Bundan tam 11 yıl önce, 2013 yılının başlarıydı. Mısır tarihinde ilk defa yaşanmış demokratik ve kurallara uygun bir seçimin ardından Cumhurbaşkanı ikinci turda ve ancak yüzde 52 ile seçilmiş ve parlamento oluşmuştu. Hürriyet ve Adalet Partisinin ipi göğüslediği sonuçlara göre İhvan’dan daha radikal, İhvan’la İslamcılık yarıştıran Selefi partiler de meclise girmişti. Sonradan Mursi’ye karşı yapılacak darbeyi destekleyecek olan bu Selefiler Mursi’yi yeterince İslamcı olmamakla suçluyorlar, onun üzerinde olabildiğince formel konularda baskı uyguluyorlardı. O günlerden hafızalara kazınan ve İhvan’a karşı yapıldığı halde İhvan’ın hesabına kaydedilen bir olay şuydu mesela: Ezan vakti Selefilerden biri Meclis Genel Kurul salonunda oturum devam ederken ezan okuyuverdi ve oracıkta namaz kılmaya başladı. Ezan çok güzel bir şey elbet, ama onun bile güzelliği yerinde ve zamanında olmasına bağlı. Ne eskiden ne de sonradan ayın vekillerin asla yapmadığı, yapamadığı bu hareketi onlara yaptıran şey, Mursi’ye, yani ezan için canını vermeye her zaman hazır bir hayat yaşamış olan Mursi’ye karşı ileri sürmek. Tıpkı Haricilerin Hz. Ali’ye karşı Kur’an’ı öne sürmeleri gibi. Tabii Hz. Ali Kur’an’ı öne sürüp “hüküm Allah’ındır” diyen Haricileri her şeye rağmen tekfir etmemiş “doğru bir sözü, yanlış bir yerde yanlış insanlara karşı kullanıyorlar” diyerek sadece münasebetsizliklerine
tarihe geçecek şekilde dikkat çekmişti.
Bu olayı buraya not edelim.
Futbol elbette sadece futboldan ibaret değildir. Hele işin içine Fenerbahçe, Galatasaray, Suudi Arabistan, Ali Koç, Cumhuriyet ve Atatürk girmişse futboldan bekleyeceğiniz en son şey futbol olur artık. Ama işin içine hiç girmemiş gibi görünen ama bütün bu bileşenler bir araya gelip bir kriz ürettiğinde bugünlerde asıl faktörün ve asıl oyuncunun soykırımcı İsrail olduğundan zerre kuşkum yok. Aslında İsrail dünyanın gözü önünde soykırım suçlarını bütün barbarlığı ve küstahlığıyla işlerken ve bütün dünyada ona karşı küresel intifada ayarında bir vicdan ayaklanması yaşanırken, dikkatleri oradan başka bir yere çeken her türlü girişimi bu oyunun bir parçası saymak vicdanlı aklın gereğidir. Hele bu girişimlerin neticesinde bir anda Türk-Arap düşmanlığını tahrik edecek gerekçeler ortaya atılıyorsa bundan hiç kuşku duymamak gerekiyor.
Riyad’da Fenerbahçe-Galatasaray Süper Kupa final maçının olağanüstü bir çabayla krize dönüştürülmesinin ardından oynanmadan final bulmasının gündeme bomba gibi düşmesi beklenmeyen bir sonuç olamazdı. Bu skorun çok iyi çalışılmış bir organizasyonla elde edilmiş olduğu çok net. Bu duruma yol açan herkesin ciddi bir soruşturmaya konu olması esasen bir milli güvenlik yaklaşımı gerektiriyor.
FB ve GS futbol kulüplerinin Riyad’a bizzat başvurup, kurallara göre oynamayı kabul ettikleri maçın son saati içinde yeni ve kabul edilmeyecek talepler öne sürmelerinin sonucu tahmin edilmez değil. Bu sayede bu konudaki bütün kuralları ezberlemiş olduk. Kurallara göre önceden yapılmış sözleşmeye aykırı bu tür bir işlem yapılamadığı gibi son saat içinde de başka bir talepte bulunulamıyor zaten. Bunu bu kulüpleri yönetenlerin bilmemesi mümkün değil. Buna rağmen kabul edilmeyecek taleplerde bulunmak bir kriz çıkarmaya bile isteye talip olmaktan başka bir anlama gelmiyor.
