Mısır ekonomisi uzun zamandır bir sıkışma içindeydi. Kendi iç sorunları pek elverişli olmayan küresel konjonktürle birleşmişti. Dünya küreselleşmeden vazgeçerken hayli daralan uluslararası fon akımı ve doğrudan yatırımlar Hindistan gibi alternatiflere yöneliyordu. Mısır böylece azalan sermaye akımları için artan küresel rekabette geri kalmıştı.
Yaşadığı döviz açığı ekonomiyi gerçek anlamda zorluyordu.
Böyle süregelirken geçtiğimiz günlerde para biriminin devalüasyonu, serbest kur rejimine geçiş, para politikasında enflasyon hedeflemesi gibi adımlarla fotoğrafı değiştirmeye başladı.
Tam da bu sırada Türkiye’de “link kopmuş” açıklamasıyla zihinler bir anda bulanıklaşıp öngörüler zayıflayınca Mısır’ı emsal gösterme gayretiyle meydana çıkanlar oldu.
Gerçek amaçları Türkiye’yi IMF ile stand-by yapmaya itmek, dahası mecbur bırakmak. Bunun için zorlamaya da yıllardır yaptıkları gibi devam edecekler.
Fakat Türkiye’yi Mısır örneğiyle ikna etmeye çalışırken kaçırdıkları bir şey var.
Bugün Mısır, Türkiye’nin 2001 krizini yaşıyor. Başka bir ifadeyle Türkiye’ye emsal gösterilen Mısır, bugün bambaşka seviyedeki Türkiye’nin hayli farklı olan sorunlarıyla değil, dünde kalan Türkiye’nin sorunlarıyla boğuşuyor.
Mısır’ın şimdi gündem olması ve örnek sunulmasının gerisindeki asıl meseleye geleyim de bu yazıda neden IMF’i tartıştığım anlaşılsın. Mısır uyguladığı politikalar nedeniyle değil, uyguladığı politikaların IMF ile stand-by kapsamında yapıldığının sayılabilecek olması nedeniyle örnek gösteriliyor.
Ülke kendi tercihleri nedeniyle değil, 2 yıldır uğraştığı IMF ile stand-by anlaşmasını kotarmak için politikalarını değiştirdi. Mısır’ı örnek gösterenler başka şeyden değil, bu bilgiden hareketle meydana çıktılar.
Oysa dünyada senaryolaştırılabilecek en çetin stres testlerinin her birini tek tek başarıyla geçmiş Türkiye’nin mevcut şartlarda yoluna IMF’siz devam etmesi beklenir. Böyle olması da gerekir. IMF ile stand-by anlaşması yapmak, “ekonomiyi biz yönetemiyoruz, buyurun siz yönetin,” demektir. IMF’in kredi politikası böyledir. Kredi vermesi ekonomik program dayatması şartına bağlıdır.
Dikkat buyurun; programını getirmeden kredi vermez demiyorum, veremez diyorum.
Türkiye’de oluşan bulanıklığa ve fırsat bulup hortlayan IMF taraftarlarına karşı Bakan Şimşek seçim sonrası döviz girişi gerçekleşmesi beklediğini ifade ederek ön almaya çalıştı.
Buna dair işaretler de var. Fonların Türkiye’ye ilgisi yükseldi. Gelme hazırlığı içinde oldukları aracı kurumların temaslarından anlaşılıyor. Fitch beklenen not artırımı adımını ilk atan oldu ve Moody’s’in lüzumsuz sündürmelerinden piyasayı kurtardı. Bunlar döviz girişi olacağının işareti olarak görülebilir.
Evet, Türk ekonomisinde parametreler döviz girişiyle daha sağlıklı bir görünüme kavuşabilir. Yani kopmuş linkler döviz girişiyle bağlanabilir.
Ve Türkiye döviz girişi sağlamak bakımından aciz bir ekonomi değildir. Sırf döviz likiditesi için Türkiye’yi IMF ile stand-by anlaşması yapmaya zorlamak rasyonel değil, adil de değildir.
Hatta Türkiye’ye en büyük hizmet onu IMF’e borçlu olmaktan kurtarmaktır. Bu da yapılmıştır.
Her durumda Türkiye’nin politikalarının aleyhine gitmekte bir beis görmeyen IMF taraftarlarına ve bunların kamuoyunu Türkiye ekonomisine karşı kışkırtmalarına rağmen…
Sonuçta Türkiye ilginç bir yerdir. Geçen genel seçim hatırlanırsa, dünyanın hiçbir yerinde seçim meydanlarında asla ve kata kabul edilmeyeceği halde MF ile stand-by yapılmasını vaat olarak sunan siyaset görmüş ülkedir. Dünyada böyle bir seçim vaadi olmaz, IMF ile sorunlarını çözebilmiş bir örnek yok çünkü.
Türkiye eski Türkiye değil, artık yoluna IMF’siz devam edecek kadar derinlik ve çeşitlikteki bir ekonomi.
Mısır böylece gündeme girince IMF taraftarlarına bir gün daha doğdu; ücret artışlarını hedefe koymak. Ekonometrik olarak ispatlanamayan ücret-enflasyon sarmalı teorisini Türkiye’ye kabul ettirmek istiyorlar.
Mısır’ın yeniden gündeme gelmesini bu yönde de kullanıp emek-yoğun sektörlerin rekabette zorlandığını ücret artışı yapılmaması gerektiğini savunur gibi yapıp ücret-enflasyon sarmalı düşüncesine sarılıyorlar.
Bu teori servet vergisinin alternatifi olan teoridir. Bana sorarsanız ikisi de tartışmalıdır.
Mısır’daki düşük ücretler meselesi hayli eski de bir konudur.
Epeydir, özellikle tekstil sektörü, ücretler seviyesi üzerinden Mısır’la rekabet konusunu tartışır durur. Ama bu tartışma başladığından bu yana Mısır’da 200 işçiyle yapılan işi Türkiye’de 50 veya 100 işçiyle yapmanın yollarını bulmayı bir türlü dert edinip başaramaz.
Teknolojide; otomasyon, robotlar, yapay zekâ gibi başlıklardaki gelişmeler Türkiye için işçi sayısını en az yarı kadar düşürmeye alan açıyor. Öteden beri bu yatırımlar yapılabilirdi.
Hala da yapılabilir. Türkiye KOBİ ekonomisi olmanın zorluklarını yaşadı, yaşıyor. Şimdi KOBİ ekonomisi olmayı esneklik olarak kullanıp emek-yoğun işleri teknolojinin nimetleriyle maliyet etkin şekilde gerçekleştirebilir.
Ucuz işçilik karşısına teknoloji adaptasyonu yüksek işletmeler koyabilir. Bunu yapmak için ihtiyaç duyduğu bütün know-how’a sahip.
Ucuz işçiliği Türkiye’ye önermeyi de övmeyi de artık bırakmak lazım. Teknolojiden yararlanmayı konuşmak lazım.