Hz. İbrahim’in soyu olarak Hanîf milletinin ve Hanifî şeriatının Peygamberimiz Aleyhisselam’a bağlanmasıyla, onun “Arapların hepsi İsmail’dendir. Ancak şu dört kabile hariçtir: Sülef, Evzâ, Hadramevt ve Sakîf” haberi de, Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’i, Hicaz’dan göç eden atalarının yerlerine getirerek eski kavmini diriltmediğine, bilakis Hz. İsmail’den türeyen yeni bir kavme atalık ettiğine yorulabilir. Buna göre Amorî - Akkad - Amâlika ayrımları ortadan kalkar ve Araplar Hicaz’ın tek hakimi olurlar.
Ancak tarihçilerin ilgili rivayetlerine göre Amorî-Amâlika’nın Araplaşması ve dolayısıyla Hz. İsmail’in yeni milletinden (Araplardan) sayılmaları için Peygamberimiz Aleyhisselam’a kadar uzun bir sürenin geçmesi gerekecektir. Bu uzun süre aynı zamanda Yahudilerin Hicaz ve Filistin’deki Amâlika ile ilişkilerinin ve onlara duydukları derinin kinin de Tevrat’a belli safhalara göre işlemelerinin süresidir.
Bunların ışığında yapılan her inceleme ise bizi söz konusu Yahudi kinin ilahi olmadığına, ancak planlı bir siyasetin neticesi olduğuna götürecektir.
Bu karşılaşmalarının merkezinde ise, o zamanki kavimlerin –müşrik de olsalar– çok büyük bir kısmınca mukaddes kabul edilen Mekke’deki Beytullah ile Kudüs’teki Süleyman Mabedi (Peygamberimiz Aleyhisselam’ın adlandırmasıyla: Beytülmakdis) vardır.
“Başlı başına bir ümmet / kâne ummeten” (Nahl 16/120) olan Hz. İbrahim’in atalığında Beytullah’ın da koruyucuları olarak İsmailoğulları’yla; Beytülmakdis’i asıl yerlileri (ve kimi tarihçilerce Amâlika’nın bir boyu olan) Yebusilerin elinden alan İsrailoğulları’nın Amâlika ile ilişkilerine Müslümanların kayıtlarından baktığımızda çok ilginç rivayetlerle karşılaşırız.
Ezrakî (ö. 250/864) Ahbar’u-Mekke’sinde, “Kabe’nin ilk banisi melekler, sonra Âdem (as.), sonra Şît (as.), sonra Amâlikalılar…” kaydını düşmekle kalmayıp, Hz. İbrahim’in Cebrail’in rehberliğinde karısı Hz. Hacer ile oğlu Hz. İsmail’i Mekke’ye getirdiğinde “Mekke’nin civarında Amâlikalılar denilen bir kavim oturmaktaydı. Beyt o zaman yüksek kırmızı topraklı bir yerdi” bilgisini ileterek, Hz. İbrahim ile Hz. İsmail’den sonra Kabe’nin üçüncü defa Amâlikalılar tarafından “yeniden inşa” edildiğini kaydetmiştir. (Mekke Tarihi, trc.: Yunus Vehbi Yavuz, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2020)
El-Hasen el-İsfahanî de (ö. 360/971), Tarihu Sinî’sinde, “(Fars hükümdarı) Ferîdûn zamanında İbrahim aleyhisselam, Minuçehr zamanında Musa aleyhisselam peygamber olarak gönderildiler. O dönemde Yemen Meliki Şimr b. el-Emlûk, Minuçehr’in yönetimi altındaydı. Aynı şekilde oğlu da Fars Hükümdarları’na bağlıydı. (Şimr) Yemen’de Zuffâr şehrini inşa etti ve Amâliklilerin tamamını Yemen’den çıkardı.” bilgisini iletmiştir. (Hükümdarlar Tarihi, Trc.: Habip Demir, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2021).
Semhûdî (ö. 1506) de Vefâü’l-Vefâ’sında, Amâlika’nın Medine’nin ilk sakinleri olduğunu; Hz. Musa’nın hac için Mekke’ye geldiğinde Medine’ye de uğradığını ve beraberindeki İsrailoğulları’ndan bir kısmının Medine’de ikamet etmeyi yeğlediklerini; “Bir dönem Amelîk et-Tasemî adında oldukça zalim” bir kral bulunduğunu, bunun zulmünü defetmek için muvahhit Tubba’dan yardım istendiğini, onun da bunu sağladığını muhtelif ravilerden aktarmıştır. (Medine-i Münevvere Tarihi, trc.: İbrahim Barca, Siyer Akademi Yayınları, İstanbul 2021)
İsrailloğulları’nın Amâlika ile ilişkilerine Filistin / Kudüs’ten baktığımızda da rivayetler ilginçliklerini korurlar.