https://www.ozmenpc.com/masaustu-pc-oyuncu
ak
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Her kültürün kendine mahsus bir geleneği vardır.

Sosyal medyada nelerin “dert” edildiğini/edinildiğini gözden kaçırmamaya dikkat ediyorum. Genelin içinde “birey”in sesini bulmak için sosyal medya “dertlerini”, kamusal, özel ve reklam amaçlı olarak kategorilere ayırmayı da ihmal etmemeye çalışıyorum.  13 Şubat 2024 Salı günü, özel ile reklam amaçlı olan dertleri birleştiren gündem “14 Şubat Sevgililer Günü” idi. Sevgililer Günü, her şubat ayında tekrar eden, herkesin bir fikrinin olduğu, bendenizin de defalarca sokak gözlemlerimi yazdığım, her yıl karşımıza çıkan/çıkacak olan bir gündem. Her ne kadar 14 Şubat, aynı zamanda Dünya Öykü Günü olarak ilan edilmişse de öykü üzerinden alım satım işlerini arttırmak pek kolay olmadığı için öykü ve satış ilişkisi “Sevgilinize bir öykü kitabın alın.” tavsiyesinden öteye gidemiyor. Malum, önem ve değer “işlem hacmi” üzerinden “etiketlendiriliyor.”  13 Şubat’ın en çarpıcı gündemi, İstanbul Üniversitesi’nin kampüsünü halka açması oldu. İşin ilginç yanı, bu vesile ile bütün Türkiye, İstanbul Üniversitesi’nin yeni rektörünün kim olduğunu öğrendi. Yeni rektörün atanmasının üzerinden yaklaşık 7 ay gibi bir zaman dilimi geçmiş olsa da artık bakanların isimlerinin bile pek bilinmediği sosyal medya çağında Prof. Dr. Osman Bülent Zülfikar ismi en azından İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin zihinlerine yerleşti. Her ne kadar bu “tanınırlık ve tanışıklık” öğrenciler için bir hayli üzücü olsa da Sayın Rektör’ü, yakın çevresi muhtemelen “reklamın kötüsü olmaz” diye teselli etmiştir. Oysa Sayın Rektör’ün “duvarsız üniversite”, “Açık Kapı, Açık Bilim” sloganları ile ajans elinden çıkmış, içi doldurulamayan ışıltılı imajlar eşliğinde üniversite kampüsünü halka açması, birkaç fotoğraf pozundan öte gitmeyecek bir yanlış imaj yönetimi olarak gündeme yerleşti.  İşin yapılışından, nasıl yapıldığından ziyade, konuyla ilgili başarılı resim verilip verilmediğinin öncelenmesi, 21. yüzyılın alametifarikası. Dolayısıyla gelecek analizi için işin değişen anlamı üzerinde durmamız gerekiyor. Şu an yaşamakta olduğumuz pek çok sıkıntının kaynağında, sürdürülen/yapılan işin alımlanışı, algılanışı, sunuluşu meselesi var.  İş deyince genellikle işsizlik aklımıza geliyor. Keşke gelse diyorsunuz. Haklısınız, işsizler görünmeyenler sınıfında. Gündemimizde işi ile başı hoş olmayanlar var daha ziyade.  COVID sonrası dünyada beyaz yakalılarla ilgili olarak işini bırakma eğiliminin arttığına dair analizler ne kadar dikkatinizi çekiyor bilmiyorum. Büyük şirketler çalışanların motivasyonunu yükseltmek için dört gün iş, üç gün tatil uygulamasına geçiyor. Çalışanların, çalışmadıkları üç gün boyunca ne yapacağı meselesi mühim. Haberde dört gün çalışma uygulamasını başlatan yöneticinin şu sözleri benim için çok dikkat çekici idi: “Çalışanlarımızın fotoğraf çekmek için daha çok vakti olacak.” Belli ki yöneticiler, daha çok fotoğraf çekme imkanına kavuşmanın stresi azaltacağını, böylece çalışanlarının enerjilerini yükseltmiş olarak işlerinin başına döneceğini düşünüyor.  Fotoğraf ve vidyo çekerek kimlik inşa etmek, çekilen/paylaşılan fotoğraf ve vidyolar aracılığıyla etkileşim kazanmak ve bu etkileşim üzerinden ekonomik gelir elde etme amacı gütmek, yeni bir durum.  Nitekim İstanbul Üniversitesi’nin halka açılmasına dair yapılan itirazlar ve eleştiriler, yayınlanan o fotoğraflar üzerinden ve o fotoğraflardan esinlenilerek çekilen kurmaca vidyolar yoluyla oldu.  Öğrenciler, güvenliklerini riske atacağı gerekçesiyle üniversite bahçesinin seyirlik mekân haline getirilmesine itiraz ediyor. Öğrencilerin bu itirazına “Yurt dışında üniversite kampüsleri zaten açıktır.” diye cevap vermek, gerçekçi bir yaklaşım değil. İstanbul’da metrekareye düşen insan sayısı ile mesela Şikago’daki insan sayısını mukayese edelim.   Her kültürün kendine mahsus bir geleneği vardır. O gelenekleri ortadan kaldırmaya niyet edince, atılan taş ve ürkütülen kurbağa dengesini göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Ekleme Tarihi: 16 February 2024 - Friday

Her kültürün kendine mahsus bir geleneği vardır.


Sosyal medyada nelerin “dert” edildiğini/edinildiğini gözden kaçırmamaya dikkat ediyorum. Genelin içinde “birey”in sesini bulmak için sosyal medya “dertlerini”, kamusal, özel ve reklam amaçlı olarak kategorilere ayırmayı da ihmal etmemeye çalışıyorum.

 13 Şubat 2024 Salı günü, özel ile reklam amaçlı olan dertleri birleştiren gündem “14 Şubat Sevgililer Günü” idi. Sevgililer Günü, her şubat ayında tekrar eden, herkesin bir fikrinin olduğu, bendenizin de defalarca sokak gözlemlerimi yazdığım, her yıl karşımıza çıkan/çıkacak olan bir gündem. Her ne kadar 14 Şubat, aynı zamanda Dünya Öykü Günü olarak ilan edilmişse de öykü üzerinden alım satım işlerini arttırmak pek kolay olmadığı için öykü ve satış ilişkisi “Sevgilinize bir öykü kitabın alın.” tavsiyesinden öteye gidemiyor. Malum, önem ve değer “işlem hacmi” üzerinden “etiketlendiriliyor.”

 13 Şubat’ın en çarpıcı gündemi, İstanbul Üniversitesi’nin kampüsünü halka açması oldu. İşin ilginç yanı, bu vesile ile bütün Türkiye, İstanbul Üniversitesi’nin yeni rektörünün kim olduğunu öğrendi. Yeni rektörün atanmasının üzerinden yaklaşık 7 ay gibi bir zaman dilimi geçmiş olsa da artık bakanların isimlerinin bile pek bilinmediği sosyal medya çağında Prof. Dr. Osman Bülent Zülfikar ismi en azından İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin zihinlerine yerleşti. Her ne kadar bu “tanınırlık ve tanışıklık” öğrenciler için bir hayli üzücü olsa da Sayın Rektör’ü, yakın çevresi muhtemelen “reklamın kötüsü olmaz” diye teselli etmiştir.

Oysa Sayın Rektör’ün “duvarsız üniversite”, “Açık Kapı, Açık Bilim” sloganları ile ajans elinden çıkmış, içi doldurulamayan ışıltılı imajlar eşliğinde üniversite kampüsünü halka açması, birkaç fotoğraf pozundan öte gitmeyecek bir yanlış imaj yönetimi olarak gündeme yerleşti.

 İşin yapılışından, nasıl yapıldığından ziyade, konuyla ilgili başarılı resim verilip verilmediğinin öncelenmesi, 21. yüzyılın alametifarikası. Dolayısıyla gelecek analizi için işin değişen anlamı üzerinde durmamız gerekiyor. Şu an yaşamakta olduğumuz pek çok sıkıntının kaynağında, sürdürülen/yapılan işin alımlanışı, algılanışı, sunuluşu meselesi var.

 İş deyince genellikle işsizlik aklımıza geliyor. Keşke gelse diyorsunuz. Haklısınız, işsizler görünmeyenler sınıfında. Gündemimizde işi ile başı hoş olmayanlar var daha ziyade.

 COVID sonrası dünyada beyaz yakalılarla ilgili olarak işini bırakma eğiliminin arttığına dair analizler ne kadar dikkatinizi çekiyor bilmiyorum. Büyük şirketler çalışanların motivasyonunu yükseltmek için dört gün iş, üç gün tatil uygulamasına geçiyor. Çalışanların, çalışmadıkları üç gün boyunca ne yapacağı meselesi mühim. Haberde dört gün çalışma uygulamasını başlatan yöneticinin şu sözleri benim için çok dikkat çekici idi: “Çalışanlarımızın fotoğraf çekmek için daha çok vakti olacak.” Belli ki yöneticiler, daha çok fotoğraf çekme imkanına kavuşmanın stresi azaltacağını, böylece çalışanlarının enerjilerini yükseltmiş olarak işlerinin başına döneceğini düşünüyor.

 Fotoğraf ve vidyo çekerek kimlik inşa etmek, çekilen/paylaşılan fotoğraf ve vidyolar aracılığıyla etkileşim kazanmak ve bu etkileşim üzerinden ekonomik gelir elde etme amacı gütmek, yeni bir durum.

 Nitekim İstanbul Üniversitesi’nin halka açılmasına dair yapılan itirazlar ve eleştiriler, yayınlanan o fotoğraflar üzerinden ve o fotoğraflardan esinlenilerek çekilen kurmaca vidyolar yoluyla oldu.

 Öğrenciler, güvenliklerini riske atacağı gerekçesiyle üniversite bahçesinin seyirlik mekân haline getirilmesine itiraz ediyor. Öğrencilerin bu itirazına “Yurt dışında üniversite kampüsleri zaten açıktır.” diye cevap vermek, gerçekçi bir yaklaşım değil. İstanbul’da metrekareye düşen insan sayısı ile mesela Şikago’daki insan sayısını mukayese edelim. 

 Her kültürün kendine mahsus bir geleneği vardır. O gelenekleri ortadan kaldırmaya niyet edince, atılan taş ve ürkütülen kurbağa dengesini göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Türkiye’nin hiçbir meselesini aklıselimle, sağduyuyla, soğukkanlılıkla konuşamaz olduk.

Türkiye’nin hiçbir meselesini aklıselimle, sağduyuyla, soğukkanlılıkla konuşamaz olduk. Bir hadise olduğunda, daha detayları ortaya çıkmadan toplum adeta bıçakla kesilmiş gibi ortadan ikiye ayrılıveriyor. Bir kesim, haberi duyduğu andan itibaren olağan şüphelileri tespit ediyor ve var gücüyle saldırmaya başlıyor. Marjinal örgütler, müzmin muhalifler, hadiseden fırsat devşirme peşindeki siyasetçiler, sansasyon peşindeki gazeteciler, ajan-provokatörler ve daha nicesi meselenin üzerine üşüşüp çıkardıkları büyük gürültü ve yaygarayla hakikatin ortaya çıkmasına mani oluyorlar. Diğer kesim ise, hadisenin özünden uzaklaşıp konuyu bambaşka yerlere çeken kalabalığın yaygarasını görüp ya savunma pozisyonu alıyor ya da sessizliğe gömülüyor.   Terörden depreme, sel baskınlarından iş kazalarına, tecavüz olaylarından istismara kadar hemen her mesele, toz-duman, gürültü içinde enine boyuna konuşulmadan maalesef kapanıp gidiyor.  Erzincan’ın İliç ilçesindeki facia sonrasında da aynı bölünmeyi yaşıyoruz. Yanıltıcı haberler, dezenformasyon, iftiralar, ithamlar, klavye başında yapılan kahramanlıklar ve ukalalıklar, peşin suçlamalar, linçler, fırsatçılıklar, “ben demiştimler”, “ben uyarmıştımlar”, karartmalar, perdelemeler, bulandırmalar arasında facianın aslı, özü kaybolup gidiyor. Diğer kesimin ağzını ise bıçak açmıyor. İliç’teki facia vesilesiyle şu iki hususun altını çizelim…Bir: Başımıza gelen birçok hadisenin aslını ve özünü anlamak uzmanlık ve yetkinlik gerektiriyor. Örneğin İliç’teki faciayı değerlendirebilmek için madencilik, maden mühendisliği, maden yasası, altın çıkarma işlemi, siyanür, cıva, çevre sorunları, iş sağlığı ve güvenliği gibi nice kapsamlı konu başlığında bilgi sahibi olmak gerekiyor. Doğru habere ve doğru bilgiye dayanmayan peşin hükümler ile linç, meselenin çözümüne değil karartılmasına yol açıyor. İki: İmam Şafi’ye ait olduğu iddia edilen ama kaynağı belli olmayan “Fitne zamanı düşman oklarını takip ediniz; o sizi hak ehline (ya da hakikate) götürür” sözü doğru bir söz değil, ya da en azından her durumda geçerli bir yöntem değil. Düşmanın, hasmın, rakibin, muhalifin pozisyonuna göre tavır belirlemek kişiyi edilgen yapar ve her zaman hakikate götürmez. Türkiye’de iktidarı destekleyen ya da genel olarak dindar/muhafazakâr kesim, tepki veya savunma pozisyonundan çıkarak, tavrını ötekinin tavrına göre belirleme huyundan vazgeçmeli, kimin ne dediğinden bağımsız olarak bir eleştiri, özeleştiri, muhasebe kültürünü inşa etmelidir. Böyle bir kültür, cemiyete, cemaate, mahalleye ya da otoriteye zarar vermez, tam tersine hayra vesile olur. Emeğin ve emekçinin hakkını savunmak, hak için örgütlenmek, iş güvenliği konusunda hassasiyet göstermek modern dünyanın ya da sol hareketlerin şurada 100 yıldır ilgilendiği mesele iken bizde kökleri asırlar öncesine dayanıyor. Sol, bu konuları tekeline almak istiyor diye, imânî, itikâdî boyutu olan bu meseleleri ihmal edecek değiliz. Onlar çok gürültü koparıyor diye suskunluğa gömülecek değiliz.  Başta İliç’teki facia olmak üzere her toplumsal hadisede kimin ne dediğine, ne yaptığına bakmadan cesur, kararlı tavır belirlemek zorundayız.  İliç’te ne oldu? Facia nasıl geldi? İhmal var mı? İmtiyaz var mı? Göz yumma var mı? Usulsüzlük var mı? Bu ve daha nice soruya tatminkâr cevaplar bekliyoruz. Her iddianın detaylıca incelenip açıklığa kavuşmasını, sorumluların da en ağır şekilde cezalandırılmasını umuyoruz.  Ne insanların ölmesinden fırsat devşirme kalleşliği ne de haksızlık karşısında susma şeytanlığı içinde olacağız. “Kol kırıldıysa, yen içinde kalmayacak” deme cesaretini göstereceğiz. Ne diyor ayet? “İnsana emeğinden başkası yoktur”. Emek kutsaldır. Emeğin ve emekçinin hakkını, hukukunu savunmak, bir mü’minin esas meselesidir. Facianın üzerine üşüşen fırsatçılara rağmen, hakikatin peşinden koşmazsak, sorumlulara en ağır hesabı sormazsak, toprak altında kaybettiğimiz canlar da, onların yetimleri de yakamıza yapışırlar, onlar bize hesap sorarlar.
Ekleme Tarihi: 16 February 2024 - Friday

Türkiye’nin hiçbir meselesini aklıselimle, sağduyuyla, soğukkanlılıkla konuşamaz olduk.


Türkiye’nin hiçbir meselesini aklıselimle, sağduyuyla, soğukkanlılıkla konuşamaz olduk. Bir hadise olduğunda, daha detayları ortaya çıkmadan toplum adeta bıçakla kesilmiş gibi ortadan ikiye ayrılıveriyor.

