Uluslararası Adalet Divanında (UAD), İsrail’in, işgal ettiği Filistin topraklarındaki uygulamalarının hukuki sonuçlarının ele alınacağı duruşmalar geçtiğimiz iki gün içinde gerçekleşti. Duruşmalar İsrail’in sadece 7 Ekim’den bu yana gerçekleştiril-diğinden artık kimsenin kuşku duymadığı soykırım suçları ele alınmıyor. Bu dava vesilesiyle İsrail’in 1948 yılından bu yana işgal ettiği topraklarda uyguladığı ırkçı Apartheid rejiminin bütün çirkinlikleri ortaya konuluyor. Yanısıra dünyaya şimdiye kadar Yahudilikten nefret etmenin koşulu olarak masumlaştırılarak sunulan siyonizmin ırkçı, saldırgan, başka insanlara karşı nefret ve düşmanlık kaynağı olan ideolojik yüzü de gözardı edilemeyecek somut örneklerle ortaya konuluyor.
Siyonizmi eleştirmenin hemen anti-semitizm suçlamalarını harekete geçirdiği bir ortamda Siyonist İsrail’in Araplara yönelik nefret dolu yaklaşımının kendisi aslında anti-semitizmin ta kendisi sayılmalı. Çünkü Araplar da İsrailoğullarından daha az semitik bir ırk değildir. Bir farkla, Araplar ırk konusunu kana ve genlere hasretmeyip daha kucaklayıcı olmak üzere kültür ve dile dayandırdıkları için saf semitik ırk olarak kalmamıştır denilebilir. Ancak mevzunun İsrail açısından da münhasıran ırk sınırlarının içinde bırakılmadığı çok açık.
Semitik ırk içinde İsrailoğullarının bir imtiyaz hissetmek ve bunu dünyaya kabul ettirmek için işledikleri Siyonist ideoloji insanlara hiçbir hayrı olmayan, başka insanlar için hiçbir zaman bir iyilik düşünmeyen, alabildiğine ayrımcı, imtiyazcı, üstünlükçü bir ideoloji olarak her türlü şiddetin kaynağı olabiliyor. O kadar şiddet içerikli ki, kendisine yan gözle bakan herkesin gözünü oymayı düşünebiliyor. Siyonizmi bu boyutlarıyla akademik, entelektüel veya sıradan herhangi bir araştırmanın konusu bile yapamazsınız. Yaptığınızda ortaya çırılçıplak siyonizmin ırkçılığı ve saldırganlığı gerçekliği çıkıyor.
UAD’nin duruşmalarında konunun buralara bu kadar açıklıkla gelmiş olması Siyonist ideolojinin anti-semitizm adına biriktirdiği bütün masumiyet ve mağduriyet sermayesini tüketmiş oluyor. İsrail’i 7 Ekim’den beri sürdürdüğü barbarlığı durdurmaya davet de ediyor, ama bütün bunlara rağmen İsrail saldırganlığında hiç hız kesmeden devam ediyor. Refah sınır kapısına kadar sürdüğü Gazzelileri burada da rahat bırakmıyor, bu noktada onları yine çoluk çocuk, sivil, kadın, hasta, yaşlı, gazeteci ayırımı yapmadan katletmeye devam ediyor.
Bu arada İsrail soykırım hükümeti, Gazze ile ilgili iki hedefinden de hala çok uzak. Ne Hamas’ı bitirebilmiş ne de Hamas’ın elindeki esirlerini kurtarabilmiş durumda. Esirlerle ilgili üzerindeki İsrail kamuoyu baskısından hareketle yapılan müzakerelerde Hamas’ı Gazze’den tamamen yok etme hedefini sürekli tekrarlamaya devam ediyor. Ancak bu hedefe ulaşmak için katliamlarının seviyesini daha da artırmaktan, soykırımı daha da derinleştirmekten başka bir yol görünmüyor.
