pendik escort bayan
https://www.ozmenpc.com/masaustu-pc-oyuncu
ak
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Amerikan üniversiteleri nasıl bir çamurun üzerine oturmaktadır?

İsrail’in Gazze’de soykırım boyutlarına varan barbarca saldırılarına ABD’de Biden yönetiminin verdiği koşulsuz desteğe en büyük itiraz, her gün farklı zeminlerde protestolar düzenleyen ABD halkından geliyor. Aslında Aksa Tufanı ABD halkına vergilerinin nereye gittiğine dair skandal boyutlarındaki gerçekleri de gün yüzüne çıkarmış oldu. Geçtiğimiz yıllarda tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden biriyle baş başa kalan ABD’nin İsrail’e her yıl akıttığı yardımların boyutları bilinmeyen bir sır değildi ama, İsrail’in soykırımcı saldırganlığı karşısında iyice göze batmaya başladı. 7 Ekim’den çok öncelerinden itibaren zaten başlamış olan bir uyanış konusuydu aslında ABD’nin İsrail politikalarına karşı. Bu politikalarda sergilediği aşırı istisnacılık. Bu istisnacılık bir şekilde Yahudilerin yaşama veya kendilerini savunma hakkı adına tolere edilebiliyordu. Ancak kendini savunmak için on bine yakın bebeğin-çocuğun öldürülmesini hiçbir akıl anlayamaz hiçbir vicdan kabul edemez. Bu kadar çocuk-bebek ölümü karşısında ateşkes bile isteyememek bir yana, ateşkes isteklerini de reddeden ABD, İsrail’e apaçık işgalci saldırganlığı ve haksızlığına tonlarca para ve silah akıtarak destek vermeye devam ediyor.   Kendi vergileriyle bu suçların işlendiğini gören ABD halkı Biden’ı ortaya çıkıp konuştuğu veya göründüğü her yerde protesto ediyor. Tren istasyonlarında, uçaklarda, sokaklarda, Beyaz Saray’ın önünde. En son bir kilise ziyaretinde karşılaştığı protestoyu muhtemelen Biden da beklemiyordu ama bu da oldu. Protestocular konuşmak için kürsüye çıkan Biden’ı İsrail’e verdiği destek dolayısıyla dakikalarca protesto ederek “hemen şimdi ateşkes” çağrısında bulundular. İsrail’in vahşi saldırganlığının yol açtığı korkunç sonuçlar bütün dünyanın gözü önünde cereyan ederken bu cani barbarlığı eleştirmeyi veya protesto etmeyi anti-semitizm olarak nitelemesi akla ziyan bir şey olmalı. Semitizm çocukları öldürmekse bırakın herkes anti-semit olsun. Semitizm okulları, mabetleri, hastaneleri, çocuk doğum kliniklerini bombalayıp canice öldürmekse kimsenin anti-semit olmasını engelleyemezsiniz. Aslında böyle bir anda anti-semitizm ithamına bir savunma argümanı olarak başvurmak inanılması zor, akla ziyan bir pişkinlik. Politikacıların artık bu argümana başvurmaları çok zor oluyor ama gel gör ki Amerika’daki efsanevi üniversitelerde hala bu argüman her yerden daha fazla geçiyor. Geçiyor, çünkü üniversitelerin yönetiminde şimdiye kadar kendini çok iyi gizlemiş son derece baskıcı bir faşizan iktidar var. Hem bu faşizan iktidar hem de bu iktidarın hangi yollarla gizlenebildiği yine Aksa Tufanı’nın artçı dalgalarıyla kendini göstermiş oldu. Filistinlilerle dayanışma gösterisi düzenleyen üniversite öğrencilerinin okul yönetimleri tarafından engellenmeye çalışılıyor. Fikir, düşünce ve ifade özgürlüğünün yuvaları olarak pohpohlanan Amerikan üniversitelerinde özgürlüğün sınırının Siyonizm olduğu böylece bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmış oldu. Bu konuda öğrencilerine ve akademisyenlerine kendisinden beklenen baskıyı yapmadığı ve protestoları (anti-semitik ifadeleri)engellemediği suçlamalarıyla ülkenin en eski ve en prestijli üniversitelerinden Pennsylvania, Harvard ve MIT rektörleri Kongre’de ifade vermek zorunda kalmışlardı. Bu sorgulamanın yanısıra İsrail yanlısı bağışçılar UPenn’e verdikleri 100 milyon dolarlık bağışı kesmekle tehdit edince rektör istifa etmek zorunda kalmıştı.   Geçtiğimiz günlerde ilk baskılara üniversite özerkliği, ifade özgürlüğü adına direnme yolunu seçen Harvard Üniversitesi Rektörü Caludine Gay de gelen başka bir baskı dalgasına dayanamayarak istifa etmek zorunda kaldı. Yeni gelen baskı dalgası Gay’i anti-semitistlikle suçlayanından daha ağırdı tabii ama herkes biliyor ki tam da bugünlerde böyle bir suçlamaya maruz kalmış olmasının tek sebebi aynıydı. Yani üniversite kampüsündeki anti-semitik ifadeleri veya protestoları ifade özgürlüğü adına engellemeye yanaşmaması. Harvard Üniversitesi’nin Yahudi bağışçıları üniversiteyi bağışları kesmekle tehdit etti mi veya bu tehditler üniversite yönetimini Gay üzerinde baskı yapmaya yöneltti mi bilmiyoruz. Doğrusu şu halde bile mal varlığı itibariyle dünyanın en zengin üniversitesi olan Harvard Üniversitesinin bağışçılara bağımlı olmaktan uzak bir mali özerkliğe sahip olmalı. Yani Yahudi bağışçıların bu konudaki şantajlarının bir etkisi olmamasını bekler insan. Ancak Harvard tarihinin ilk siyahi rektörü ve ikinci kadın rektörünü, görevinin daha altıncı ayı dolmadan istifa etmeye zorlayan şey maruz kaldığı intihal suçlaması oldu. Anti-semitik suçlamasının etki etmediği görülen rektörün doktora tezi didik didik edilerek oradan alıntılarla ilgili yeterli titizliğin gösterilmediği tespit edilerek üzerinde akademik etik baskısı kuruldu. Aslında üniversite yönetimi tespit edilen bu hataların ihmal edilebilecek boyutta hatalar olduğunu söylese de Gay Harvard’ın tüzel şahsiyetini yıpratmamak adına mücadeleden çekildi. Yapılan şey tam bir çamur atma çünkü. Rektör İsrail lobisiyle karşı karşıya kalmasa asla böyle bir suçlamaya maruz kalmayacaktı. Buna rağmen rektör istifasıyla ABD üniversitelerinin yıllardır geçindiği o efsanevi akademik özerklik, ifade ve bilim özgürlüğünün üzerindeki sahte faşizan otoriteyi, Siyonist ideolojinin sinsi gözetimini ifşa ederek yeterince büyük bir hizmette bulunmuş oldu. Şimdi belki de sorulması gereken soru, Siyonizme ses çıkarmadan, biat ederek işine devam ettiği için ne kadar çok akademisyenin, rektörün veya dekanın ne tür kusurlarının örtbas edildiğidir. Daha açık bir deyişle, bu vesileyle akla ister istemez gelen soru:
Ekleme Tarihi: 10 Ocak 2024 - Çarşamba

