pendik escort bayan
https://www.ozmenpc.com/masaustu-pc-oyuncu
ak
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Her kültürün kendine mahsus bir geleneği vardır.

Sosyal medyada nelerin “dert” edildiğini/edinildiğini gözden kaçırmamaya dikkat ediyorum. Genelin içinde “birey”in sesini bulmak için sosyal medya “dertlerini”, kamusal, özel ve reklam amaçlı olarak kategorilere ayırmayı da ihmal etmemeye çalışıyorum.  13 Şubat 2024 Salı günü, özel ile reklam amaçlı olan dertleri birleştiren gündem “14 Şubat Sevgililer Günü” idi. Sevgililer Günü, her şubat ayında tekrar eden, herkesin bir fikrinin olduğu, bendenizin de defalarca sokak gözlemlerimi yazdığım, her yıl karşımıza çıkan/çıkacak olan bir gündem. Her ne kadar 14 Şubat, aynı zamanda Dünya Öykü Günü olarak ilan edilmişse de öykü üzerinden alım satım işlerini arttırmak pek kolay olmadığı için öykü ve satış ilişkisi “Sevgilinize bir öykü kitabın alın.” tavsiyesinden öteye gidemiyor. Malum, önem ve değer “işlem hacmi” üzerinden “etiketlendiriliyor.”  13 Şubat’ın en çarpıcı gündemi, İstanbul Üniversitesi’nin kampüsünü halka açması oldu. İşin ilginç yanı, bu vesile ile bütün Türkiye, İstanbul Üniversitesi’nin yeni rektörünün kim olduğunu öğrendi. Yeni rektörün atanmasının üzerinden yaklaşık 7 ay gibi bir zaman dilimi geçmiş olsa da artık bakanların isimlerinin bile pek bilinmediği sosyal medya çağında Prof. Dr. Osman Bülent Zülfikar ismi en azından İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin zihinlerine yerleşti. Her ne kadar bu “tanınırlık ve tanışıklık” öğrenciler için bir hayli üzücü olsa da Sayın Rektör’ü, yakın çevresi muhtemelen “reklamın kötüsü olmaz” diye teselli etmiştir. Oysa Sayın Rektör’ün “duvarsız üniversite”, “Açık Kapı, Açık Bilim” sloganları ile ajans elinden çıkmış, içi doldurulamayan ışıltılı imajlar eşliğinde üniversite kampüsünü halka açması, birkaç fotoğraf pozundan öte gitmeyecek bir yanlış imaj yönetimi olarak gündeme yerleşti.  İşin yapılışından, nasıl yapıldığından ziyade, konuyla ilgili başarılı resim verilip verilmediğinin öncelenmesi, 21. yüzyılın alametifarikası. Dolayısıyla gelecek analizi için işin değişen anlamı üzerinde durmamız gerekiyor. Şu an yaşamakta olduğumuz pek çok sıkıntının kaynağında, sürdürülen/yapılan işin alımlanışı, algılanışı, sunuluşu meselesi var.  İş deyince genellikle işsizlik aklımıza geliyor. Keşke gelse diyorsunuz. Haklısınız, işsizler görünmeyenler sınıfında. Gündemimizde işi ile başı hoş olmayanlar var daha ziyade.  COVID sonrası dünyada beyaz yakalılarla ilgili olarak işini bırakma eğiliminin arttığına dair analizler ne kadar dikkatinizi çekiyor bilmiyorum. Büyük şirketler çalışanların motivasyonunu yükseltmek için dört gün iş, üç gün tatil uygulamasına geçiyor. Çalışanların, çalışmadıkları üç gün boyunca ne yapacağı meselesi mühim. Haberde dört gün çalışma uygulamasını başlatan yöneticinin şu sözleri benim için çok dikkat çekici idi: “Çalışanlarımızın fotoğraf çekmek için daha çok vakti olacak.” Belli ki yöneticiler, daha çok fotoğraf çekme imkanına kavuşmanın stresi azaltacağını, böylece çalışanlarının enerjilerini yükseltmiş olarak işlerinin başına döneceğini düşünüyor.  Fotoğraf ve vidyo çekerek kimlik inşa etmek, çekilen/paylaşılan fotoğraf ve vidyolar aracılığıyla etkileşim kazanmak ve bu etkileşim üzerinden ekonomik gelir elde etme amacı gütmek, yeni bir durum.  Nitekim İstanbul Üniversitesi’nin halka açılmasına dair yapılan itirazlar ve eleştiriler, yayınlanan o fotoğraflar üzerinden ve o fotoğraflardan esinlenilerek çekilen kurmaca vidyolar yoluyla oldu.  Öğrenciler, güvenliklerini riske atacağı gerekçesiyle üniversite bahçesinin seyirlik mekân haline getirilmesine itiraz ediyor. Öğrencilerin bu itirazına “Yurt dışında üniversite kampüsleri zaten açıktır.” diye cevap vermek, gerçekçi bir yaklaşım değil. İstanbul’da metrekareye düşen insan sayısı ile mesela Şikago’daki insan sayısını mukayese edelim.   Her kültürün kendine mahsus bir geleneği vardır. O gelenekleri ortadan kaldırmaya niyet edince, atılan taş ve ürkütülen kurbağa dengesini göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Ekleme Tarihi: 16 Şubat 2024 - Cuma

Her kültürün kendine mahsus bir geleneği vardır.