Bir kesim, haberi duyduğu andan itibaren olağan şüphelileri tespit ediyor ve var gücüyle saldırmaya başlıyor. Marjinal örgütler, müzmin muhalifler, hadiseden fırsat devşirme peşindeki siyasetçiler, sansasyon peşindeki gazeteciler, ajan-provokatörler ve daha nicesi meselenin üzerine üşüşüp çıkardıkları büyük gürültü ve yaygarayla hakikatin ortaya çıkmasına mani oluyorlar.

Diğer kesim ise, hadisenin özünden uzaklaşıp konuyu bambaşka yerlere çeken kalabalığın yaygarasını görüp ya savunma pozisyonu alıyor ya da sessizliğe gömülüyor.

 

Terörden depreme, sel baskınlarından iş kazalarına, tecavüz olaylarından istismara kadar hemen her mesele, toz-duman, gürültü içinde enine boyuna konuşulmadan maalesef kapanıp gidiyor. 

Erzincan’ın İliç ilçesindeki facia sonrasında da aynı bölünmeyi yaşıyoruz.

Yanıltıcı haberler, dezenformasyon, iftiralar, ithamlar, klavye başında yapılan kahramanlıklar ve ukalalıklar, peşin suçlamalar, linçler, fırsatçılıklar, “ben demiştimler”, “ben uyarmıştımlar”, karartmalar, perdelemeler, bulandırmalar arasında facianın aslı, özü kaybolup gidiyor. Diğer kesimin ağzını ise bıçak açmıyor.

İliç’teki facia vesilesiyle şu iki hususun altını çizelim…Bir: Başımıza gelen birçok hadisenin aslını ve özünü anlamak uzmanlık ve yetkinlik gerektiriyor. Örneğin İliç’teki faciayı değerlendirebilmek için madencilik, maden mühendisliği, maden yasası, altın çıkarma işlemi, siyanür, cıva, çevre sorunları, iş sağlığı ve güvenliği gibi nice kapsamlı konu başlığında bilgi sahibi olmak gerekiyor. Doğru habere ve doğru bilgiye dayanmayan peşin hükümler ile linç, meselenin çözümüne değil karartılmasına yol açıyor.

İki: İmam Şafi’ye ait olduğu iddia edilen ama kaynağı belli olmayan “Fitne zamanı düşman oklarını takip ediniz; o sizi hak ehline (ya da hakikate) götürür” sözü doğru bir söz değil, ya da en azından her durumda geçerli bir yöntem değil. Düşmanın, hasmın, rakibin, muhalifin pozisyonuna göre tavır belirlemek kişiyi edilgen yapar ve her zaman hakikate götürmez. Türkiye’de iktidarı destekleyen ya da genel olarak dindar/muhafazakâr kesim, tepki veya savunma pozisyonundan çıkarak, tavrını ötekinin tavrına göre belirleme huyundan vazgeçmeli, kimin ne dediğinden bağımsız olarak bir eleştiri, özeleştiri, muhasebe kültürünü inşa etmelidir. Böyle bir kültür, cemiyete, cemaate, mahalleye ya da otoriteye zarar vermez, tam tersine hayra vesile olur.

Emeğin ve emekçinin hakkını savunmak, hak için örgütlenmek, iş güvenliği konusunda hassasiyet göstermek modern dünyanın ya da sol hareketlerin şurada 100 yıldır ilgilendiği mesele iken bizde kökleri asırlar öncesine dayanıyor. Sol, bu konuları tekeline almak istiyor diye, imânî, itikâdî boyutu olan bu meseleleri ihmal edecek değiliz. Onlar çok gürültü koparıyor diye suskunluğa gömülecek değiliz.

 Başta İliç’teki facia olmak üzere her toplumsal hadisede kimin ne dediğine, ne yaptığına bakmadan cesur, kararlı tavır belirlemek zorundayız. 

İliç’te ne oldu? Facia nasıl geldi? İhmal var mı? İmtiyaz var mı? Göz yumma var mı? Usulsüzlük var mı? Bu ve daha nice soruya tatminkâr cevaplar bekliyoruz. Her iddianın detaylıca incelenip açıklığa kavuşmasını, sorumluların da en ağır şekilde cezalandırılmasını umuyoruz. 

Ne insanların ölmesinden fırsat devşirme kalleşliği ne de haksızlık karşısında susma şeytanlığı içinde olacağız. “Kol kırıldıysa, yen içinde kalmayacak” deme cesaretini göstereceğiz.

Ne diyor ayet? “İnsana emeğinden başkası yoktur”. Emek kutsaldır. Emeğin ve emekçinin hakkını, hukukunu savunmak, bir mü’minin esas meselesidir.

Facianın üzerine üşüşen fırsatçılara rağmen, hakikatin peşinden koşmazsak, sorumlulara en ağır hesabı sormazsak, toprak altında kaybettiğimiz canlar da, onların yetimleri de yakamıza yapışırlar, onlar bize hesap sorarlar.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Biz, biz olarak gelebilirsek, emperyalistler kendiliğinden gitmek zorunda kalırlar...

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 12 yıl aradan sonra Mısır’a yaptığı ziyaret, bölgedeki dengelerin dengesini bozacak, yeniden kurulmasını sağlayacak.  Mısır, bağımsız bir ülke değil. Türkiye de henüz tam anlamıyla bağımsız bir ülke değil. Türkiye bağımsızlığını elde etmek için çok mesafe kat etti son 70 yıldan bu yana. Son 20 yılda her şeye rağmen Türkiye ekseni’ni üretti. Şu ya da bu şekilde de olsa Batı ekseninden de, komünist Doğu ekseninden de bağımsızlığını ilan etti. Rusya’ya kurduğumuz ilişkilerin başka güçlerle kurulacak ilişkilerle dengelemesi gerektiğini her zaman altını çizerek hatırlattım bu sütunda. Sisi darbecidir ve kukladır. Mısır’ı kuklacılara bırakmamak için Mısır devletiyle ilişkilerin kurulması ve koparılmaması zaruridir.  Bu sütunda üç sene önce yazdığım bir yazımı sizlerle paylaşıyorum yeniden.   HAYSİYET CELLATLARINA İNAT!  Mısır’la ilişkilerimizin kopması, olacak iş değildi. Mısır’la ilişkilerin kopmasına başından bu yana karşı çıktım, bunun faturasının hem bize hem Mısır’a hem de bölgemize ağır olacağını yazdım sürgit. Başından bu yana Türkiye’nin Mısır’da darbeye karşı takındığı tavrın doğru ama buna rağmen Mısır’la ilişkilerimizi askıya almamızın yanlış olduğunu söyledim. Bunu bilenler bilir, bilmeyenler de bilsin artık. Hükümet politika değiştirdiği için ben de fikrimi değiştirmiş filan değilim. Hükümete göre değil hakikate göre hareket ettim hep. O yüzden Mısır’la ilişkilerimizin askıya alınmasının yanlış olduğunu açık açık yazdım ve dillendirdim televizyonlarda başından bu yana.  Ne oldu peki? İnanılmaz hakaretlere, linçlere maruz kaldım! Bana onca hakareti yapan, linç emrini veren tipler, köşe sahibi, köşe olmuş tipler! Nasıl “dansedecekler” acaba şimdi? Benden özür dileyecekler mi? Haysiyet cellatlarından özür dilemelerini beklemek olacak iş değil elbette. Bu satırları tarihe not düşmek için yazmak zorundaydım. En zor zamanlarda bile hakikatin izini sürme mücadelemizin aslâ bitmeyeceğini söylemem bile gereksiz. Her hâl ve şartta hakikatin izini sürdürdüğümüz sürece, düşe kalka da olsa, yaşadığımız iki asırlık yok oluş felâketini, çileyle, fikir ve oluş çilesiyle varoluş imkânına dönüştürebileceğimizden hiç şüphe etmedim.   SİYASÎ HADİSELER, KALICI İLİŞKİLERİ BOZMAMALI!  Gelelim Türkiye-Mısır ilişkilerinin rayına oturmaya başlamasının ne anlam ifade edeceği meselesine... Her şeyden önce, Türkiye ile Mısır, bölgenin iki önemli tarihî aktörü. Mısır tarihinde, İslâm’ın tarih sahnesine çıkışından itibaren bizim oynadığımız belirleyici rolden sözetmeyeceğim. Mesele bu kadar basit değil. Mısır, Arap dünyasının tarihî, siyasî, kültürel ve entelektüel lideri. Arap dünyasının kaderi biraz da Mısır’da yaşanan gelişmelere bağlı olarak şekil alır. Geçici siyasî hâdiselerden ziyade kalıcı, köksalıcı kültürel, entelektüel gelişmelerin kesintiye uğramadan ve sürgit güçlenerek sürmesi gerektiğinden sözediyorum burada.  Siyasî gelişmeler, elbette, ilişkileri zedeleyebilir zaman zaman ama aslâ engellememeli, buna izin verilmemeli, bunun için de güçlü kültürel ve entelektüel kanallar, yollar, imkânlar inşa edilmeli. Siyasî hâdiseler gelip geçicidir ama kültürel ilişkiler, adımlar, atılımlar, alış-verişler kalıcı, köksalıcı, önaçıcı. Kültürel ilişkiler güçlü olursa, siyasî değişikliklerden ya da depremlerden yıkıcı şekillerde etkilenmez ülkeler arasındaki ilişkiler. Önümüzdeki süreçte, bütün Arap dünyası ile, Afrika ile ve tabiî Türk dünyası ile kalıcı kültürel, entelektüel ilişkilerin temellerini atmaya yoğunlaşmalıyız. Müşterek bir medeniyet tasavvurunu, mefkûresini her alana adım adım nakşetme mücadelesi ve gayreti içinde olmalıyız.  Şam’ın, Kahire’nin, Buhara’nın, Taşkent’in, Semerkand’ın, Kaşgar’ın, Delhi’nin, Cakarta’nın, Saraybosna’nın, Üsküp’ün, medeniyetimizin kurucu şehirlerinin İstanbul’un Konya’nın, Erzurum’un, Bursa’nın, Edirne’nin kardeş şehirleri olduğunu unutmamalıyız.  Şehirler, medeniyetlerin damarları gibidir. Kan dolaşımı sürüyorsa, hayat da sürüyor ve umut var demektir.   BİZ GELİNCE, EMPERYALİSTLER GİDECEK...  Mısır’la ilişkiler aslâ kopmaz, koparılamaz! Çünkü Türkiye ile Mısır birbirlerine omuz verdikleri zaman bölgeden emperyalistlerin kovulması kolaylaşır. Bölge, hem Batılı emperyalistlerin hem de emperyalistlerin kuklası Fars emperyalizminin işgali altındadır!   Şunu bileceksiniz: Emperyalistler, İslâm dünyasını parçalamak için her yolu deneyeceklerdir. Bu süreçte İslâm dünyasını tam ortadan ikiye yarmak için her zaman Farsların önünü açacaklardır! Batılılarla İran arasında yaşanan “hır gür” danışıklı dövüştür, birbirlerinin önünü açmayı hedefleyen bir maskeleme operasyonudur. O yüzden bu oyuna gelmemek için sadece Mısır’la değil İran’la da ilişkilerimizi güçlü tutmamız, İran’ın Batılılar tarafından kullanılma girişimlerinin önüne şu ya da bu şekilde de olsa set çekecektir. Mısır’la ilişkilerimizin bahar havasına girmesi, orta ve uzun vadede kapalı kapıların açılmasına ve bölgenin kaderinin emperyalistler tarafından değil bölgenin kurucu aktörleri tarafından şekillendirilmesine imkân tanıyacaktır... Mısır’ın ve diğer Arap ülkelerinin, emperyalistlerin güdümünden adım adım kurtulma süreci başlamıştır artık...İnşallah İslâm dünyasının gerçek bağımsızlığına kavuşmasının başlangıç noktası olur Türkiye-Mısır ilişkilerinin rayına oturmaya başlaması... Biz, biz olarak gelebilirsek, emperyalistler kendiliğinden gitmek zorunda kalırlar...
Ekleme Tarihi: 16 February 2024 - Friday

Biz, biz olarak gelebilirsek, emperyalistler kendiliğinden gitmek zorunda kalırlar...


Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 12 yıl aradan sonra Mısır’a yaptığı ziyaret, bölgedeki dengelerin dengesini bozacak, yeniden kurulmasını sağlayacak. 

Mısır, bağımsız bir ülke değil. Türkiye de henüz tam anlamıyla bağımsız bir ülke değil. Türkiye bağımsızlığını elde etmek için çok mesafe kat etti son 70 yıldan bu yana. Son 20 yılda her şeye rağmen Türkiye ekseni’ni üretti. Şu ya da bu şekilde de olsa Batı ekseninden de, komünist Doğu ekseninden de bağımsızlığını ilan etti. Rusya’ya kurduğumuz ilişkilerin başka güçlerle kurulacak ilişkilerle dengelemesi gerektiğini her zaman altını çizerek hatırlattım bu sütunda. Sisi darbecidir ve kukladır. Mısır’ı kuklacılara bırakmamak için Mısır devletiyle ilişkilerin kurulması ve koparılmaması zaruridir. 

Bu sütunda üç sene önce yazdığım bir yazımı sizlerle paylaşıyorum yeniden. 

 HAYSİYET CELLATLARINA İNAT! 

Mısır’la ilişkilerimizin kopması, olacak iş değildi. Mısır’la ilişkilerin kopmasına başından bu yana karşı çıktım, bunun faturasının hem bize hem Mısır’a hem de bölgemize ağır olacağını yazdım sürgit. Başından bu yana Türkiye’nin Mısır’da darbeye karşı takındığı tavrın doğru ama buna rağmen Mısır’la ilişkilerimizi askıya almamızın yanlış olduğunu söyledim. Bunu bilenler bilir, bilmeyenler de bilsin artık.

Hükümet politika değiştirdiği için ben de fikrimi değiştirmiş filan değilim. Hükümete göre değil hakikate göre hareket ettim hep. O yüzden Mısır’la ilişkilerimizin askıya alınmasının yanlış olduğunu açık açık yazdım ve dillendirdim televizyonlarda başından bu yana.

 Ne oldu peki? İnanılmaz hakaretlere, linçlere maruz kaldım!

Bana onca hakareti yapan, linç emrini veren tipler, köşe sahibi, köşe olmuş tipler! Nasıl “dansedecekler” acaba şimdi?

Benden özür dileyecekler mi?

Haysiyet cellatlarından özür dilemelerini beklemek olacak iş değil elbette.

Bu satırları tarihe not düşmek için yazmak zorundaydım. En zor zamanlarda bile hakikatin izini sürme mücadelemizin aslâ bitmeyeceğini söylemem bile gereksiz.

Her hâl ve şartta hakikatin izini sürdürdüğümüz sürece, düşe kalka da olsa, yaşadığımız iki asırlık yok oluş felâketini, çileyle, fikir ve oluş çilesiyle varoluş imkânına dönüştürebileceğimizden hiç şüphe etmedim. 

 SİYASÎ HADİSELER, KALICI İLİŞKİLERİ BOZMAMALI! 

Gelelim Türkiye-Mısır ilişkilerinin rayına oturmaya başlamasının ne anlam ifade edeceği meselesine...

Her şeyden önce, Türkiye ile Mısır, bölgenin iki önemli tarihî aktörü. Mısır tarihinde, İslâm’ın tarih sahnesine çıkışından itibaren bizim oynadığımız belirleyici rolden sözetmeyeceğim. Mesele bu kadar basit değil.

Mısır, Arap dünyasının tarihî, siyasî, kültürel ve entelektüel lideri. Arap dünyasının kaderi biraz da Mısır’da yaşanan gelişmelere bağlı olarak şekil alır. Geçici siyasî hâdiselerden ziyade kalıcı, köksalıcı kültürel, entelektüel gelişmelerin kesintiye uğramadan ve sürgit güçlenerek sürmesi gerektiğinden sözediyorum burada.

 Siyasî gelişmeler, elbette, ilişkileri zedeleyebilir zaman zaman ama aslâ engellememeli, buna izin verilmemeli, bunun için de güçlü kültürel ve entelektüel kanallar, yollar, imkânlar inşa edilmeli.

Siyasî hâdiseler gelip geçicidir ama kültürel ilişkiler, adımlar, atılımlar, alış-verişler kalıcı, köksalıcı, önaçıcı. Kültürel ilişkiler güçlü olursa, siyasî değişikliklerden ya da depremlerden yıkıcı şekillerde etkilenmez ülkeler arasındaki ilişkiler.