Olayı getirip “Atatürk’e itiraz veya saldırı” gibi bir duruma indirgeyip dramatize etmek tam da Atatürk’ün bu tür operasyonlardaki kullanım niyeti ve değerini açığa çıkaran bir şey. Suudi Arabistan ile tam da takvime uygun olarak önceden yapılmış olan sözleşmede müsabaka esnasında Atatürk, Cumhuriyet veya Türk bayrağının sunumları ile ilgili fazla var eksik yok. Kulüplerin sözleşmeye koymak istediği hiçbir şeye itiraz edilmemiş. Hatta maç öncesinde, maçın yapılacağı stadyumda Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılı ile ilgili özel törenin gerçekleştirilmesi de planlanmış ve kabul edilmiş. Birçok sanatçının katılımıyla maç öncesi 100. Yıl Marşı bile seslendirileceği gibi 100 kişilik ekiple Türk Bayrağı, Atatürk posteri ve kulüp armalarının açılacağı bir koreografi de programa konulmuş, sözleşmede de yer almış yani ve bu da hiçbir itiraz görmeden Suud makamlarınca kabul edilmiş.
Suudların Atatürk ile ilgili hiçbir dertleri, sıkıntıları yok. Hatta son zamanlarda ülkede yaşanan açılım politikalarıyla Atatürk’ün izinde olduklarını söylemek hiç de mübalağa sayılmaz. Posterlerin Suud itikadına aykırı olduğu gerekçesiyle reddedildiğini söylemek bu tablo içinde büyük saçmalık. Suudi Arabistan’ın bu konularda şimdiki çizgisi laikliğin de çok ötesinde bir durum. Son zamanlarda eğlence sektörüne yapılan yatırımlar ve geleneksel İslami çizgiden uzaklaşma yönündeki politikalar Kemalizmi bir ilham kaynağı olarak benimsediğine dahi yoruluyor.
Dolayısıyla tek sorun son saat içinde gelen talepler. Bunlar sözleşmede olmayan talepler ve bunlara ev sahibi ülke FIFA’nın açık kurallarını hatırlatarak itiraz etmiş. Bu itiraz bizimkiler tarafından aşılmaz bir krize dönüştürülerek malum sonuç elde edilmiş. Hiç kuşkusuz bu ancak çok çalışılarak elde edilebilecek bir sonuç.
Olayda gözardı edilmeyecek bir boyut, Türkiye’nin en büyük sanayici ve işadamı grubunun yöneticisi de olan bir şahsın futbolda böyle imkansız bir talebi öne sürmesinin sonucunun ne olacağını bilmiyor olduğunun nasıl düşünülebileceğidir. İşadamı demek her şeyden önce rasyonellik ve müzakere-pazarlık ustalığı dolayısıyla yüksek oranda empati demektir. Ali Koç bu krizi yönettiği akılla kendi şirketlerini yönetmeye kalksa Koç grubuna ne kadar ömür biçilebilir?
İkinci bir boyut soruna yol açtığı söylenen iki sözden birinin “Ne Mutlu Türküm Diyene”, diğerinin ise “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” olması. Birincisi ile ilgili sadece düşünelim derim ama ikinci sözün yurtta ve cihanda sulhu talep ettiği halde 15 Temmuz’da ülkenin sulhuna, istikrarına, canına ot tıkamak isteyen darbecilerin de seçtiği slogan olması. Şimdi de bu sulh talep eden, sulhu yücelten bu sözü öne sürüp kavga çıkarmak, veya bu sözü kavga çıkarmak için öne sürmek… Hiçbir şey yoksa da söz ile eylem arasındaki bu uçurum, sloganların içinin nasıl boşaltıldığının, nasıl münasebetsiz hale getirildiğinin trajik bir görüntüsü.
Tekrarlayarak bitirelim ki, olayın asıl önemli boyutu, Gazze dolayısıyla bütün dünyada ve Türkiye’de oluşmuş mükemmel birleştirici havaya suikast edilmiş olmasıdır. Biz bu suikasta karşı yine dikkatimizi Gazze’den şaşmayalım, şaşırtmayalım. Kalbimiz Gazze olsun.
BUGÜN sabah 08.30’da sabah namazından sonra Galata köprüsünde Gazze için buluşalım. Kalbimiz Gazze olsun. Gazze’yi unutmayalım, unutturmaya çalışanlara fırsat vermeyelim.