Sosyal medyada nelerin “dert” edildiğini/edinildiğini gözden kaçırmamaya dikkat ediyorum. Genelin içinde “birey”in sesini bulmak için sosyal medya “dertlerini”, kamusal, özel ve reklam amaçlı olarak kategorilere ayırmayı da ihmal etmemeye çalışıyorum.

 13 Şubat 2024 Salı günü, özel ile reklam amaçlı olan dertleri birleştiren gündem “14 Şubat Sevgililer Günü” idi. Sevgililer Günü, her şubat ayında tekrar eden, herkesin bir fikrinin olduğu, bendenizin de defalarca sokak gözlemlerimi yazdığım, her yıl karşımıza çıkan/çıkacak olan bir gündem. Her ne kadar 14 Şubat, aynı zamanda Dünya Öykü Günü olarak ilan edilmişse de öykü üzerinden alım satım işlerini arttırmak pek kolay olmadığı için öykü ve satış ilişkisi “Sevgilinize bir öykü kitabın alın.” tavsiyesinden öteye gidemiyor. Malum, önem ve değer “işlem hacmi” üzerinden “etiketlendiriliyor.”

 13 Şubat’ın en çarpıcı gündemi, İstanbul Üniversitesi’nin kampüsünü halka açması oldu. İşin ilginç yanı, bu vesile ile bütün Türkiye, İstanbul Üniversitesi’nin yeni rektörünün kim olduğunu öğrendi. Yeni rektörün atanmasının üzerinden yaklaşık 7 ay gibi bir zaman dilimi geçmiş olsa da artık bakanların isimlerinin bile pek bilinmediği sosyal medya çağında Prof. Dr. Osman Bülent Zülfikar ismi en azından İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin zihinlerine yerleşti. Her ne kadar bu “tanınırlık ve tanışıklık” öğrenciler için bir hayli üzücü olsa da Sayın Rektör’ü, yakın çevresi muhtemelen “reklamın kötüsü olmaz” diye teselli etmiştir.

Oysa Sayın Rektör’ün “duvarsız üniversite”, “Açık Kapı, Açık Bilim” sloganları ile ajans elinden çıkmış, içi doldurulamayan ışıltılı imajlar eşliğinde üniversite kampüsünü halka açması, birkaç fotoğraf pozundan öte gitmeyecek bir yanlış imaj yönetimi olarak gündeme yerleşti.

 İşin yapılışından, nasıl yapıldığından ziyade, konuyla ilgili başarılı resim verilip verilmediğinin öncelenmesi, 21. yüzyılın alametifarikası. Dolayısıyla gelecek analizi için işin değişen anlamı üzerinde durmamız gerekiyor. Şu an yaşamakta olduğumuz pek çok sıkıntının kaynağında, sürdürülen/yapılan işin alımlanışı, algılanışı, sunuluşu meselesi var.

 İş deyince genellikle işsizlik aklımıza geliyor. Keşke gelse diyorsunuz. Haklısınız, işsizler görünmeyenler sınıfında. Gündemimizde işi ile başı hoş olmayanlar var daha ziyade.

 COVID sonrası dünyada beyaz yakalılarla ilgili olarak işini bırakma eğiliminin arttığına dair analizler ne kadar dikkatinizi çekiyor bilmiyorum. Büyük şirketler çalışanların motivasyonunu yükseltmek için dört gün iş, üç gün tatil uygulamasına geçiyor. Çalışanların, çalışmadıkları üç gün boyunca ne yapacağı meselesi mühim. Haberde dört gün çalışma uygulamasını başlatan yöneticinin şu sözleri benim için çok dikkat çekici idi: “Çalışanlarımızın fotoğraf çekmek için daha çok vakti olacak.” Belli ki yöneticiler, daha çok fotoğraf çekme imkanına kavuşmanın stresi azaltacağını, böylece çalışanlarının enerjilerini yükseltmiş olarak işlerinin başına döneceğini düşünüyor.

 Fotoğraf ve vidyo çekerek kimlik inşa etmek, çekilen/paylaşılan fotoğraf ve vidyolar aracılığıyla etkileşim kazanmak ve bu etkileşim üzerinden ekonomik gelir elde etme amacı gütmek, yeni bir durum.

 Nitekim İstanbul Üniversitesi’nin halka açılmasına dair yapılan itirazlar ve eleştiriler, yayınlanan o fotoğraflar üzerinden ve o fotoğraflardan esinlenilerek çekilen kurmaca vidyolar yoluyla oldu.

 Öğrenciler, güvenliklerini riske atacağı gerekçesiyle üniversite bahçesinin seyirlik mekân haline getirilmesine itiraz ediyor. Öğrencilerin bu itirazına “Yurt dışında üniversite kampüsleri zaten açıktır.” diye cevap vermek, gerçekçi bir yaklaşım değil. İstanbul’da metrekareye düşen insan sayısı ile mesela Şikago’daki insan sayısını mukayese edelim. 

 Her kültürün kendine mahsus bir geleneği vardır. O gelenekleri ortadan kaldırmaya niyet edince, atılan taş ve ürkütülen kurbağa dengesini göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.