Önümüzdeki süreçte, bütün Arap dünyası ile, Afrika ile ve tabiî Türk dünyası ile kalıcı kültürel, entelektüel ilişkilerin temellerini atmaya yoğunlaşmalıyız. Müşterek bir medeniyet tasavvurunu, mefkûresini her alana adım adım nakşetme mücadelesi ve gayreti içinde olmalıyız.

 Şam’ın, Kahire’nin, Buhara’nın, Taşkent’in, Semerkand’ın, Kaşgar’ın, Delhi’nin, Cakarta’nın, Saraybosna’nın, Üsküp’ün, medeniyetimizin kurucu şehirlerinin İstanbul’un Konya’nın, Erzurum’un, Bursa’nın, Edirne’nin kardeş şehirleri olduğunu unutmamalıyız. 

Şehirler, medeniyetlerin damarları gibidir. Kan dolaşımı sürüyorsa, hayat da sürüyor ve umut var demektir. 

 BİZ GELİNCE, EMPERYALİSTLER GİDECEK... 

Mısır’la ilişkiler aslâ kopmaz, koparılamaz! Çünkü Türkiye ile Mısır birbirlerine omuz verdikleri zaman bölgeden emperyalistlerin kovulması kolaylaşır. Bölge, hem Batılı emperyalistlerin hem de emperyalistlerin kuklası Fars emperyalizminin işgali altındadır! 

 Şunu bileceksiniz: Emperyalistler, İslâm dünyasını parçalamak için her yolu deneyeceklerdir. Bu süreçte İslâm dünyasını tam ortadan ikiye yarmak için her zaman Farsların önünü açacaklardır! Batılılarla İran arasında yaşanan “hır gür” danışıklı dövüştür, birbirlerinin önünü açmayı hedefleyen bir maskeleme operasyonudur.

O yüzden bu oyuna gelmemek için sadece Mısır’la değil İran’la da ilişkilerimizi güçlü tutmamız, İran’ın Batılılar tarafından kullanılma girişimlerinin önüne şu ya da bu şekilde de olsa set çekecektir.

Mısır’la ilişkilerimizin bahar havasına girmesi, orta ve uzun vadede kapalı kapıların açılmasına ve bölgenin kaderinin emperyalistler tarafından değil bölgenin kurucu aktörleri tarafından şekillendirilmesine imkân tanıyacaktır...

Mısır’ın ve diğer Arap ülkelerinin, emperyalistlerin güdümünden adım adım kurtulma süreci başlamıştır artık...İnşallah İslâm dünyasının gerçek bağımsızlığına kavuşmasının başlangıç noktası olur Türkiye-Mısır ilişkilerinin rayına oturmaya başlaması...

Biz, biz olarak gelebilirsek, emperyalistler kendiliğinden gitmek zorunda kalırlar...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

O Benim İçin Bir Servetti

   Bir hak dostunun hanımı oldukça sert ve geçimsizdi. Bu zat ise onun her haline sabrediyordu. Güzel ahlâkı elde etmek için bunu bir fırsat görüyordu. Bunun için onu boşamayı hiç düşünmüyordu. Bu zatı tanıyan dostları onun durumuna çok üzülüyordu. Bir gün kadının eceli geldi, öldü. Kocasının dostları o günü bayram ilan ettiler. Kadını bir an evvel toprağa verdikten sonra sevinerek kocasının yanına geldiler; ona, “Efendim, biz size tâziyeye değil, tebrik etmeye geldik; gözünüz aydın olsun, kurtuldunuz!” dediler. Allah dostu sakin ve düşünceli idi. Yüzünde bir sevinç izi yoktu. Aksine değerli bir şeyini kaybetmiş gibi üzüntülüydü. Bunun sebebini şöyle açıkladı: “Ben bugün gerçekten çok üzgünüm. Bu kadın benim için bir servetti. Ben onun kötü ahlâklarına sabrederek yüce Rabbim’in razı olacağı güzel ahlâkları elde ediyordum; böylece pek çok sevap ve manevi derece kazanıyordum. Ne yazık ki şimdi bu servetim toprağa gömüldü, böyle bir kâr kapısı kapandı.”   
Ekleme Tarihi: 16 February 2024 - Friday

O Benim İçin Bir Servetti

 

 Bir hak dostunun hanımı oldukça sert ve geçimsizdi. Bu zat ise onun her haline sabrediyordu. Güzel ahlâkı elde etmek için bunu bir fırsat görüyordu. Bunun için onu boşamayı hiç düşünmüyordu.
Bu zatı tanıyan dostları onun durumuna çok üzülüyordu. Bir gün kadının eceli geldi, öldü. Kocasının dostları o günü bayram ilan ettiler. Kadını bir an evvel toprağa verdikten sonra sevinerek kocasının yanına geldiler; ona,
“Efendim, biz size tâziyeye değil, tebrik etmeye geldik; gözünüz aydın olsun, kurtuldunuz!” dediler. Allah dostu sakin ve düşünceli idi. Yüzünde bir sevinç izi yoktu. Aksine değerli bir şeyini kaybetmiş gibi üzüntülüydü. Bunun sebebini şöyle açıkladı:
“Ben bugün gerçekten çok üzgünüm. Bu kadın benim için bir servetti. Ben onun kötü ahlâklarına sabrederek yüce Rabbim’in razı olacağı güzel ahlâkları elde ediyordum; böylece pek çok sevap ve manevi derece kazanıyordum. Ne yazık ki şimdi bu servetim toprağa gömüldü, böyle bir kâr kapısı kapandı.” 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Türkiye’nin hata yapma lüksü kalmadı.

Güney Afrika, İsrail’in Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım suçundan yargılanmasını sağladığında özellikle muhafazakâr çevreler bu adımları Erdoğan’ın atması gerektiği yönünde sözler sarf etmişlerdi. Hâlbuki İngiliz kolonyalizminin en vahşi baskılarına maruz kaldıkları için bu ülkenin insanlarının mücadele tecrübesi, Uluslararası Adalet Divanı’nda Filistin lehine sonuç almak için çok önemliydi. Nitekim Güney Afrika temsilcileri gayet iyi hazırlanmış bir dosya ile İsrail’in soykırım suçundan yargılanmanın önünü açtılar. Bu çok önemli bir başarıydı. Erdoğan’ın çıkışlarının söylem olmaktan öteye geçmediğini iddia edenlerin aynı zamanda İslam ülkelerinin sessizliğine odaklanması kendi içinde tutarlı bir tavır olmaktan çok uzaktı. Belki de bunun bir sonucu olarak Güney Afrika’nın başarısını tahlil etme zahmetine girişmediler. Eğer bu yönde bir çabadan eser olsaydı mutlaka Güney Afrika ve Filistin’i bir araya getiren asıl faktör olarak İngiltere’nin ve ona yakın devletlerin politikasını izah etmeye çalışırlardı. İzah etmek bir tarafa, bu yönde bir anlama çabasının eseri bile yoktu. Hâlbuki bugün Ukrayna Savaşı da dâhil olmak üzere birçok yerde Anglosaksonlar önemli krizlerden birinci dereceden sorumludurlar. Aksi yönde bir tutum ortaya çıksaydı onlar da Anglosaksonların niçin böyle davrandıklarına kafa yorarlardı. İsrail’in soykırım suçu da dâhil olmak üzere Filistinlilere karşı sergilediği bütün vahşetler karşısında Türkiye oldukça aktif bir tutum takınmıştır. Bu tutum Türkiye’nin İsrail’in İngiltere ve ABD ile birlikte savaşı bütün bölgeye yayma stratejisi karşısında söylem üretmenin çok ötesine geçtiğini işaret etmektedir. Savaşı bölgeye yayma stratejisi terör devleti kurma isteğini de kapsamaktadır. Bu açıdan Sayın Erdoğan’ın Filistin meselesiyle ilgili olarak İslam ülkelerini bir araya getirme çabası oldukça anlamlıdır. Fakat Türkiye elbette bu ülkelerden bir kısmının İslam ülkesi olmaktan ziyade Avrupa ve ABD ile bağımlılık ilişkisindeki ülkeler kategorisine girdiğinin farkındadır. Her ülkenin kendi içindeki bağımlı yapılarının varlığı da bilinmektedir. Bu durum Türkiye’yi çok daha zorlu bir mücadele döneminin beklediğine işaret eder. Bunun için Türkiye Birleşik Arap Emirlikleri de dâhil olmak üzere bölge ülkeleriyle istikrarlı bir zeminde uzun dönemli siyaset geliştirilemeyeceğinin farkındadır. Bu da gelişmeleri takip etmeyi zorunlu hâle getiriyor. Geçmişte, İsrail, alınan kararları boşa çıkarma ve kendi görüşünü çevre ülkelere kabul ettirme bakımından stratejiler geliştirmişti. İsrail, zamana yayma stratejisini hayata geçirerek aleyhine alınan kararları geçersiz kılmakta başarılıydı. Bu sebeple Türkiye İsrail’in zamana yayma stratejisini işlemez hâle getirecek adımlar atmak zorundaydı. Elbette bu da zaman ister. Bu adımlar söylem üretmenin çok ötesine geçildiğinin en açık göstergeleridir. Sayın Erdoğan’ın Birleşik Arap Emirlikleri’nde İslam ülkelerinin liderleriyle yaptığı görüşmelerde Filistin meselesinin birinci sırada geldiği anlaşılıyor. Sayın Erdoğan’ın BAE’den Mısır’a geçmesi de hem Filistin meselesine yönelik kapsamlı ve uzun vadeli stratejilerin şekillenmesi hem de iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi açısından önemlidir. Sıraladığımız ülkelerin bağımlılık ilişkilerini göz önünde bulundurduğumuzda yeni bir siyaset geliştirmenin zorlukları daha iyi anlaşılır. Erdoğan’ı Filistin meselesinde sadece söylem üretmekle suçlayanlar, Mısır’la ilgili atılan adımları da değersizleştirmeye çalışmaktadırlar. Onlara göre eğer yeniden bir araya gelinecekse geçmişte arayı bozmaya gerek yoktu, Erdoğan hata etmişti, çok kıymetli zamanlar heba edildi. Bu kanaatlerin yanlış bir düşünme biçiminden kaynaklandığı çok açıktır. Bu görüşleri dillendirenler 2012’den itibaren meydana gelen olayları hesaba katmamaktadırlar. Ne bağımlı ülkelerin merkez ülkelere göre değişen siyasetlerini gündeme almakta ne de ülke içindeki bağımlı yapıların oyun değiştirici çıkışlarını hesaba katmaktadırlar. Örneğin FETÖ’nün Türkiye’deki ve bölge ülkelerindeki faaliyetlerini belirli bir kavramsal çerçeveye göre değerlendirmiş değillerdir. FETÖ olayını hâlâ hukukî bir mesele olarak görmekte ısrar etmektedirler. Hâlbuki FETÖ, Mursi’yi devirmek için aktif görev almış, İsrail’le ilişkileri Türkiye ve bölge ülkeleri aleyhine ileri seviyelere taşımıştı. Örgütün İngiltere ve ABD ile ilişkileri çok daha önceden biliniyordu. Bu ilişkiler siyasî bir hedef olmaksızın geliştirilemez. Dolayısıyla bütüncül bir yaklaşım zorunludur. Türkiye’nin hata yapma lüksü kalmadı.
Ekleme Tarihi: 15 February 2024 - Thursday

Türkiye’nin hata yapma lüksü kalmadı.

Güney Afrika, İsrail’in Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım suçundan yargılanmasını sağladığında özellikle muhafazakâr çevreler bu adımları Erdoğan’ın atması gerektiği yönünde sözler sarf etmişlerdi. Hâlbuki İngiliz kolonyalizminin en vahşi baskılarına maruz kaldıkları için bu ülkenin insanlarının mücadele tecrübesi, Uluslararası Adalet Divanı’nda Filistin lehine sonuç almak için çok önemliydi. Nitekim Güney Afrika temsilcileri gayet iyi hazırlanmış bir dosya ile İsrail’in soykırım suçundan yargılanmanın önünü açtılar. Bu çok önemli bir başarıydı. Erdoğan’ın çıkışlarının söylem olmaktan öteye geçmediğini iddia edenlerin aynı zamanda İslam ülkelerinin sessizliğine odaklanması kendi içinde tutarlı bir tavır olmaktan çok uzaktı. Belki de bunun bir sonucu olarak Güney Afrika’nın başarısını tahlil etme zahmetine girişmediler. Eğer bu yönde bir çabadan eser olsaydı mutlaka Güney Afrika ve Filistin’i bir araya getiren asıl faktör olarak İngiltere’nin ve ona yakın devletlerin politikasını izah etmeye çalışırlardı. İzah etmek bir tarafa, bu yönde bir anlama çabasının eseri bile yoktu. Hâlbuki bugün Ukrayna Savaşı da dâhil olmak üzere birçok yerde Anglosaksonlar önemli krizlerden birinci dereceden sorumludurlar. Aksi yönde bir tutum ortaya çıksaydı onlar da Anglosaksonların niçin böyle davrandıklarına kafa yorarlardı.

İsrail’in soykırım suçu da dâhil olmak üzere Filistinlilere karşı sergilediği bütün vahşetler karşısında Türkiye oldukça aktif bir tutum takınmıştır. Bu tutum Türkiye’nin İsrail’in İngiltere ve ABD ile birlikte savaşı bütün bölgeye yayma stratejisi karşısında söylem üretmenin çok ötesine geçtiğini işaret etmektedir. Savaşı bölgeye yayma stratejisi terör devleti kurma isteğini de kapsamaktadır. Bu açıdan Sayın Erdoğan’ın Filistin meselesiyle ilgili olarak İslam ülkelerini bir araya getirme çabası oldukça anlamlıdır. Fakat Türkiye elbette bu ülkelerden bir kısmının İslam ülkesi olmaktan ziyade Avrupa ve ABD ile bağımlılık ilişkisindeki ülkeler kategorisine girdiğinin farkındadır. Her ülkenin kendi içindeki bağımlı yapılarının varlığı da bilinmektedir. Bu durum Türkiye’yi çok daha zorlu bir mücadele döneminin beklediğine işaret eder. Bunun için Türkiye Birleşik Arap Emirlikleri de dâhil olmak üzere bölge ülkeleriyle istikrarlı bir zeminde uzun dönemli siyaset geliştirilemeyeceğinin farkındadır. Bu da gelişmeleri takip etmeyi zorunlu hâle getiriyor.

Geçmişte, İsrail, alınan kararları boşa çıkarma ve kendi görüşünü çevre ülkelere kabul ettirme bakımından stratejiler geliştirmişti. İsrail, zamana yayma stratejisini hayata geçirerek aleyhine alınan kararları geçersiz kılmakta başarılıydı. Bu sebeple Türkiye İsrail’in zamana yayma stratejisini işlemez hâle getirecek adımlar atmak zorundaydı. Elbette bu da zaman ister. Bu adımlar söylem üretmenin çok ötesine geçildiğinin en açık göstergeleridir. Sayın Erdoğan’ın Birleşik Arap Emirlikleri’nde İslam ülkelerinin liderleriyle yaptığı görüşmelerde Filistin meselesinin birinci sırada geldiği anlaşılıyor. Sayın Erdoğan’ın BAE’den Mısır’a geçmesi de hem Filistin meselesine yönelik kapsamlı ve uzun vadeli stratejilerin şekillenmesi hem de iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi açısından önemlidir. Sıraladığımız ülkelerin bağımlılık ilişkilerini göz önünde bulundurduğumuzda yeni bir siyaset geliştirmenin zorlukları daha iyi anlaşılır.

