kırınlı siyâsetlerinden hızla sıyrılıyor. En az Birleşik Krallık kadar âteşin bir yaklaşım sergilemeye başladı. Macron, eğer Rusya Odesa ve Kiev’e saldıracak olursa, Fransa’nın Ukrayna’ya gövdesiyle müdâhil olacağının ısrarlı beyanatlarını veriyor. Yapar mı, bilemem. Ama görünen bir şey var: Fransa’nın koyulaşan Rusya husûmetinin esas sebebi, Rusya’nın Afrika’da kendisini dışlayan siyâsetlere askerî olarak kol kanat germesi. Fransa Rusya’yı her taraftan kuşatan bir atak içinde. Ermenistan’a verdiği destek tam da bunu ortaya koyuyor. Ama burada bir taşla iki kuş vurmanın derdinde. Çünkü Türkiye, Fransa’yı Afrika’da zora sokan diğer bir kuvvet. Nitekim, Almanya hava savunma sistemine Türkiye’yi dâhil ederken, Macron Rusya karşıtı bloka Türkiye’nin dâhil olmasını istemiyor. Fransa’nın elinin uzandığı diğer yerler Moğolistan ve Kazakistan.. Hâsılı Fransa gemi azıya almış vaziyette ve tıpkı Birleşik Krallık gibi Almanya’yı zorluyor ve bilvesile AB tahtını onun elinden almaya çalışıyor. Garip olan Macron’a en büyük itirâzın aşırı sağından gelmesi. Tıpkı Almanya’da AFD gibi RN de Macron’a karşı çıkıyor. Jordan Bella’nın son açıklamaları tam da buna işâret ediyor. Aşırı sağ savaş karşıtı, merkez sağ ise savaş çığlıkları atıyor.
Bir garip dünyâ, bir garip Avrupa…