Amerikan üniversiteleri nasıl bir çamurun üzerine oturmaktadır?

İsrail’in Gazze’de soykırım boyutlarına varan barbarca saldırılarına ABD’de Biden yönetiminin verdiği koşulsuz desteğe en büyük itiraz, her gün farklı zeminlerde protestolar düzenleyen ABD halkından geliyor. Aslında Aksa Tufanı ABD halkına vergilerinin nereye gittiğine dair skandal boyutlarındaki gerçekleri de gün yüzüne çıkarmış oldu.

Geçtiğimiz yıllarda tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden biriyle baş başa kalan ABD’nin İsrail’e her yıl akıttığı yardımların boyutları bilinmeyen bir sır değildi ama, İsrail’in soykırımcı saldırganlığı karşısında iyice göze batmaya başladı.

7 Ekim’den çok öncelerinden itibaren zaten başlamış olan bir uyanış konusuydu aslında ABD’nin İsrail politikalarına karşı. Bu politikalarda sergilediği aşırı istisnacılık. Bu istisnacılık bir şekilde Yahudilerin yaşama veya kendilerini savunma hakkı adına tolere edilebiliyordu. Ancak kendini savunmak için on bine yakın bebeğin-çocuğun öldürülmesini hiçbir akıl anlayamaz hiçbir vicdan kabul edemez. Bu kadar çocuk-bebek ölümü karşısında ateşkes bile isteyememek bir yana, ateşkes isteklerini de reddeden ABD, İsrail’e apaçık işgalci saldırganlığı ve haksızlığına tonlarca para ve silah akıtarak destek vermeye devam ediyor.
 