Erdoğan’ı Filistin meselesinde sadece söylem üretmekle suçlayanlar, Mısır’la ilgili atılan adımları da değersizleştirmeye çalışmaktadırlar. Onlara göre eğer yeniden bir araya gelinecekse geçmişte arayı bozmaya gerek yoktu, Erdoğan hata etmişti, çok kıymetli zamanlar heba edildi. Bu kanaatlerin yanlış bir düşünme biçiminden kaynaklandığı çok açıktır. Bu görüşleri dillendirenler 2012’den itibaren meydana gelen olayları hesaba katmamaktadırlar. Ne bağımlı ülkelerin merkez ülkelere göre değişen siyasetlerini gündeme almakta ne de ülke içindeki bağımlı yapıların oyun değiştirici çıkışlarını hesaba katmaktadırlar. Örneğin FETÖ’nün Türkiye’deki ve bölge ülkelerindeki faaliyetlerini belirli bir kavramsal çerçeveye göre değerlendirmiş değillerdir. FETÖ olayını hâlâ hukukî bir mesele olarak görmekte ısrar etmektedirler. Hâlbuki FETÖ, Mursi’yi devirmek için aktif görev almış, İsrail’le ilişkileri Türkiye ve bölge ülkeleri aleyhine ileri seviyelere taşımıştı. Örgütün İngiltere ve ABD ile ilişkileri çok daha önceden biliniyordu. Bu ilişkiler siyasî bir hedef olmaksızın geliştirilemez. Dolayısıyla bütüncül bir yaklaşım zorunludur.

Türkiye’nin hata yapma lüksü kalmadı.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Halis Süt Gibi

  Amel işlerken gösterişten uzak durmak gerekir. Böyle bir amel, tıpkı Allah Teâlâ’nın, Kur’an’da halis sütü tanıttığı gibi halis ve temiz olur. Şöyle buyurur: “Kuşkusuz sizin için hayvanlarda da büyük bir ibret vardır. Zira size, onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından (gelen), içenlerin boğazından kolayca geçen halis bir süt içiriyoruz” (Nahl 16/66). Eğer o sütün içinde kan ve fışkıdan birinin özelliği bulunsaydı, süt halis olmaz ve içilmezdi. Amellerin durumu da böyledir. Bu amellere riya veya nefsin kötü arzuları bulaşırsa Allah için olmaktan çıkar. Kul, işlediği amelde Allah’a karşı sadakat ve edebi tam olarak yerine getirmemiş olur. Allah Teâlâ da öylelerinin işlediği ameli kabul buyurmaz. Bu durumdan ibret almak gerekir. Hastaya döşek sorulmaz Hemen yerine getirmemiz gerekmeyen sorumluluklardan kaçmamalıyız. Yapılacak olan görev ve iş, apaçık ortada iken zaman kaybetmemeliyiz.  
Ekleme Tarihi: 15 February 2024 - Thursday

Halis Süt Gibi

 

Amel işlerken gösterişten uzak durmak gerekir. Böyle bir amel, tıpkı Allah Teâlâ’nın, Kur’an’da halis sütü tanıttığı gibi halis ve temiz olur. Şöyle buyurur:
“Kuşkusuz sizin için hayvanlarda da büyük bir ibret vardır. Zira size, onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından (gelen), içenlerin boğazından kolayca geçen halis bir süt içiriyoruz” (Nahl 16/66).
Eğer o sütün içinde kan ve fışkıdan birinin özelliği bulunsaydı, süt halis olmaz ve içilmezdi.
Amellerin durumu da böyledir. Bu amellere riya veya nefsin kötü arzuları bulaşırsa Allah için olmaktan çıkar. Kul, işlediği amelde Allah’a karşı sadakat ve edebi tam olarak yerine getirmemiş olur. Allah Teâlâ da öylelerinin işlediği ameli kabul buyurmaz. Bu durumdan ibret almak gerekir.
Hastaya döşek sorulmaz

Hemen yerine getirmemiz gerekmeyen sorumluluklardan kaçmamalıyız. Yapılacak olan görev ve iş, apaçık ortada iken zaman kaybetmemeliyiz.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

ASLINDA NEDİR?

“İsrail’in 130’dan fazla sivili katlettiği Refah’ta; bir çocuğun cesedi, bacakları kopmuş halde duvara asılı olarak bulundu!” *** Fetullah Locaefendi ile Adnan Oktar’ın çok sevdiği, emrine amade olduğu İsrail terör devleti; Gazze’de soykırıma devam ediyor. *** Siyonist işgalcilerin Refah’ta masumları katlettiği saatlerde; soykırımın ortağı Siyonist Başkan Joe Biden, şu paylaşımı yaptı:   “-Tam olarak planladığımız gibi!”   PSİKOLOJİK HAREKÂT Güya “Joe Biden, İsrail’in Refah’taki operasyonuna destek vermiyormuş” da… Netanyahu’yu “Refah’ta bir milyondan fazla insanın güvenliğini sağlamak için ikna edici bir plan olmaksızın, askeri operasyona başlamayın” diye uyarmış da, filan falan… Böyle aşağılık palavralar “halkla ilişkiler” dahası “psikolojik harekât” kapsamında sahne aldı, alıyor. *** Hâlbuki… Soykırımın tam teşekküllü destekçisi olan Ayaklı Mumya Joe Biden mendeburu, halen daha “İsrail, ne kadar sivil öldürürse, o kadar iyidir” kafasında! 7 Ekim’den bu yana, Gazze’de ekseriyeti çocuk ve kadın 28 binden fazla masumu, sivili taammüden katleden Terör Devleti İsrail’in…   -Suç ortağıdır, Haydut Devlet ABD!   YAMAN ÇELİŞKİ 2016 ve 2020’deki Başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti’den aday adayı olan, ancak ön seçimleri kaybeden Vermont Senatörü Bernie Sanders bile şöyle feveran etti: “Joe Biden yönetimine tekrar hatırlatmak istiyorum… Netanyahu’nun savaşına destek olurken, Rusya’nın Ukrayna’yı bombalamasını nasıl kınayacağız?”   TAKIR TAKIR, PUTİN Ukrayna’ya savaş açmasından bu yana, Batılı bir gazeteciye ilk kez röportaj veren Rusya lideri Putin; NATO, ABD ve AB’ye seslenerek “Bu savaşta Rusya’yı yenmek imkânsız!” dedi. *** Yıllarca sunuculuk yaptığı Fox News’ten olaylı bir şekilde kovulan Tucker Carlson’a konuştu, Putin…   Carlson’ın, X’teki hesabında sadece bir günde 100 milyonun üzerinde görüntülendi, bu çarpıcı röportaj… Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov röportajı “Batı’daki insanları düşündürmek için harika bir fırsat!” diye tanımladı.   GENİŞLEYEN NATO Putin, Carlson’a “NATO’nun genişleme gayretlerinden duyduğu rahatsızlığı” dile getirirken, şöyle dedi: “NATO genişlerse, her şey Soğuk Savaş dönemindeki ile aynı olacak... Amerikan devleti, NATO’nun Doğu’ya doğru genişlemeyeceğine dair verdiği söze rağmen, bunu tam beş kez gerçekleştirdi!” *** İşte “düzenbazlığın, riyakârlığın, verdiği sözleri yutmanın, Haydut Devlet ABD’nin karakteri” olduğunu gösteren sayısız ibretlik örnekten biri daha!     HİTLER METAFORU İngiltere’nin eski Başbakanı Boris Johnson ise “Trump Yanlısı” Tucker Carlson’ın Putin ile röportaj yapmasına bozuk çaldı. Carlson için “Gazeteciliğin Haini” dedi! Dahası “Bu röportajın, doğrudan Hitler’in strateji kitabından çıktığını” söyledi! *** Özellikle Başbakanlığı döneminde İngiliz tabloid basınının bir nevi “sabah sporu; akşam mezesi” olan Boris Johnson… Buna rağmen, tabloidlerin şu pek çürütücü repliğinin müdavimi hatta bağımlısı olduğunu gösterdi: “Gerçeğin, iyi bir öyküyü bozmasına izin verme!” *** Putin’e “Hitler” ithamında bulunmak mı; Boris (veya Joe, fark etmez) Batı Cephesi’nin sahtekâr liderleri için “iyi bir öyküdür!”     ASLINDA NEDİR? İsrail’in Soykırımcı Başbakanı Binyamin Yalanyahu, geçenlerdeki basın toplantısında, Hitler’in “Kavgam” kitabını eline alarak şu sözleri attırmıştı: “Gazze’deki evlerde Hitler’in kitabını bulduk… Demek ki, Hamas çocuklara bu kitapları okutuyor… Hamas’ı mutlaka yok etmeliyiz!” *** Siyonist Terör Devleti Başbakanı’nın işbu iftirası için “Kuyruklu Yalan” tabiri bile hafif kalır! *** Gazze’deki evlerde güya “bulunan” Hitler kitaplarını… -Filistinlilerin evlerine yerleştiren İsrail’in katil askerlerinden başkası değil, yahu! *** Aynen, belli bir dönemde FETÖ mensubu alçak polislerin yaptığı gibi!
Ekleme Tarihi: 14 February 2024 - Wednesday

ASLINDA NEDİR?

“İsrail’in 130’dan fazla sivili katlettiği Refah’ta; bir çocuğun cesedi, bacakları kopmuş halde duvara asılı olarak bulundu!”

***

Fetullah Locaefendi ile Adnan Oktar’ın çok sevdiği, emrine amade olduğu İsrail terör devleti; Gazze’de soykırıma devam ediyor.

***

Siyonist işgalcilerin Refah’ta masumları katlettiği saatlerde; soykırımın ortağı Siyonist Başkan Joe Biden, şu paylaşımı yaptı:

 

“-Tam olarak planladığımız gibi!”

 

PSİKOLOJİK HAREKÂT

Güya “Joe Biden, İsrail’in Refah’taki operasyonuna destek vermiyormuş” da…

Netanyahu’yu “Refah’ta bir milyondan fazla insanın güvenliğini sağlamak için ikna edici bir plan olmaksızın, askeri operasyona başlamayın” diye uyarmış da, filan falan…

Böyle aşağılık palavralar “halkla ilişkiler” dahası “psikolojik harekât” kapsamında sahne aldı, alıyor.

***

Hâlbuki…

Soykırımın tam teşekküllü destekçisi olan Ayaklı Mumya Joe Biden mendeburu, halen daha “İsrail, ne kadar sivil öldürürse, o kadar iyidir” kafasında!

7 Ekim’den bu yana, Gazze’de ekseriyeti çocuk ve kadın 28 binden fazla masumu, sivili taammüden katleden Terör Devleti İsrail’in…

 

-Suç ortağıdır, Haydut Devlet ABD!

 

YAMAN ÇELİŞKİ

2016 ve 2020’deki Başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti’den aday adayı olan, ancak ön seçimleri kaybeden Vermont Senatörü Bernie Sanders bile şöyle feveran etti:

“Joe Biden yönetimine tekrar hatırlatmak istiyorum…

Netanyahu’nun savaşına destek olurken, Rusya’nın Ukrayna’yı bombalamasını nasıl kınayacağız?”

 

TAKIR TAKIR, PUTİN

Ukrayna’ya savaş açmasından bu yana, Batılı bir gazeteciye ilk kez röportaj veren Rusya lideri Putin; NATO, ABD ve AB’ye seslenerek “Bu savaşta Rusya’yı yenmek imkânsız!” dedi.

***

Yıllarca sunuculuk yaptığı Fox News’ten olaylı bir şekilde kovulan Tucker Carlson’a konuştu, Putin…

 

Carlson’ın, X’teki hesabında sadece bir günde 100 milyonun üzerinde görüntülendi, bu çarpıcı röportaj…

Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov röportajı “Batı’daki insanları düşündürmek için harika bir fırsat!” diye tanımladı.

 

GENİŞLEYEN NATO

Putin, Carlson’a “NATO’nun genişleme gayretlerinden duyduğu rahatsızlığı” dile getirirken, şöyle dedi:

“NATO genişlerse, her şey Soğuk Savaş dönemindeki ile aynı olacak...

Amerikan devleti, NATO’nun Doğu’ya doğru genişlemeyeceğine dair verdiği söze rağmen, bunu tam beş kez gerçekleştirdi!”

***

İşte “düzenbazlığın, riyakârlığın, verdiği sözleri yutmanın, Haydut Devlet ABD’nin karakteri” olduğunu gösteren sayısız ibretlik örnekten biri daha!

 

 

HİTLER METAFORU

İngiltere’nin eski Başbakanı Boris Johnson ise “Trump Yanlısı” Tucker Carlson’ın Putin ile röportaj yapmasına bozuk çaldı.

Carlson için “Gazeteciliğin Haini” dedi!

Dahası “Bu röportajın, doğrudan Hitler’in strateji kitabından çıktığını” söyledi!

***

Özellikle Başbakanlığı döneminde İngiliz tabloid basınının bir nevi “sabah sporu; akşam mezesi” olan Boris Johnson…

Buna rağmen, tabloidlerin şu pek çürütücü repliğinin müdavimi hatta bağımlısı olduğunu gösterdi:

“Gerçeğin, iyi bir öyküyü bozmasına izin verme!”

***

Putin’e “Hitler” ithamında bulunmak mı; Boris (veya Joe, fark etmez) Batı Cephesi’nin sahtekâr liderleri için “iyi bir öyküdür!”

 

 

ASLINDA NEDİR?

İsrail’in Soykırımcı Başbakanı Binyamin Yalanyahu, geçenlerdeki basın toplantısında, Hitler’in “Kavgam” kitabını eline alarak şu sözleri attırmıştı:

“Gazze’deki evlerde Hitler’in kitabını bulduk…

Demek ki, Hamas çocuklara bu kitapları okutuyor…

Hamas’ı mutlaka yok etmeliyiz!”

***

Siyonist Terör Devleti Başbakanı’nın işbu iftirası için “Kuyruklu Yalan” tabiri bile hafif kalır!

***

Gazze’deki evlerde güya “bulunan” Hitler kitaplarını…

-Filistinlilerin evlerine yerleştiren İsrail’in katil askerlerinden başkası değil, yahu!

***

Aynen, belli bir dönemde FETÖ mensubu alçak polislerin yaptığı gibi!

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

ASLINDA NEDİR?