Aslında Batıda İsrail’i koşulsuz destekleyen yayın veya düşünce kuruluşları bile bu hedefin imkansız olduğunun altını çiziyorlar. Mesela New York Times İsrail’in şimdiye kadar yürüttüğü stratejinin en zayıf noktalarından birinin, Hamas’ı ortadan kaldırmak olduğunu yazdı. Çünkü Hamas, parçalanamayacak bir siyasi ve dini düşünceyi temsil ediyor ve Filistinliler arasında İsrail’e karşı silahlı mücadeleyi benimseyen itibarı sayesinde gelişen bir örgüt.
Benzer analizler çokça yapılıyor. Hamas’ın bir örgüt değil, İsrail işgalci varlığının kaçınılmaz olarak ortaya çıkardığı bir fikir olduğu söylenebilir. Tabii ki sosyolojik bir değerlendirme bu, ancak işin teolojik-politik değerlendirmesini İslami itikat ve eylem fikri başka türlü değerlendiriyor ve ona namütenahi bir enerji veriyor. Hamas’ı bitirmek bir yana, Hamas’a karşı İsrail’in elde ettiğini zannettiği her başarı Hamas’ı daha da besliyor ve nihayetinde karşısında 2 milyarlık bir dünya topluluğunu er veya geç uyandırıp Hamas’a dönüştürme riskini de barındırıyor.
Ama bütün firavunlar gibi İsrail de kısa vadeli düşünüyor. Ona ne kadar stratejik bir Siyonist akıl atfedilirse atfedilsin. Kendi saldırganlığıyla kendi sonunu da hazırlıyor olduğu gerçeğinden de kurtulamaz. Çocukları hedef alması bu aptallığı yüzünden. Herkesin vicdanını ayaklandıran, Hamas’ın yanında Gazze’ye destek safında birleştiren çocuk katliamları İsrail’in kuş beyni için aslında tek çare. Çünkü bu çocuklar büyüyüp kendisinden intikam alacak birer Kassam Tugayına dönüşecektir. Bu korkuyla deliye dönmüş gibi çoluk çocuğu öldürüyor veya sakat bırakıyor ama bu esnada sonunun öldüremediği çocukların intikamına kadar ertelenemeyebileceğini hesaba katmıyor.
Aslında bu konudaki bir cahilliğini de bu esnada açığa vuruyor. Sözümona Hamas sonrası Gazze için yetkililerinin ağzından kaçırdığı plan, Hamas’sız bir Gazze’yi işgal yoluyla yönetmek ve tabii ki burada yetişecek olan, soykırımından sağ kalacak olan çocukların Hamas ideolojisinin etkisinden uzak eğitimlerini temin etmek.
İyi de 60 yıldır işgal altında tuttuğu Batı Şeria’da bunu neden yapamadı? İşgal altındaki bölgelerdeki çocukların direniş şuuruna sahip olmalarını nasıl engelleyebilecek?
İsrailli yetkililerin telaffuz etmekten geri durmadıkları bu planın bizatihi kendisi soykırımcı niyetin bir delili. Bu planda öngörülen uygulamalar esasen sömürgeciliğin de rutin refleksleri. Aksi taktirde Filistinli çocuklara İsrail işgalini, soykırımcı barbarlığını görmezden gelecek bir eğitim nasıl verilebilir? Kim verebilir? Dünya tarihinin görmediği barbarlıkta bir sömürgeci yaklaşımın dışında nasıl olabilir?
Bu soruları soruyoruz ama İsrail’in katliamlarından sağ kurtulabilmiş çocuklarla ilgili planının yine de “eğitim” olduğunun altını yine de çizelim. Bu, dünyada ırkçı-soykırımcı İsrail’i hoş gösteren ideolojinin küresel düzeyde nasıl temin edilebildiğinin de bir itirafı gibi.Modern dünyada bütün şaşaasına, cazibesine ve makyajına rağmen eğitimin nasıl bir beyin yıkama olarak çalıştığına dair bir ifşaat.Bugünün cari eğitim sistemlerine ve müfredatlarına isterseniz buradan da bakabilirsiniz.