Güney Afrika, İsrail’in Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım suçundan yargılanmasını sağladığında özellikle muhafazakâr çevreler bu adımları Erdoğan’ın atması gerektiği yönünde sözler sarf etmişlerdi. Hâlbuki İngiliz kolonyalizminin en vahşi baskılarına maruz kaldıkları için bu ülkenin insanlarının mücadele tecrübesi, Uluslararası Adalet Divanı’nda Filistin lehine sonuç almak için çok önemliydi. Nitekim Güney Afrika temsilcileri gayet iyi hazırlanmış bir dosya ile İsrail’in soykırım suçundan yargılanmanın önünü açtılar. Bu çok önemli bir başarıydı. Erdoğan’ın çıkışlarının söylem olmaktan öteye geçmediğini iddia edenlerin aynı zamanda İslam ülkelerinin sessizliğine odaklanması kendi içinde tutarlı bir tavır olmaktan çok uzaktı. Belki de bunun bir sonucu olarak Güney Afrika’nın başarısını tahlil etme zahmetine girişmediler. Eğer bu yönde bir çabadan eser olsaydı mutlaka Güney Afrika ve Filistin’i bir araya getiren asıl faktör olarak İngiltere’nin ve ona yakın devletlerin politikasını izah etmeye çalışırlardı. İzah etmek bir tarafa, bu yönde bir anlama çabasının eseri bile yoktu. Hâlbuki bugün Ukrayna Savaşı da dâhil olmak üzere birçok yerde Anglosaksonlar önemli krizlerden birinci dereceden sorumludurlar. Aksi yönde bir tutum ortaya çıksaydı onlar da Anglosaksonların niçin böyle davrandıklarına kafa yorarlardı.
İsrail’in soykırım suçu da dâhil olmak üzere Filistinlilere karşı sergilediği bütün vahşetler karşısında Türkiye oldukça aktif bir tutum takınmıştır. Bu tutum Türkiye’nin İsrail’in İngiltere ve ABD ile birlikte savaşı bütün bölgeye yayma stratejisi karşısında söylem üretmenin çok ötesine geçtiğini işaret etmektedir. Savaşı bölgeye yayma stratejisi terör devleti kurma isteğini de kapsamaktadır. Bu açıdan Sayın Erdoğan’ın Filistin meselesiyle ilgili olarak İslam ülkelerini bir araya getirme çabası oldukça anlamlıdır. Fakat Türkiye elbette bu ülkelerden bir kısmının İslam ülkesi olmaktan ziyade Avrupa ve ABD ile bağımlılık ilişkisindeki ülkeler kategorisine girdiğinin farkındadır. Her ülkenin kendi içindeki bağımlı yapılarının varlığı da bilinmektedir. Bu durum Türkiye’yi çok daha zorlu bir mücadele döneminin beklediğine işaret eder. Bunun için Türkiye Birleşik Arap Emirlikleri de dâhil olmak üzere bölge ülkeleriyle istikrarlı bir zeminde uzun dönemli siyaset geliştirilemeyeceğinin farkındadır. Bu da gelişmeleri takip etmeyi zorunlu hâle getiriyor.
Geçmişte, İsrail, alınan kararları boşa çıkarma ve kendi görüşünü çevre ülkelere kabul ettirme bakımından stratejiler geliştirmişti. İsrail, zamana yayma stratejisini hayata geçirerek aleyhine alınan kararları geçersiz kılmakta başarılıydı. Bu sebeple Türkiye İsrail’in zamana yayma stratejisini işlemez hâle getirecek adımlar atmak zorundaydı. Elbette bu da zaman ister. Bu adımlar söylem üretmenin çok ötesine geçildiğinin en açık göstergeleridir. Sayın Erdoğan’ın Birleşik Arap Emirlikleri’nde İslam ülkelerinin liderleriyle yaptığı görüşmelerde Filistin meselesinin birinci sırada geldiği anlaşılıyor. Sayın Erdoğan’ın BAE’den Mısır’a geçmesi de hem Filistin meselesine yönelik kapsamlı ve uzun vadeli stratejilerin şekillenmesi hem de iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi açısından önemlidir. Sıraladığımız ülkelerin bağımlılık ilişkilerini göz önünde bulundurduğumuzda yeni bir siyaset geliştirmenin zorlukları daha iyi anlaşılır.
Erdoğan’ı Filistin meselesinde sadece söylem üretmekle suçlayanlar, Mısır’la ilgili atılan adımları da değersizleştirmeye çalışmaktadırlar. Onlara göre eğer yeniden bir araya gelinecekse geçmişte arayı bozmaya gerek yoktu, Erdoğan hata etmişti, çok kıymetli zamanlar heba edildi. Bu kanaatlerin yanlış bir düşünme biçiminden kaynaklandığı çok açıktır. Bu görüşleri dillendirenler 2012’den itibaren meydana gelen olayları hesaba katmamaktadırlar. Ne bağımlı ülkelerin merkez ülkelere göre değişen siyasetlerini gündeme almakta ne de ülke içindeki bağımlı yapıların oyun değiştirici çıkışlarını hesaba katmaktadırlar. Örneğin FETÖ’nün Türkiye’deki ve bölge ülkelerindeki faaliyetlerini belirli bir kavramsal çerçeveye göre değerlendirmiş değillerdir. FETÖ olayını hâlâ hukukî bir mesele olarak görmekte ısrar etmektedirler. Hâlbuki FETÖ, Mursi’yi devirmek için aktif görev almış, İsrail’le ilişkileri Türkiye ve bölge ülkeleri aleyhine ileri seviyelere taşımıştı. Örgütün İngiltere ve ABD ile ilişkileri çok daha önceden biliniyordu. Bu ilişkiler siyasî bir hedef olmaksızın geliştirilemez. Dolayısıyla bütüncül bir yaklaşım zorunludur.
Türkiye’nin hata yapma lüksü kalmadı.