“İsrail’in 130’dan fazla sivili katlettiği Refah’ta; bir çocuğun cesedi, bacakları kopmuş halde duvara asılı olarak bulundu!” *** Fetullah Locaefendi ile Adnan Oktar’ın çok sevdiği, emrine amade olduğu İsrail terör devleti; Gazze’de soykırıma devam ediyor. *** Siyonist işgalcilerin Refah’ta masumları katlettiği saatlerde; soykırımın ortağı Siyonist Başkan Joe Biden, şu paylaşımı yaptı:   “-Tam olarak planladığımız gibi!”   PSİKOLOJİK HAREKÂT Güya “Joe Biden, İsrail’in Refah’taki operasyonuna destek vermiyormuş” da… Netanyahu’yu “Refah’ta bir milyondan fazla insanın güvenliğini sağlamak için ikna edici bir plan olmaksızın, askeri operasyona başlamayın” diye uyarmış da, filan falan… Böyle aşağılık palavralar “halkla ilişkiler” dahası “psikolojik harekât” kapsamında sahne aldı, alıyor. *** Hâlbuki… Soykırımın tam teşekküllü destekçisi olan Ayaklı Mumya Joe Biden mendeburu, halen daha “İsrail, ne kadar sivil öldürürse, o kadar iyidir” kafasında! 7 Ekim’den bu yana, Gazze’de ekseriyeti çocuk ve kadın 28 binden fazla masumu, sivili taammüden katleden Terör Devleti İsrail’in…   -Suç ortağıdır, Haydut Devlet ABD!   YAMAN ÇELİŞKİ 2016 ve 2020’deki Başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti’den aday adayı olan, ancak ön seçimleri kaybeden Vermont Senatörü Bernie Sanders bile şöyle feveran etti: “Joe Biden yönetimine tekrar hatırlatmak istiyorum… Netanyahu’nun savaşına destek olurken, Rusya’nın Ukrayna’yı bombalamasını nasıl kınayacağız?”   TAKIR TAKIR, PUTİN Ukrayna’ya savaş açmasından bu yana, Batılı bir gazeteciye ilk kez röportaj veren Rusya lideri Putin; NATO, ABD ve AB’ye seslenerek “Bu savaşta Rusya’yı yenmek imkânsız!” dedi. *** Yıllarca sunuculuk yaptığı Fox News’ten olaylı bir şekilde kovulan Tucker Carlson’a konuştu, Putin…   Carlson’ın, X’teki hesabında sadece bir günde 100 milyonun üzerinde görüntülendi, bu çarpıcı röportaj… Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov röportajı “Batı’daki insanları düşündürmek için harika bir fırsat!” diye tanımladı.   GENİŞLEYEN NATO Putin, Carlson’a “NATO’nun genişleme gayretlerinden duyduğu rahatsızlığı” dile getirirken, şöyle dedi: “NATO genişlerse, her şey Soğuk Savaş dönemindeki ile aynı olacak... Amerikan devleti, NATO’nun Doğu’ya doğru genişlemeyeceğine dair verdiği söze rağmen, bunu tam beş kez gerçekleştirdi!” *** İşte “düzenbazlığın, riyakârlığın, verdiği sözleri yutmanın, Haydut Devlet ABD’nin karakteri” olduğunu gösteren sayısız ibretlik örnekten biri daha!     HİTLER METAFORU İngiltere’nin eski Başbakanı Boris Johnson ise “Trump Yanlısı” Tucker Carlson’ın Putin ile röportaj yapmasına bozuk çaldı. Carlson için “Gazeteciliğin Haini” dedi! Dahası “Bu röportajın, doğrudan Hitler’in strateji kitabından çıktığını” söyledi! *** Özellikle Başbakanlığı döneminde İngiliz tabloid basınının bir nevi “sabah sporu; akşam mezesi” olan Boris Johnson… Buna rağmen, tabloidlerin şu pek çürütücü repliğinin müdavimi hatta bağımlısı olduğunu gösterdi: “Gerçeğin, iyi bir öyküyü bozmasına izin verme!” *** Putin’e “Hitler” ithamında bulunmak mı; Boris (veya Joe, fark etmez) Batı Cephesi’nin sahtekâr liderleri için “iyi bir öyküdür!”     ASLINDA NEDİR? İsrail’in Soykırımcı Başbakanı Binyamin Yalanyahu, geçenlerdeki basın toplantısında, Hitler’in “Kavgam” kitabını eline alarak şu sözleri attırmıştı: “Gazze’deki evlerde Hitler’in kitabını bulduk… Demek ki, Hamas çocuklara bu kitapları okutuyor… Hamas’ı mutlaka yok etmeliyiz!” *** Siyonist Terör Devleti Başbakanı’nın işbu iftirası için “Kuyruklu Yalan” tabiri bile hafif kalır! *** Gazze’deki evlerde güya “bulunan” Hitler kitaplarını… -Filistinlilerin evlerine yerleştiren İsrail’in katil askerlerinden başkası değil, yahu! *** Aynen, belli bir dönemde FETÖ mensubu alçak polislerin yaptığı gibi!
Ekleme Tarihi: 14 February 2024 - Wednesday

ASLINDA NEDİR?

“İsrail’in 130’dan fazla sivili katlettiği Refah’ta; bir çocuğun cesedi, bacakları kopmuş halde duvara asılı olarak bulundu!”

***

Fetullah Locaefendi ile Adnan Oktar’ın çok sevdiği, emrine amade olduğu İsrail terör devleti; Gazze’de soykırıma devam ediyor.

***

Siyonist işgalcilerin Refah’ta masumları katlettiği saatlerde; soykırımın ortağı Siyonist Başkan Joe Biden, şu paylaşımı yaptı:

 

“-Tam olarak planladığımız gibi!”

 

PSİKOLOJİK HAREKÂT

Güya “Joe Biden, İsrail’in Refah’taki operasyonuna destek vermiyormuş” da…

Netanyahu’yu “Refah’ta bir milyondan fazla insanın güvenliğini sağlamak için ikna edici bir plan olmaksızın, askeri operasyona başlamayın” diye uyarmış da, filan falan…

Böyle aşağılık palavralar “halkla ilişkiler” dahası “psikolojik harekât” kapsamında sahne aldı, alıyor.

***

Hâlbuki…

Soykırımın tam teşekküllü destekçisi olan Ayaklı Mumya Joe Biden mendeburu, halen daha “İsrail, ne kadar sivil öldürürse, o kadar iyidir” kafasında!

7 Ekim’den bu yana, Gazze’de ekseriyeti çocuk ve kadın 28 binden fazla masumu, sivili taammüden katleden Terör Devleti İsrail’in…

 

-Suç ortağıdır, Haydut Devlet ABD!

 

YAMAN ÇELİŞKİ

2016 ve 2020’deki Başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti’den aday adayı olan, ancak ön seçimleri kaybeden Vermont Senatörü Bernie Sanders bile şöyle feveran etti:

“Joe Biden yönetimine tekrar hatırlatmak istiyorum…

Netanyahu’nun savaşına destek olurken, Rusya’nın Ukrayna’yı bombalamasını nasıl kınayacağız?”

 

TAKIR TAKIR, PUTİN

Ukrayna’ya savaş açmasından bu yana, Batılı bir gazeteciye ilk kez röportaj veren Rusya lideri Putin; NATO, ABD ve AB’ye seslenerek “Bu savaşta Rusya’yı yenmek imkânsız!” dedi.

***

Yıllarca sunuculuk yaptığı Fox News’ten olaylı bir şekilde kovulan Tucker Carlson’a konuştu, Putin…

 

Carlson’ın, X’teki hesabında sadece bir günde 100 milyonun üzerinde görüntülendi, bu çarpıcı röportaj…

Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov röportajı “Batı’daki insanları düşündürmek için harika bir fırsat!” diye tanımladı.

 

GENİŞLEYEN NATO

Putin, Carlson’a “NATO’nun genişleme gayretlerinden duyduğu rahatsızlığı” dile getirirken, şöyle dedi:

“NATO genişlerse, her şey Soğuk Savaş dönemindeki ile aynı olacak...

Amerikan devleti, NATO’nun Doğu’ya doğru genişlemeyeceğine dair verdiği söze rağmen, bunu tam beş kez gerçekleştirdi!”

***

İşte “düzenbazlığın, riyakârlığın, verdiği sözleri yutmanın, Haydut Devlet ABD’nin karakteri” olduğunu gösteren sayısız ibretlik örnekten biri daha!

 

 

HİTLER METAFORU

İngiltere’nin eski Başbakanı Boris Johnson ise “Trump Yanlısı” Tucker Carlson’ın Putin ile röportaj yapmasına bozuk çaldı.

Carlson için “Gazeteciliğin Haini” dedi!

Dahası “Bu röportajın, doğrudan Hitler’in strateji kitabından çıktığını” söyledi!

***

Özellikle Başbakanlığı döneminde İngiliz tabloid basınının bir nevi “sabah sporu; akşam mezesi” olan Boris Johnson…

Buna rağmen, tabloidlerin şu pek çürütücü repliğinin müdavimi hatta bağımlısı olduğunu gösterdi:

“Gerçeğin, iyi bir öyküyü bozmasına izin verme!”

***

Putin’e “Hitler” ithamında bulunmak mı; Boris (veya Joe, fark etmez) Batı Cephesi’nin sahtekâr liderleri için “iyi bir öyküdür!”

 

 

ASLINDA NEDİR?

İsrail’in Soykırımcı Başbakanı Binyamin Yalanyahu, geçenlerdeki basın toplantısında, Hitler’in “Kavgam” kitabını eline alarak şu sözleri attırmıştı:

“Gazze’deki evlerde Hitler’in kitabını bulduk…

Demek ki, Hamas çocuklara bu kitapları okutuyor…

Hamas’ı mutlaka yok etmeliyiz!”

***

Siyonist Terör Devleti Başbakanı’nın işbu iftirası için “Kuyruklu Yalan” tabiri bile hafif kalır!

***

Gazze’deki evlerde güya “bulunan” Hitler kitaplarını…

-Filistinlilerin evlerine yerleştiren İsrail’in katil askerlerinden başkası değil, yahu!

***

Aynen, belli bir dönemde FETÖ mensubu alçak polislerin yaptığı gibi!

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Hepimiz kendi refah kapımızda menfaatlerimizin kölesi olmuşuz. Sukunluğumuz ondan.

Ekonomik, politik ya da sosyo kültürel hiçbir sebep bu suskunluğumuzun ve öğretilmiş çaresizliğimizin bahanesi olamaz, bizi kurtarmaz, insan da yapmaz. Kimsenin refahından en ufak taviz vermeye yanaşmadığı günümüzde Gazze’nin son sığınak yerinin isminin Refah olması tesadüf olamaz. Gazze halkı, Refah sınır kapısında bombaların altında, aç susuz ve hasta insanlık sınavı verirken biz kendi refahımızın içinde boğulacağız.   Az ya da çok hepimiz dünyaya hâkim olan çıkarcı bencil menfaatperest küresel sosyo ekonomik kültürün etkisiyle mankurtlaşmışız. Hepimiz kendi refah kapımızda menfaatlerimizin kölesi olmuşuz. Sukunluğumuz ondan. ** Mankurt, Türk, Altay ve Kırgız efsanelerinde bahsedilen bilinçsiz köle anlamına geliyor. Mankurt kelimesi de bazı işlemler sonucu öz benliğini yitirerek kendisini kimliksizleştiren ve düşmanının kuklası haline gelmiş olan bir zavallı insan tipine verilen isim. Mankurtlaştırma’nın internet ansiklopedisi Wikipedi’de tarifi şöyle yapılıyor; Bir dış gücün içerideki egemen sınıfla işbirliği yaparak ülkenin eğitim ve kültür politikalarını milletin aleyhine değiştirerek, ulusal kimliğinden uzaklaştırma, kendi toplumuna ve kültürüne yabancılaştırma, bilinçsizleştirme ve sömürüye açık hale getirme, sonra da yardım ediyormuş kanaati oluşturarak toplumun zihnini yeniden kurgulayıp sömürgecilerin zihinsel kölesi durumuna getirmek için milleti kendi değerlerine düşman etmeyi anlatan sosyokültürel bir kavramdır.   ** Ünlü Kırgız Türk yazarı Cengiz Aytmatov’un ‘‘Gün Olur Asra Bedel’’ isimli romanında geçen bir efsanede barbar Juan-Juanlar’ın Orta Asya bozkırlarını işgal ettikleri dönemde, tutsaklarına korkunç işkenceler yaptığı, bu işkence yönteminin insanların hafızasını yitirmesine, deli olmasına sebep olduğu anlatılıyor. Mankurtlaştırma olarak tanımlanan bu yöntemde barbar Juan-Juanlar, önce esirin başının kazınıp, saçlarının tek tek kökünden çıkardıkları, daha sonrasında taze kesilmiş devenin derisinin en kalın yeri olan boyun kısmının esirin kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sarıldığı anlatılıyor. Efsaneye göre bu işkenceye maruz kalan tutsaklar ya ölür ya da hafızasını tamamen yitiren, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan bir mankurt yani geçmişini bilmeyen bir köle olur.   Bir mankurt kim olduğunu, hangi soydan, hangi kabileden geldiğini, anasını, babasını çocukluğunu bilmez. ** Günümüzde bireyleri ve toplumları mankurtlaştırmak için Aytmatov’un romanındaki gibi fiziksel bir işkence yapmaya gerek yok. Geçmişe ait hafızasını silmek, dilini, dinini bozmak, tarihi kimliklerini ve kültürel değerlerini itibarsızlaştırmak, aşağılık komleksine sokmak, menfaatlerini kutsallaştırmak mankutlaştırma için yeterli. ** ABD ve Çin devlet olarak dünyanın en güçlü ekonomisine sahipler. Zulmetmekteki güçlerini de ekonomiden alıyorlar. Bir ortak yönleri daha var; İkisi de hukuk tanımıyor, ikisi de iblis.   İkisinden biri israil’e höt dese, savaş durur ama demiyorlar. İnsan haklarını kendi menfaatlerine göre yontarken en hararetli insan hakları savunucu olduklarını da dünyaya pazarlamayı başarıyorlar. Çin, Sincan bölgesinde Uygur Türklerinin yaşadığı yeri açık hapishaneye çevirmiş, ABD’nin tetikçisi İsrail de Gazze’de aynı planı uyguluyor. Bir ortak yönleri daha var ABD ile Çin’in; Dünyanın en zalim ülkeleri. Hem suçlu hem güçlüler. Bir ortak yönleri daha var; İkisi de (devlet olarak) Müslüman toplumları kendilerine düşman olarak görüyor ve Müslümanları dönüştürmek ve dönüştüremediklerini de yok etmekle meşguller.   Bir ortak yönleri daha var; ikisinin de Müslüman devletlerle ilişkileri çok sıcak ve samimi. Bir ortak yönleri daha var; ABD ve Çin asıl güçlerini bizden alıyor, bizim sessizliğimiz ve suskunluğumuz onları güçlü kılıyor. Bizde iş yok.
Ekleme Tarihi: 14 February 2024 - Wednesday

Hepimiz kendi refah kapımızda menfaatlerimizin kölesi olmuşuz. Sukunluğumuz ondan.

Ekonomik, politik ya da sosyo kültürel hiçbir sebep bu suskunluğumuzun ve öğretilmiş çaresizliğimizin bahanesi olamaz, bizi kurtarmaz, insan da yapmaz.
Kimsenin refahından en ufak taviz vermeye yanaşmadığı günümüzde Gazze’nin son sığınak yerinin isminin Refah olması tesadüf olamaz.
Gazze halkı, Refah sınır kapısında bombaların altında, aç susuz ve hasta insanlık sınavı verirken biz kendi refahımızın içinde boğulacağız.
 

Az ya da çok hepimiz dünyaya hâkim olan çıkarcı bencil menfaatperest küresel sosyo ekonomik kültürün etkisiyle mankurtlaşmışız.

Hepimiz kendi refah kapımızda menfaatlerimizin kölesi olmuşuz.
Sukunluğumuz ondan.

**

Mankurt, Türk, Altay ve Kırgız efsanelerinde bahsedilen bilinçsiz köle anlamına geliyor.

Mankurt kelimesi de bazı işlemler sonucu öz benliğini yitirerek kendisini kimliksizleştiren ve düşmanının kuklası haline gelmiş olan bir zavallı insan tipine verilen isim.

Mankurtlaştırma’nın internet ansiklopedisi Wikipedi’de tarifi şöyle yapılıyor;

Bir dış gücün içerideki egemen sınıfla işbirliği yaparak ülkenin eğitim ve kültür politikalarını milletin aleyhine değiştirerek, ulusal kimliğinden uzaklaştırma, kendi toplumuna ve kültürüne yabancılaştırma, bilinçsizleştirme ve sömürüye açık hale getirme, sonra da yardım ediyormuş kanaati oluşturarak toplumun zihnini yeniden kurgulayıp sömürgecilerin zihinsel kölesi durumuna getirmek için milleti kendi değerlerine düşman etmeyi anlatan sosyokültürel bir kavramdır.
 

**

Ünlü Kırgız Türk yazarı Cengiz Aytmatov’un ‘‘Gün Olur Asra Bedel’’ isimli romanında geçen bir efsanede barbar Juan-Juanlar’ın Orta Asya bozkırlarını işgal ettikleri dönemde, tutsaklarına korkunç işkenceler yaptığı, bu işkence yönteminin insanların hafızasını yitirmesine, deli olmasına sebep olduğu anlatılıyor.
Mankurtlaştırma olarak tanımlanan bu yöntemde barbar Juan-Juanlar, önce esirin başının kazınıp, saçlarının tek tek kökünden çıkardıkları, daha sonrasında taze kesilmiş devenin derisinin en kalın yeri olan boyun kısmının esirin kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sarıldığı anlatılıyor.

Efsaneye göre bu işkenceye maruz kalan tutsaklar ya ölür ya da hafızasını tamamen yitiren, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan bir mankurt yani geçmişini bilmeyen bir köle olur.

 
Bir mankurt kim olduğunu, hangi soydan, hangi kabileden geldiğini, anasını, babasını çocukluğunu bilmez.

**

Günümüzde bireyleri ve toplumları mankurtlaştırmak için Aytmatov’un romanındaki gibi fiziksel bir işkence yapmaya gerek yok.
Geçmişe ait hafızasını silmek, dilini, dinini bozmak, tarihi kimliklerini ve kültürel değerlerini itibarsızlaştırmak, aşağılık komleksine sokmak, menfaatlerini kutsallaştırmak mankutlaştırma için yeterli.