Kendi vergileriyle bu suçların işlendiğini gören ABD halkı Biden’ı ortaya çıkıp konuştuğu veya göründüğü her yerde protesto ediyor. Tren istasyonlarında, uçaklarda, sokaklarda, Beyaz Saray’ın önünde. En son bir kilise ziyaretinde karşılaştığı protestoyu muhtemelen Biden da beklemiyordu ama bu da oldu. Protestocular konuşmak için kürsüye çıkan Biden’ı İsrail’e verdiği destek dolayısıyla dakikalarca protesto ederek “hemen şimdi ateşkes” çağrısında bulundular.
İsrail’in vahşi saldırganlığının yol açtığı korkunç sonuçlar bütün dünyanın gözü önünde cereyan ederken bu cani barbarlığı eleştirmeyi veya protesto etmeyi anti-semitizm olarak nitelemesi akla ziyan bir şey olmalı. Semitizm çocukları öldürmekse bırakın herkes anti-semit olsun. Semitizm okulları, mabetleri, hastaneleri, çocuk doğum kliniklerini bombalayıp canice öldürmekse kimsenin anti-semit olmasını engelleyemezsiniz. Aslında böyle bir anda anti-semitizm ithamına bir savunma argümanı olarak başvurmak inanılması zor, akla ziyan bir pişkinlik. Politikacıların artık bu argümana başvurmaları çok zor oluyor ama gel gör ki Amerika’daki efsanevi üniversitelerde hala bu argüman her yerden daha fazla geçiyor. Geçiyor, çünkü üniversitelerin yönetiminde şimdiye kadar kendini çok iyi gizlemiş son derece baskıcı bir faşizan iktidar var. Hem bu faşizan iktidar hem de bu iktidarın hangi yollarla gizlenebildiği yine Aksa Tufanı’nın artçı dalgalarıyla kendini göstermiş oldu.
Filistinlilerle dayanışma gösterisi düzenleyen üniversite öğrencilerinin okul yönetimleri tarafından engellenmeye çalışılıyor. Fikir, düşünce ve ifade özgürlüğünün yuvaları olarak pohpohlanan Amerikan üniversitelerinde özgürlüğün sınırının Siyonizm olduğu böylece bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmış oldu. Bu konuda öğrencilerine ve akademisyenlerine kendisinden beklenen baskıyı yapmadığı ve protestoları (anti-semitik ifadeleri)engellemediği suçlamalarıyla ülkenin en eski ve en prestijli üniversitelerinden Pennsylvania, Harvard ve MIT rektörleri Kongre’de ifade vermek zorunda kalmışlardı. Bu sorgulamanın yanısıra İsrail yanlısı bağışçılar UPenn’e verdikleri 100 milyon dolarlık bağışı kesmekle tehdit edince rektör istifa etmek zorunda kalmıştı.
 
Geçtiğimiz günlerde ilk baskılara üniversite özerkliği, ifade özgürlüğü adına direnme yolunu seçen Harvard Üniversitesi Rektörü Caludine Gay de gelen başka bir baskı dalgasına dayanamayarak istifa etmek zorunda kaldı. Yeni gelen baskı dalgası Gay’i anti-semitistlikle suçlayanından daha ağırdı tabii ama herkes biliyor ki tam da bugünlerde böyle bir suçlamaya maruz kalmış olmasının tek sebebi aynıydı. Yani üniversite kampüsündeki anti-semitik ifadeleri veya protestoları ifade özgürlüğü adına engellemeye yanaşmaması. Harvard Üniversitesi’nin Yahudi bağışçıları üniversiteyi bağışları kesmekle tehdit etti mi veya bu tehditler üniversite yönetimini Gay üzerinde baskı yapmaya yöneltti mi bilmiyoruz. Doğrusu şu halde bile mal varlığı itibariyle dünyanın en zengin üniversitesi olan Harvard Üniversitesinin bağışçılara bağımlı olmaktan uzak bir mali özerkliğe sahip olmalı. Yani Yahudi bağışçıların bu konudaki şantajlarının bir etkisi olmamasını bekler insan. Ancak Harvard tarihinin ilk siyahi rektörü ve ikinci kadın rektörünü, görevinin daha altıncı ayı dolmadan istifa etmeye zorlayan şey maruz kaldığı intihal suçlaması oldu.
Anti-semitik suçlamasının etki etmediği görülen rektörün doktora tezi didik didik edilerek oradan alıntılarla ilgili yeterli titizliğin gösterilmediği tespit edilerek üzerinde akademik etik baskısı kuruldu. Aslında üniversite yönetimi tespit edilen bu hataların ihmal edilebilecek boyutta hatalar olduğunu söylese de Gay Harvard’ın tüzel şahsiyetini yıpratmamak adına mücadeleden çekildi. Yapılan şey tam bir çamur atma çünkü. Rektör İsrail lobisiyle

karşı karşıya kalmasa asla böyle bir suçlamaya maruz kalmayacaktı.

Buna rağmen rektör istifasıyla ABD üniversitelerinin yıllardır geçindiği o efsanevi akademik özerklik, ifade ve bilim özgürlüğünün üzerindeki sahte faşizan otoriteyi, Siyonist ideolojinin sinsi gözetimini ifşa ederek yeterince büyük bir hizmette bulunmuş oldu. Şimdi belki de sorulması gereken soru, Siyonizme ses çıkarmadan, biat ederek işine devam ettiği için ne kadar çok akademisyenin, rektörün veya dekanın ne tür kusurlarının örtbas edildiğidir. Daha açık bir deyişle, bu vesileyle akla ister istemez gelen soru:

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.