**

ABD ve Çin devlet olarak dünyanın en güçlü ekonomisine sahipler.

Zulmetmekteki güçlerini de ekonomiden alıyorlar.

Bir ortak yönleri daha var; İkisi de hukuk tanımıyor, ikisi de iblis.
 

İkisinden biri israil’e höt dese, savaş durur ama demiyorlar.

İnsan haklarını kendi menfaatlerine göre yontarken en hararetli insan hakları savunucu olduklarını da dünyaya pazarlamayı başarıyorlar.

Çin, Sincan bölgesinde Uygur Türklerinin yaşadığı yeri açık hapishaneye çevirmiş, ABD’nin tetikçisi İsrail de Gazze’de aynı planı uyguluyor.

Bir ortak yönleri daha var ABD ile Çin’in; Dünyanın en zalim ülkeleri.

Hem suçlu hem güçlüler.

Bir ortak yönleri daha var; İkisi de (devlet olarak) Müslüman toplumları kendilerine düşman olarak görüyor ve Müslümanları dönüştürmek ve dönüştüremediklerini de yok etmekle meşguller.
 
Bir ortak yönleri daha var; ikisinin de Müslüman devletlerle ilişkileri çok sıcak ve samimi.
Bir ortak yönleri daha var; ABD ve Çin asıl güçlerini bizden alıyor, bizim sessizliğimiz ve suskunluğumuz onları güçlü kılıyor.

Bizde iş yok.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

FETÖ ile mücadele eskisinden çok daha sert sürdürülmeli. Geç kaldıkça mücadele güçleşir.

Fetullahçı Terör Örgütü, Türkiye’nin sorunları arasında ilk sıradaki yerini daima korumalı. Biz FETÖ’yü unutmamalıyız ki, FETÖ kendini hatırlatmasın. Böyle bir örgüt, bir ülkenin başına gelebilecek en büyük beladır. FETÖ’nün varlığı, bir devletin açıkça savaş ilan etmesinden daha tehlikelidir. 14 ve 28 Mayıs seçimleri sürecinin en kritik konularından biri Fetullahçı Terör Örgütü’ydü. En büyük endişe, seçim nedeniyle FETÖ’ye fazla yüz veren muhalefetin kazanma ihtimaliydi. Seçmende bu duyarlılık oldukça yüksekti. Seçime katılma oranının yüksek olmasında da aynı etki vardı. Fetullahçılar, muhalefetin kazanacağına o kadar inanmışlardı ki, her platformda pervasızlıklarını sergilemekten çekinmiyordu. Bu pervasızlık kriptoların bile kendilerini açığa vurmasına yol açmıştı. Kamuda, bürokraside yıllarca gizlenen bazı FETÖ’cüler, gizlenmekten vazgeçmişti.   HERKESİN BEKLENTİSİ FETÖ’SÜZ BİR TÜRKİYE 15 Temmuz’dan sonra oluşan hassasiyet giderek azalmıştı. Ancak, 14 Mayıs öncesi Fetullahçıların söz konusu pervasızlığı yeniden hassasiyetin oluşmasına yol açtı. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girerken, herkesin beklentisi FETÖ’süz bir Türkiye’dir. FETÖ son 50 yılda emperyalist güçler adına Türkiye’ye zararlar verdi. Üstelik bu zararları, devşirdiği veya kandırdığı bu milletin çocukları eliyle verdi. Hem çocuklarımızı bizden çaldı hem de bu ülkenin geleceğine büyük zararlar verdi. Son günlerde FETÖ, bütün çirkefliğiyle yeniden gündemde. Daha önce alışkın olduğumuz haberlerin aksine, her gün göreve iade edilen FETÖ’cü haberleri alıyoruz. Önce İçişleri’ne iade edilenlerin haberleri geldi. Son olarak Danıştay’ın 450 hâkim savcıyı iade etme kararı olduğu bilgisi bardağı taşıran damla oldu.   Oysa her gün 3-5 kişi çeşitli kurumlara iade ediliyor. Sayı yüksek olmadığı için farkında değiliz. Haksızlığa uğramış, gerçekten FETÖ ile ilgisi olmayanların iadesine kimsenin itirazı olmaz. Ancak iade edilenlerin büyük bölümü ne yazık ki FETÖ’cü. Sadece delillendirmede sorun var. “Delil yoksa niye iade edilmesin” şeklinde düşünülebilir. Ancak yargılayıp hapse atmak başka bir şey, kritik görevlerde çalıştırmak başka bir şey. Rusya Büyükelçisi Karlov’u vuran polis memuru Mevlüt Mert Altıntaş’ı suikasttan önce biri FETÖ’cü diye ihbar etseydi, onun için de delil bulunamazdı. FETÖ’den ihraç olan Sedat Ocakçı adlı bir üsteğmen, yüksek kâr vaadiyle 5 milyar liralık vurgun yapmış. Paraların nereye gittiği, örgüt adına kullanılıp kullanılmadığını bilmiyoruz. Sedat Ocakçı, Danıştay’a başvursaydı acaba delil yetersizliğinden TSK’ya iade edilir miydi?   FETÖ’YLE MÜCADELE ESKİSİNDEN DAHA SERT SÜRDÜRÜLMELİ TSK, emniyet, yargı, eğitim başta olmak üzere kritik yerlere iade edilen FETÖ’cülerin, önümüzdeki günlerde nasıl bir krize sebep olabileceklerini öngörmemiz mümkün değil. FETÖ’cülerin nasıl saklandığını, yeri ve zamanı gelince nasıl canlı bombaya dönüştüğünü yüzlerce örnekle yaşayarak gördük. Hâlâ FETÖ’nün yurt dışındaki elemanlarına bilgi, belge sızdıran içeride kriptolar var. Daha yakın zamanda FETÖ’nün etki ajanı Cevheri Güven’e belge sızdırdığı için tutuklanan polis var. 15 Temmuz darbesinin sivil en önemli ikinci isimi Kemal Batmaz, cezaevi koşullarından şikâyet edecek duruma geldi.   İhraç olup, dışarıda gezen binlerce FETÖ’cü var. Ne yapıyorlar, kiminle oturup kalkıyorlar, haberimiz yok. Örgüt üyeliğinden hapis yatıp çıkan binlerce Fetullahçı var. Onların durumundan da haberdar değiliz. Bunlar kritik görevler yapmış. Silah kullanmayı biliyor, devletin reflekslerini biliyor. Kaos uzmanı, psikolojik harp uzmanı... Üzerinde düşünülmesi gereken bir konu daha var. Bir örnekle asıl tehlikeye dikkati çekeyim. İhraç olup dışarıda olan veya hapis cezasını çekip dışarı çıkan, herhangi bir FETÖ’cü, devlette kritik görevine devam eden eski bir arkadaşına gidip, “Ya istediğimi verirsin ya da senin FETÖ’cü olduğunu söylerim” derse, netice ne olur?.. Şu an bu durumda kaç bürokrat var? FETÖ’nün kumpas materyalleri nerede? Bu sorular cevabını bulana kadar FETÖ ile mücadele eskisinden çok daha sert sürdürülmeli. Geç kaldıkça mücadele güçleşir.
Ekleme Tarihi: 14 February 2024 - Wednesday

FETÖ ile mücadele eskisinden çok daha sert sürdürülmeli. Geç kaldıkça mücadele güçleşir.

Fetullahçı Terör Örgütü, Türkiye’nin sorunları arasında ilk sıradaki yerini daima korumalı. Biz FETÖ’yü unutmamalıyız ki, FETÖ kendini hatırlatmasın. Böyle bir örgüt, bir ülkenin başına gelebilecek en büyük beladır. FETÖ’nün varlığı, bir devletin açıkça savaş ilan etmesinden daha tehlikelidir.

14 ve 28 Mayıs seçimleri sürecinin en kritik konularından biri Fetullahçı Terör Örgütü’ydü. En büyük endişe, seçim nedeniyle FETÖ’ye fazla yüz veren muhalefetin kazanma ihtimaliydi. Seçmende bu duyarlılık oldukça yüksekti. Seçime katılma oranının yüksek olmasında da aynı etki vardı.

Fetullahçılar, muhalefetin kazanacağına o kadar inanmışlardı ki, her platformda pervasızlıklarını sergilemekten çekinmiyordu. Bu pervasızlık kriptoların bile kendilerini açığa vurmasına yol açmıştı. Kamuda, bürokraside yıllarca gizlenen bazı FETÖ’cüler, gizlenmekten vazgeçmişti.

 
HERKESİN BEKLENTİSİ FETÖ’SÜZ BİR TÜRKİYE

15 Temmuz’dan sonra oluşan hassasiyet giderek azalmıştı. Ancak, 14 Mayıs öncesi Fetullahçıların söz konusu pervasızlığı yeniden hassasiyetin oluşmasına yol açtı. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girerken, herkesin beklentisi FETÖ’süz bir Türkiye’dir.

FETÖ son 50 yılda emperyalist güçler adına Türkiye’ye zararlar verdi. Üstelik bu zararları, devşirdiği veya kandırdığı bu milletin çocukları eliyle verdi. Hem çocuklarımızı bizden çaldı hem de bu ülkenin geleceğine büyük zararlar verdi.

Son günlerde FETÖ, bütün çirkefliğiyle yeniden gündemde. Daha önce alışkın olduğumuz haberlerin aksine, her gün göreve iade edilen FETÖ’cü haberleri alıyoruz. Önce İçişleri’ne iade edilenlerin haberleri geldi. Son olarak Danıştay’ın 450 hâkim savcıyı iade etme kararı olduğu bilgisi bardağı taşıran damla oldu.

 

Oysa her gün 3-5 kişi çeşitli kurumlara iade ediliyor. Sayı yüksek olmadığı için farkında değiliz. Haksızlığa uğramış, gerçekten FETÖ ile ilgisi olmayanların iadesine kimsenin itirazı olmaz. Ancak iade edilenlerin büyük bölümü ne yazık ki FETÖ’cü. Sadece delillendirmede sorun var.

“Delil yoksa niye iade edilmesin” şeklinde düşünülebilir. Ancak yargılayıp hapse atmak başka bir şey, kritik görevlerde çalıştırmak başka bir şey. Rusya Büyükelçisi Karlov’u vuran polis memuru Mevlüt Mert Altıntaş’ı suikasttan önce biri FETÖ’cü diye ihbar etseydi, onun için de delil bulunamazdı.

FETÖ’den ihraç olan Sedat Ocakçı adlı bir üsteğmen, yüksek kâr vaadiyle 5 milyar liralık vurgun yapmış. Paraların nereye gittiği, örgüt adına kullanılıp kullanılmadığını bilmiyoruz. Sedat Ocakçı, Danıştay’a başvursaydı acaba delil yetersizliğinden TSK’ya iade edilir miydi?

 
FETÖ’YLE MÜCADELE ESKİSİNDEN DAHA SERT SÜRDÜRÜLMELİ

TSK, emniyet, yargı, eğitim başta olmak üzere kritik yerlere iade edilen FETÖ’cülerin, önümüzdeki günlerde nasıl bir krize sebep olabileceklerini öngörmemiz mümkün değil. FETÖ’cülerin nasıl saklandığını, yeri ve zamanı gelince nasıl canlı bombaya dönüştüğünü yüzlerce örnekle yaşayarak gördük.

Hâlâ FETÖ’nün yurt dışındaki elemanlarına bilgi, belge sızdıran içeride kriptolar var. Daha yakın zamanda FETÖ’nün etki ajanı Cevheri Güven’e belge sızdırdığı için tutuklanan polis var. 15 Temmuz darbesinin sivil en önemli ikinci isimi Kemal Batmaz, cezaevi koşullarından şikâyet edecek duruma geldi.

 

İhraç olup, dışarıda gezen binlerce FETÖ’cü var. Ne yapıyorlar, kiminle oturup kalkıyorlar, haberimiz yok. Örgüt üyeliğinden hapis yatıp çıkan binlerce Fetullahçı var. Onların durumundan da haberdar değiliz. Bunlar kritik görevler yapmış. Silah kullanmayı biliyor, devletin reflekslerini biliyor. Kaos uzmanı, psikolojik harp uzmanı...

Üzerinde düşünülmesi gereken bir konu daha var. Bir örnekle asıl tehlikeye dikkati çekeyim. İhraç olup dışarıda olan veya hapis cezasını çekip dışarı çıkan, herhangi bir FETÖ’cü, devlette kritik görevine devam eden eski bir arkadaşına gidip, “Ya istediğimi verirsin ya da senin FETÖ’cü olduğunu söylerim” derse, netice ne olur?.. Şu an bu durumda kaç bürokrat var? FETÖ’nün kumpas materyalleri nerede?

Bu sorular cevabını bulana kadar FETÖ ile mücadele eskisinden çok daha sert sürdürülmeli. Geç kaldıkça mücadele güçleşir.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Siyonistlerin Amalika ile işi ve ilişkisi nedir?

HAMAS’ın Gazze’deki ABD-İsrail ablukasını yarma harekatının yüz otuzuncu günündeyiz. Batılı ülkelerin desteğinde ABD-İsrail güçlerinin Gazze’de katlettiği insan sayısı otuz bine ulaştı. Uzunluğu 41, genişliği 6- 12 km. olan 360 km karelik Gazze’nin bu dar alanında yıllardır ABD-İsrail’in en ağır kuşatması altında yaşayan yaklaşık üç milyon kişi, HAMAS harekatının başladığı 7 Ekim’den beri, toplanma kamplarının birinden diğerine sığınarak yaşamaya çalışıyor.   ABD-İsrail bombalarıyla sağlam bir tek binanın bırakılmadığı, hastanelerin, sağlık merkezlerinin, sığınma yerleri olan camilerin, kiliselerin özellikle seçilerek yıkıldıkları Gazze’de açlık acıyı da aşmış durumda. Yardımların eriştirilebildiği Refah kapısı ise ABD-İsrail canavarınca tutulduğu için, ilaç bulmaktan, tedavi olmaktan vaz geçmiş bulunan halk, hayvan yeminden yapılan ekmeklerle beslenmeye çalışıyor. Mazlumların imdat çığlıkları ABD’nin Gazze’ye sevk ettiği keskin nişancıların katliamlarıyla kesiliyor. Bundan on beş günce, ABD-İsrail saldırılarından kaçmak için yola çıkan beş kişilik bir aile ateş altında kalaınca, aile fertlerinden altı yaşındaki Hind Receb’in imdat çağrısıyla onları bulmak için (ABD-İsrail güçlerinin bilgisi dahilinde) yola çıkarılan ambulanstaki Kızılay elemanlarından Yusuf Zeyno ve Ahmed Medhun da Hind ve ailesiyle birlikte katledildiler.   Güvenli bölge denilerek Refah kapısına zorla sürülenlerin üzerine önceki gün ABD-İsrail savaş uçakları, topları ve savaş gemileri gece boyunca ölüm ve yıkım yağdırdı. Bu tekli ve toplu vahşetin ve yüz otuz gündür yaşanan binlerce örneğinin dünya diliyle izahı, dünya menfaatleriyle, iktidar hırslarıyla gerekçelendirilmesi nasıl mümkün olabilir? Ama ne yazık ki aklın ve vicdanın mümkün görmediği şeyler ABD-İsrail tarafından tarihi yalanlar eşliğinde mümkün kılınmak isteniliyor. “Gazze’de bir soykırım yaşanıyor, İsrail’in sahibi olarak ABD bu konuda ne düşünüyor” diye sorulduğunda, “Evet insanlar ölüyor ama bunun soykırım olduğunu gösteren bir delil yok; İsrail’in kendini savunma hakkı vardır; ABD’nin sınırsız desteği sürecektir.” şeklindeki söz klişesi yüz otuz gündür vicdan sahiplerinin ikrah ettikleri bir nakarat olarak tekrarlanıyor.   Bir Siyonist, “Yeşaya kehaneti çıkacak; Amalek’in size ne yaptığını hatırlayın” sözleriyle ABD-İsrail’in soykırım cürmüne tarihten kan taşıyor. Böylece işgalci Siyonistlerin mülk hırsızlıkları gizlenirken, aynı zamanda ABD-İsrail’in Gazze vahşeti fi tarihindeki olaylarla ilişkilendirmek suretiyle, “Yeşaya’nın kin, kan ve vahşet üçlüsünden beslenen kehanetleri bağlamında Filistinlilerin değil hatıraları kül altında kalmış Amâleklerin öldürüldüğü söylenerek, gerçeklikler kehanete, kesinlikler zanna, doğrular vehme havale ediliyor. Dünyanın oyun ve eğlencesine kapılarak tarihlerini unutmuş olan milletler ise, “Bakın öyle değil, böyleymiş” diyerek ABD-İsrail’in ürettiği yalandan, anakronizmden, sanallıktan kendi pasifliğini makulleştirecek bir pay elde etmeye çalışıyor.   Buradan baktığımızda, zulme ve soykırıma karşı direnen Gazze’nin aynı zamanda, ABD-İsrail merkezli yalanın, anakronizmin, sanallığın ifşasına, Siyonistler tarafından uyuşturulan beyinlerin uyandırılmasına, dumura uğratılmış vicdanların harekete geçirilmesine sebep olabildiğini de görüyoruz. O halde Gazze’ye uzanmaktan aciz olan elleri, Rabbimiz müşriklerce çarpıtılan tarihi gerçeklerin yeniden gün yüzüne çıkarılmasına, böylece tarih şuurunun yeniden uyandırılmasına, layık olan gözlerin bunları doğru bir şekilde görmesine sevk ediyor olabilir mi? Neden olmasın? İnsan, hadisatı sadece oluşu itibariyle bilir ama onda hayır görülenlerde nasıl bir şerrin ya da şer görülenlerde nasıl bir hayrın filizleneceğini göremez. Bunu ancak Allah bilir. Ki ayrıca, her insan kendi cirmince cihat eder. Kılıç ile kalemin çoğu zaman yer değiştirdiği ve şartlara göre birinin diğerinden daha etkili olabildiği malumdur.   Bizler de bu mülahazayla, en azından kulakları mazlumların feryadına duyarlı, gözleri bir milletin soykırımına karşı açık tutmak için ABD-İsrail’in zikrettiğimiz çarpıtmalarını ifşa ederek kalp, akıl ve vicdanların kadim hafıza üzerinden harekete geçmesine vesile olabiliriz. Elbette, bizim meselemiz kafirlerin, müşriklerin yalanlarını doğrultmak değildir. Bizim meselemiz, çoğu kül altında itilen “kendi” tarihi bilgimizi yeniden hatırlamak ve hatırlatmaktan, dolayısıyla yalancıların yalanlarına karşı doğru olanı beyan etmekten ibaret olacaktır. Şu soruyla başlayalım o halde: Nedir şu Amâlika? Siyonistlerin Amalika ile işi ve ilişkisi nedir? Buradan devam edelim inşallah.
Ekleme Tarihi: 13 February 2024 - Tuesday

Siyonistlerin Amalika ile işi ve ilişkisi nedir?

HAMAS’ın Gazze’deki ABD-İsrail ablukasını yarma harekatının yüz otuzuncu günündeyiz.

Batılı ülkelerin desteğinde ABD-İsrail güçlerinin Gazze’de katlettiği insan sayısı otuz bine ulaştı.

Uzunluğu 41, genişliği 6- 12 km. olan 360 km karelik Gazze’nin bu dar alanında yıllardır ABD-İsrail’in en ağır kuşatması altında yaşayan yaklaşık üç milyon kişi, HAMAS harekatının başladığı 7 Ekim’den beri, toplanma kamplarının birinden diğerine sığınarak yaşamaya çalışıyor.

 

ABD-İsrail bombalarıyla sağlam bir tek binanın bırakılmadığı, hastanelerin, sağlık merkezlerinin, sığınma yerleri olan camilerin, kiliselerin özellikle seçilerek yıkıldıkları Gazze’de açlık acıyı da aşmış durumda.

Yardımların eriştirilebildiği Refah kapısı ise ABD-İsrail canavarınca tutulduğu için, ilaç bulmaktan, tedavi olmaktan vaz geçmiş bulunan halk, hayvan yeminden yapılan ekmeklerle beslenmeye çalışıyor.

Mazlumların imdat çığlıkları ABD’nin Gazze’ye sevk ettiği keskin nişancıların katliamlarıyla kesiliyor.

Bundan on beş günce, ABD-İsrail saldırılarından kaçmak için yola çıkan beş kişilik bir aile ateş altında kalaınca, aile fertlerinden altı yaşındaki Hind Receb’in imdat çağrısıyla onları bulmak için (ABD-İsrail güçlerinin bilgisi dahilinde) yola çıkarılan ambulanstaki Kızılay elemanlarından Yusuf Zeyno ve Ahmed Medhun da Hind ve ailesiyle birlikte katledildiler.

 

Güvenli bölge denilerek Refah kapısına zorla sürülenlerin üzerine önceki gün ABD-İsrail savaş uçakları, topları ve savaş gemileri gece boyunca ölüm ve yıkım yağdırdı.

Bu tekli ve toplu vahşetin ve yüz otuz gündür yaşanan binlerce örneğinin dünya diliyle izahı, dünya menfaatleriyle, iktidar hırslarıyla gerekçelendirilmesi nasıl mümkün olabilir?

Ama ne yazık ki aklın ve vicdanın mümkün görmediği şeyler ABD-İsrail tarafından tarihi yalanlar eşliğinde mümkün kılınmak isteniliyor.

“Gazze’de bir soykırım yaşanıyor, İsrail’in sahibi olarak ABD bu konuda ne düşünüyor” diye sorulduğunda, “Evet insanlar ölüyor ama bunun soykırım olduğunu gösteren bir delil yok; İsrail’in kendini savunma hakkı vardır; ABD’nin sınırsız desteği sürecektir.” şeklindeki söz klişesi yüz otuz gündür vicdan sahiplerinin ikrah ettikleri bir nakarat olarak tekrarlanıyor.

 

Bir Siyonist, “Yeşaya kehaneti çıkacak; Amalek’in size ne yaptığını hatırlayın” sözleriyle ABD-İsrail’in soykırım cürmüne tarihten kan taşıyor.

Böylece işgalci Siyonistlerin mülk hırsızlıkları gizlenirken, aynı zamanda ABD-İsrail’in Gazze vahşeti fi tarihindeki olaylarla ilişkilendirmek suretiyle, “Yeşaya’nın kin, kan ve vahşet üçlüsünden beslenen kehanetleri bağlamında Filistinlilerin değil hatıraları kül altında kalmış Amâleklerin öldürüldüğü söylenerek, gerçeklikler kehanete, kesinlikler zanna, doğrular vehme havale ediliyor.

Dünyanın oyun ve eğlencesine kapılarak tarihlerini unutmuş olan milletler ise, “Bakın öyle değil, böyleymiş” diyerek ABD-İsrail’in ürettiği yalandan, anakronizmden, sanallıktan kendi pasifliğini makulleştirecek bir pay elde etmeye çalışıyor.

 

Buradan baktığımızda, zulme ve soykırıma karşı direnen Gazze’nin aynı zamanda, ABD-İsrail merkezli yalanın, anakronizmin, sanallığın ifşasına, Siyonistler tarafından uyuşturulan beyinlerin uyandırılmasına, dumura uğratılmış vicdanların harekete geçirilmesine sebep olabildiğini de görüyoruz. O halde Gazze’ye uzanmaktan aciz olan elleri, Rabbimiz müşriklerce çarpıtılan tarihi gerçeklerin yeniden gün yüzüne çıkarılmasına, böylece tarih şuurunun yeniden uyandırılmasına, layık olan gözlerin bunları doğru bir şekilde görmesine sevk ediyor olabilir mi?

Neden olmasın?

İnsan, hadisatı sadece oluşu itibariyle bilir ama onda hayır görülenlerde nasıl bir şerrin ya da şer görülenlerde nasıl bir hayrın filizleneceğini göremez. Bunu ancak Allah bilir. Ki ayrıca, her insan kendi cirmince cihat eder. Kılıç ile kalemin çoğu zaman yer değiştirdiği ve şartlara göre birinin diğerinden daha etkili olabildiği malumdur.

 

Bizler de bu mülahazayla, en azından kulakları mazlumların feryadına duyarlı, gözleri bir milletin soykırımına karşı açık tutmak için ABD-İsrail’in zikrettiğimiz çarpıtmalarını ifşa ederek kalp, akıl ve vicdanların kadim hafıza üzerinden harekete geçmesine vesile olabiliriz.

Elbette, bizim meselemiz kafirlerin, müşriklerin yalanlarını doğrultmak değildir. Bizim meselemiz, çoğu kül altında itilen “kendi” tarihi bilgimizi yeniden hatırlamak ve hatırlatmaktan, dolayısıyla yalancıların yalanlarına karşı doğru olanı beyan etmekten ibaret olacaktır.

Şu soruyla başlayalım o halde:

Nedir şu Amâlika?

Siyonistlerin Amalika ile işi ve ilişkisi nedir?

Buradan devam edelim inşallah.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Alper Gezeravcı

Bir proje iş-ilişkiiletişim boyutunda nasıl hazırlanır ve nasıl icra edilir? Bu sorunu merak edenlerin, ilk Türk astronotu Alper Gezeravcı’nın proje için seçildiği günden, Türkiye’ye ayak bastığı ana; oradan Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır ile birlikte düzenlediği basın toplantısına kadar geçen süreci ‘vaka analizi’ disipliniyle incelemelerinde yarar var. Her adımının, her anının ince ve iş hedefi odaklı bir profesyonellikle ilmek ilmek işlendiğinden asla şüphe etmedim… Uzaydan verdiği ilk mesajın “İstikbal göklerdedir” olması da planlıydı, Ankara’da uçaktan indikten sonra çocuklara dağıttığı bayraklarla verdiği “Bayrağı bundan böyle gençlere devredeceğiz” mesajı da… Basın toplantısının video kaydı, iletişim fakülteleri 2’nci ve 3’üncü sınıf öğrencilerine uygulama örneği olarak rahatlıkla gösterilebilir. Videonun her sekansında, strateji ile taktik arasındaki fark ile bunların nasıl ustalıkla bağlandığı tartışılabilir; ders çıkarılabilir…   Türkçenin düzgünlüğü ve hatasızlığı, işin ne kadar büyük bir emekle hazırlandığına işaret ederken, kilit mesajların sıralanışı ve içtenlikle ifadesi de duygu ve düşüncenin nasıl bir ahenkle buluşturulabildiğini gösteriyordu… Şu cümlelere özellikle dikkat etmekte ve ayrıntılı okuma yapmakta yarar olabilir: “Maneviyatı yüksek olan bir ülkenin samimi vatandaşlarıyla bir araya gelmek bu yolculuğun en güzel sonlanan kısmıydı…” “Gökyüzündeki gözümüzle görebildiğimiz sınırları bertaraf eden hedeflere erişebilmiş olmanın mutluluğuyla ülkeme döndüm...” “Bu sadece başlangıçtı. Bundan sonra başlayan kutlu yolculuğumuzda bayrak değiştirdik. Koşar adımlarla ileriye gitmeye devam edeceğiz…”   “Ülkemin bugüne kadar bana sağlamış olduğu eğitim ve kabiliyetlerle ülkeme borçlu olduğum tüm imkânları seferber ederek görevin hazırlık sürecinde ortaya koymuş olduğu güçlü iradeyle Sayın Cumhurbaşkanımız, görevin icrasında hiçbir aksaklığa izin vermeyen bakanlığımız, TUA ve TÜBİTAK’ın değerli çalışanlarına minnettarım. Geleceğe yönelik kutlu yürüyüşümüz hayırlı olsun...” “Bireysel bir şeyden ziyade, dünyanın en zorlu jeopolitik lokasyonunda dünyada var olabilmiş milletin bana verdiği özgüveni hissediyorum. Devletimin emrindeyim, her türlü göreve hazırım…” Gezeravcı bu cümleleri sıfır hatayla, hiçbir yerinde “eeee” falan demeden ve takılmadan, dili sürçmeden söyledi… Meclis kürsüsünde yazlı yemin metni okurken bile takılan, normal konuşmalarında kendilerini ifade ederken hata üzerine hata yapan milletvekillerimizin kendisinden öğrenecekleri ne kadar çok şey var…   Hele de gerçekleştirmek fiilini yerli yersiz kullananların ve sürekli olarak Türkçede bulunmayan İngilizceden apartma ‘Future Continuous Tense’ taklidi “yapıyor, geliyor, ediyor olacağım” uydurma kalıplarını kullanan Türkçe katilleri de bu konuşmaya bir göz atsalar, onlara da iyi gelebilir… Alper Gezeravcı, 81 ilimizi dolaşarak gençlerle buluşacakmış… Son derece doğru bir iletişim projesi… Bu buluşmanın gerektiği düzeyde didaktiklikten uzak; öğretici, motive edici ve eğlendirici olması hâlinde gençler üzerinde anlamlı bir etki bırakacağından hiç şüphem yok.
Ekleme Tarihi: 13 February 2024 - Tuesday

Alper Gezeravcı

Bir proje iş-ilişkiiletişim boyutunda nasıl hazırlanır ve nasıl icra edilir? Bu sorunu merak edenlerin, ilk Türk astronotu Alper Gezeravcı’nın proje için seçildiği günden, Türkiye’ye ayak bastığı ana; oradan Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır ile birlikte düzenlediği basın toplantısına kadar geçen süreci ‘vaka analizi’ disipliniyle incelemelerinde yarar var.

Her adımının, her anının ince ve iş hedefi odaklı bir profesyonellikle ilmek ilmek işlendiğinden asla şüphe etmedim… Uzaydan verdiği ilk mesajın “İstikbal göklerdedir” olması da planlıydı, Ankara’da uçaktan indikten sonra çocuklara dağıttığı bayraklarla verdiği “Bayrağı bundan böyle gençlere devredeceğiz” mesajı da…

Basın toplantısının video kaydı, iletişim fakülteleri 2’nci ve 3’üncü sınıf öğrencilerine uygulama örneği olarak rahatlıkla gösterilebilir. Videonun her sekansında, strateji ile taktik arasındaki fark ile bunların nasıl ustalıkla bağlandığı tartışılabilir; ders çıkarılabilir…

 

Türkçenin düzgünlüğü ve hatasızlığı, işin ne kadar büyük bir emekle hazırlandığına işaret ederken, kilit mesajların sıralanışı ve içtenlikle ifadesi de duygu ve düşüncenin nasıl bir ahenkle buluşturulabildiğini gösteriyordu…

Şu cümlelere özellikle dikkat etmekte ve ayrıntılı okuma yapmakta yarar olabilir:

“Maneviyatı yüksek olan bir ülkenin samimi vatandaşlarıyla bir araya gelmek bu yolculuğun en güzel sonlanan kısmıydı…”

“Gökyüzündeki gözümüzle görebildiğimiz sınırları bertaraf eden hedeflere erişebilmiş olmanın mutluluğuyla ülkeme döndüm...”

“Bu sadece başlangıçtı. Bundan sonra başlayan kutlu yolculuğumuzda bayrak değiştirdik. Koşar adımlarla ileriye gitmeye devam edeceğiz…”

 

“Ülkemin bugüne kadar bana sağlamış olduğu eğitim ve kabiliyetlerle ülkeme borçlu olduğum tüm imkânları seferber ederek görevin hazırlık sürecinde ortaya koymuş olduğu güçlü iradeyle Sayın Cumhurbaşkanımız, görevin icrasında hiçbir aksaklığa izin vermeyen bakanlığımız, TUA ve TÜBİTAK’ın değerli çalışanlarına minnettarım. Geleceğe yönelik kutlu yürüyüşümüz hayırlı olsun...”

“Bireysel bir şeyden ziyade, dünyanın en zorlu jeopolitik lokasyonunda dünyada var olabilmiş milletin bana verdiği özgüveni hissediyorum. Devletimin emrindeyim, her türlü göreve hazırım…”

Gezeravcı bu cümleleri sıfır hatayla, hiçbir yerinde “eeee” falan demeden ve takılmadan, dili sürçmeden söyledi… Meclis kürsüsünde yazlı yemin metni okurken bile takılan, normal konuşmalarında kendilerini ifade ederken hata üzerine hata yapan milletvekillerimizin kendisinden öğrenecekleri ne kadar çok şey var…

 

Hele de gerçekleştirmek fiilini yerli yersiz kullananların ve sürekli olarak Türkçede bulunmayan İngilizceden apartma ‘Future Continuous Tense’ taklidi “yapıyor, geliyor, ediyor olacağım” uydurma kalıplarını kullanan Türkçe katilleri de bu konuşmaya bir göz atsalar, onlara da iyi gelebilir…

Alper Gezeravcı, 81 ilimizi dolaşarak gençlerle buluşacakmış… Son derece doğru bir iletişim projesi… Bu buluşmanın gerektiği düzeyde didaktiklikten uzak; öğretici, motive edici ve eğlendirici olması hâlinde gençler üzerinde anlamlı bir etki bırakacağından hiç şüphem yok.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Fille yatağa girmek her zaman mümkündür fakat oradan nasıl çıkacağınızı fil belirler.

Hangi parti kendi seçmenini koyun yerine koyarsa seçmen de dönüp onu hiçe saymaya başlar. Türkiye’de Kürt meselesi CHP zihniyeti ile özdeşleşmiştir. Bu sebepten dolayı Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerde CHP’ye çıkan oylar 1-2 puanı geçmez. Kürtlerin başına gelenler rejim dedikleri aygıttan kaynaklı ise bu aygıt CHP zihniyeti ile özdeştir. Zulmedenler ile zulme uğrayanlar son seçimde ittifak yaptı. Bu ittifakın amacı ne diye sorarsanız Erdoğan düşmanlığı. Peki, bu düşmanlık ne menem şeydir? AB ülkelerinin düşman olma amacı farklı, FETÖ’nün düşman olma amacı farklı, PKK’nın farklı ve ABD’nin düşman olma sebepleri farklı. Bu kadar emperyalist gücün düşman olduğu Erdoğan’a bir Anadolu Kürdü neden düşman olur varın siz bir düşünün.   Yeşil Sol Parti’nin (YSP) son seçimden önce kamuoyu araştırmalarında oyu yüzde 12 civarında idi. Aynı oran CHP ile seçime ortak giren diğer dört küçük parti için toplam yüzde 7 civarındaydı. Seçim bittiğinde Yeşil Sol Parti yüzde 9, diğer partiler ise toplamda yüzde 1,5 oyda kaldılar. Bu tablo şunu gösteriyor ki CHP ile ortaklık yapan bütün partiler seçimlerde oy kaybetti. Partilerin oy kayıpları karşılığında CHP dışında hiçbir partinin bir kazancı olmadı. Muhalefet partileri açısından 2023 seçimleri, iktidar değişikliği değil rejim değişikliği olacakmış gibi bir atmosfer oluşturuldu. Her parti kendi hayallerini bu seçime endeksledi. Ümit Özdağ MİT Başkanlığı, Yeşil Sol Parti özerklik, CHP üst düzey 8 bin kişilik kadronun ele geçirilmesi, İYİ Parti parlamenter sisteme dönüş vs.   Türkiye 2019 yerel seçimlerine giderken muhalefet partileri büyük bir iştiyakla bir araya geldi. Bu birliktelikte hiçbir parti ince hesap ve parti menfaati gözetmedi. Değil mi ki yerelde elde edilen başarı sonrası genel seçimlerde Erdoğan yenilecek. Bu büyük ideal için her türlü fedakârlığa değerdi. 2023 seçimleri bittiğinde ‘kutsal amaç’ çöktü ve partiler kendi iç sorunları ile baş başa kaldı. Parti tabanları bu sorgulamayı erken başlattı. İYİ Parti özü başına seçimlere girme kararı aldı. Küçük partiler CHP ile yollarını ayırdı. Sıra DEM Parti’ye gelmişti. İlk başlarda CHP ile açık seçik bir ittifak konuşuldu. CHP’nin tecrübesiz yönetimi bu konuların derinliğini anlayacak pozisyonda değil. Kılıçdaroğlu YSP’ye “Bize oy verin, Erdoğan’ı yenelim fakat sizden cüzzamlı gibi kaçalım” anlayışını benimsetmişti. Bu bir siyasi başarıdır. Açık ortaklık CHP’nin ulusalcı kimliğine ağır bir yük gelebilirdi. DEM Parti’nin önünde büyük zorluklar var. Öncelikli olarak bu siyasi gelenek ne Türkiye’nin ne de Kürtlerin gerçek meseleleri ile hiç ilgilenmedi. Kürtlerin tek parti ve CHP zihniyeti zamanlarında yaşanan sorunları vardı. Özal ve Erdoğan çözüme kapı aralayan liderler oldu. Çözüm Süreci bu ülke tarihinin en kıymetli fikriydi. Uluslararası güçler ve FETÖ’nün çabalarıyla PKK ve HDP doğrudan bu süreci sabote etti. Meseleyi kapatmak için amansız bir Erdoğan düşmanlığını gündem yaptı. Sıradan bir Kürt vatandaş açısından bakıldığında Erdoğan çözüm isteyen liderdi. Demirtaş ve Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyaretleri oldu. Kılıçdaroğlu ayağının tozu ile “Türkiye’yi bir diktatör yönetiyor” açıklaması yaptı. Demirtaş ise “Seni başkan yaptırmayacağız” fantastik çıkışını yaptı.   Çocukluğumuzda “Bu vatan kimin” sorusu sorulurdu. Şimdi bir soru soralım. Bu parti kimin? Bir siyasi parti olarak DEM Parti’nin iradesi olmadığı, bütün kritik süreçlerde kararı Kandil’in verdiği iddiası yabana atılır iddialar değil. Geçen hafta Mustafa Karasu’nun ittifak çağrısı kendi içinde bir anlam taşır. Fakat partinin tek başına seçime girme kararı bu açıklamayı anlamsız kılıyor. Öcalan faktörü: DEM Parti üzerindeki Öcalan etkisi tartışmalı bir konu haline geldi. Demirtaş: Seçim sonrası Selahattin Demirtaş’ın yapmış olduğu bazı öz eleştiriler vardı. Örgüt adına yazı yazan bazı kişiler tarafından çok sert bir şekilde uyarıldı. Demirtaş’ın “Siyaseti bırakıyorum” cümlesi yeni bir siyaset arayışı olarak yorumlandı. ABD, PKK’nın tasfiyesine göz yumup örgütün Suriye kanadının kendi paralı askeri olarak kalmasını yeğlemektedir. DEM siyaseti yeni bir hami ile karşı karşıya. Her ne kadar Suriye’de PKK ABD’nin paralı askeri konumunda olsa da örgüt kıta Avrupa’sına daha yakın duruyor. Yeni durum biraz daha kafa karıştırıcı. Fille yatağa girmek her zaman mümkündür fakat oradan nasıl çıkacağınızı fil belirler.
Ekleme Tarihi: 13 February 2024 - Tuesday

Fille yatağa girmek her zaman mümkündür fakat oradan nasıl çıkacağınızı fil belirler.

Hangi parti kendi seçmenini koyun yerine koyarsa seçmen de dönüp onu hiçe saymaya başlar.

Türkiye’de Kürt meselesi CHP zihniyeti ile özdeşleşmiştir. Bu sebepten dolayı Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerde CHP’ye çıkan oylar 1-2 puanı geçmez. Kürtlerin başına gelenler rejim dedikleri aygıttan kaynaklı ise bu aygıt CHP zihniyeti ile özdeştir. Zulmedenler ile zulme uğrayanlar son seçimde ittifak yaptı.

Bu ittifakın amacı ne diye sorarsanız Erdoğan düşmanlığı. Peki, bu düşmanlık ne menem şeydir? AB ülkelerinin düşman olma amacı farklı, FETÖ’nün düşman olma amacı farklı, PKK’nın farklı ve ABD’nin düşman olma sebepleri farklı. Bu kadar emperyalist gücün düşman olduğu Erdoğan’a bir Anadolu Kürdü neden düşman olur varın siz bir düşünün.

 

Yeşil Sol Parti’nin (YSP) son seçimden önce kamuoyu araştırmalarında oyu yüzde 12 civarında idi. Aynı oran CHP ile seçime ortak giren diğer dört küçük parti için toplam yüzde 7 civarındaydı. Seçim bittiğinde Yeşil Sol Parti yüzde 9, diğer partiler ise toplamda yüzde 1,5 oyda kaldılar.

Bu tablo şunu gösteriyor ki CHP ile ortaklık yapan bütün partiler seçimlerde oy kaybetti. Partilerin oy kayıpları karşılığında CHP dışında hiçbir partinin bir kazancı olmadı.

Muhalefet partileri açısından 2023 seçimleri, iktidar değişikliği değil rejim değişikliği olacakmış gibi bir atmosfer oluşturuldu. Her parti kendi hayallerini bu seçime endeksledi. Ümit Özdağ MİT Başkanlığı, Yeşil Sol Parti özerklik, CHP üst düzey 8 bin kişilik kadronun ele geçirilmesi, İYİ Parti parlamenter sisteme dönüş vs.

 

Türkiye 2019 yerel seçimlerine giderken muhalefet partileri büyük bir iştiyakla bir araya geldi. Bu birliktelikte hiçbir parti ince hesap ve parti menfaati gözetmedi. Değil mi ki yerelde elde edilen başarı sonrası genel seçimlerde Erdoğan yenilecek. Bu büyük ideal için her türlü fedakârlığa değerdi. 2023 seçimleri bittiğinde ‘kutsal amaç’ çöktü ve partiler kendi iç sorunları ile baş başa kaldı. Parti tabanları bu sorgulamayı erken başlattı. İYİ Parti özü başına seçimlere girme kararı aldı. Küçük partiler CHP ile yollarını ayırdı. Sıra DEM Parti’ye gelmişti.

İlk başlarda CHP ile açık seçik bir ittifak konuşuldu. CHP’nin tecrübesiz yönetimi bu konuların derinliğini anlayacak pozisyonda değil. Kılıçdaroğlu YSP’ye “Bize oy verin, Erdoğan’ı yenelim fakat sizden cüzzamlı gibi kaçalım” anlayışını benimsetmişti. Bu bir siyasi başarıdır. Açık ortaklık CHP’nin ulusalcı kimliğine ağır bir yük gelebilirdi.

DEM Parti’nin önünde büyük zorluklar var. Öncelikli olarak bu siyasi gelenek ne Türkiye’nin ne de Kürtlerin gerçek meseleleri ile hiç ilgilenmedi. Kürtlerin tek parti ve CHP zihniyeti zamanlarında yaşanan sorunları vardı. Özal ve Erdoğan çözüme kapı aralayan liderler oldu. Çözüm Süreci bu ülke tarihinin en kıymetli fikriydi. Uluslararası güçler ve FETÖ’nün çabalarıyla PKK ve HDP doğrudan bu süreci sabote etti. Meseleyi kapatmak için amansız bir Erdoğan düşmanlığını gündem yaptı. Sıradan bir Kürt vatandaş açısından bakıldığında Erdoğan çözüm isteyen liderdi. Demirtaş ve Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyaretleri oldu. Kılıçdaroğlu ayağının tozu ile “Türkiye’yi bir diktatör yönetiyor” açıklaması yaptı. Demirtaş ise “Seni başkan yaptırmayacağız” fantastik çıkışını yaptı.

 

Çocukluğumuzda “Bu vatan kimin” sorusu sorulurdu. Şimdi bir soru soralım. Bu parti kimin? Bir siyasi parti olarak DEM Parti’nin iradesi olmadığı, bütün kritik süreçlerde kararı Kandil’in verdiği iddiası yabana atılır iddialar değil. Geçen hafta Mustafa Karasu’nun ittifak çağrısı kendi içinde bir anlam taşır. Fakat partinin tek başına seçime girme kararı bu açıklamayı anlamsız kılıyor.

Öcalan faktörü: DEM Parti üzerindeki Öcalan etkisi tartışmalı bir konu haline geldi.

Demirtaş: Seçim sonrası Selahattin Demirtaş’ın yapmış olduğu bazı öz eleştiriler vardı. Örgüt adına yazı yazan bazı kişiler tarafından çok sert bir şekilde uyarıldı. Demirtaş’ın “Siyaseti bırakıyorum” cümlesi yeni bir siyaset arayışı olarak yorumlandı.

ABD, PKK’nın tasfiyesine göz yumup örgütün Suriye kanadının kendi paralı askeri olarak kalmasını yeğlemektedir. DEM siyaseti yeni bir hami ile karşı karşıya. Her ne kadar Suriye’de PKK ABD’nin paralı askeri konumunda olsa da örgüt kıta Avrupa’sına daha yakın duruyor. Yeni durum biraz daha kafa karıştırıcı.

Fille yatağa girmek her zaman mümkündür fakat oradan nasıl çıkacağınızı fil belirler.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Hakka ve Halka Hizmet

   Müminin hayatı hizmetten ibarettir. Evvela güzel kullukla, taat ve ibadetlerle kendi ebedî hayatına hizmet eder. İslâm’ın çizdiği emir ve yasaklar dairesini, yani Allah’ın sınırlarını gözetir. Bütün bunları yaparken yüce Rabb’inin rızasını, rahmet ve şefkatini kazanmayı amaçlar. Diğer insanları da unutmaz. Toplumdan uzaklaşmak yerine insanlarla kaynaşır. Hak ve hakikat adına onlara da güzellikler sunmak için uğraşır. En yakınlarından başlayarak yaşantı ve sözleriyle doğru yolu tanıtır. Bu, peygamberlerin yolu ve ahlâkıdır. Bütün kâmil insanlar bu prensiple hareket etmişlerdir. Sorumluluk İradesi Canlı türlerinin çoğu topluluk olarak yaşar. Fakat bu canlı topluluklarının üyeleri arasındaki bağ onların kendi tercihleri değildir. Allah Teâlâ’nın koyduğu irtibat ve bağı değiştirme, bozma veya reddetme güçleri yoktur. Fakat insanın, üyesi bulunduğu toplumla ilgili vazifeleri kendi iradesi altındadır. Yani insan, ailesi, akrabaları ve yaşadığı topluma karşı vazifelerini yapıp yapmama konusunda tercih sahibidir. Ancak başıboş bırakılmamıştır. Tercihleri hem dünya hem de ahiret hayatında neyle karşılaşacağını belirler.  
Ekleme Tarihi: 13 February 2024 - Tuesday

Hakka ve Halka Hizmet

 

 Müminin hayatı hizmetten ibarettir. Evvela güzel kullukla, taat ve ibadetlerle kendi ebedî hayatına hizmet eder. İslâm’ın çizdiği emir ve yasaklar dairesini, yani Allah’ın sınırlarını gözetir. Bütün bunları yaparken yüce Rabb’inin rızasını, rahmet ve şefkatini kazanmayı amaçlar. Diğer insanları da unutmaz. Toplumdan uzaklaşmak yerine insanlarla kaynaşır. Hak ve hakikat adına onlara da güzellikler sunmak için uğraşır. En yakınlarından başlayarak yaşantı ve sözleriyle doğru yolu tanıtır. Bu, peygamberlerin yolu ve ahlâkıdır. Bütün kâmil insanlar bu prensiple hareket etmişlerdir.
Sorumluluk İradesi
Canlı türlerinin çoğu topluluk olarak yaşar. Fakat bu canlı topluluklarının üyeleri arasındaki bağ onların kendi tercihleri değildir. Allah Teâlâ’nın koyduğu irtibat ve bağı değiştirme, bozma veya reddetme güçleri yoktur.
Fakat insanın, üyesi bulunduğu toplumla ilgili vazifeleri kendi iradesi altındadır. Yani insan, ailesi, akrabaları ve yaşadığı topluma karşı vazifelerini yapıp yapmama konusunda tercih sahibidir. Ancak başıboş bırakılmamıştır. Tercihleri hem dünya hem de ahiret hayatında neyle karşılaşacağını belirler.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.