Aksa Tufanı’nın artçı sonuçlarından biri de Batı’da bilimsel kalitesi, özerkliği ve özgürlüğüyle şöhret bulmuş üniversitelerin özgürlüklerinin aslında nasıl bir baskı altında olduğunun ifşası oldu. Kimsenin telaffuz etmediği ama herkesin bildiği ve uyduğu çok katı kuralları, kesin sınırları olan bir özgürlük. Azıcık bir ihlalin çok ağır cezalarının olduğu, işte ifade özgürlüğü buraya kadar dedirten kurallarıyla bir özgürlük.
Biraz aşıldığında ne üniversite özerkliği, ne bilim adamının ifade özgürlüğünün hiçbir anlamının olmadığı kırmızı çizgi İsrail ve Siyonizm. Aslında bu konuda daha önce de çok şeyler yazıldı, söylendi, kitaplar yayınlandı hatta (Mesela, John J. Mearsheimer ve Stephen M. Walt ‘ın İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası, Küre yayınları, çev. Hasan Kösebalaban). Ama İsrail’i koruyan faşizan baskıların bu kadar faal ve bu kadar katı olduğu Aksa Tufanı ile çok daha net ve çarpıcı bir biçimde ortaya çıktı.
İsrail›in Gazze›de soykırım boyutlarına varan barbarca saldırılarına karşı ABD’de Filistinlilerle dayanışma gösterisi düzenleyen üniversite öğrencileri okul yönetimleri tarafından engellenmeye çalışılıyor. Ancak bu konuda kendisinden beklenen baskıyı yapmadığı ve protestoları engellemediği gerekçesiyle ülkenin en eski ve en prestijli üniversitelerinden Pennsylvania Üniversitesi rektörü Liz Magill Kongre’de, Harvard ve MIT rektörleri ile “kampüste antisemitizme izin verme” iddialarına karşı verdikleri ifadenin ardından açıkça antisemitizmle suçlandı. Suçlanmanın bir de yaptırım boyutu var tabi. İsrail yanlısı bağışçılar UPenn’e verdikleri 100 milyon dolarlık bağışı kesmekle tehdit edince rektör istifa etmek zorunda kaldı.
İsrail’in saldırganlığının, işgalciliğinin, haksızlığının hiç bir açıdan gizlenebilir ve savunulabilir bir yanı kalmamış durumda. O yüzden üniversitelerin dünyanın gözü önünde soykırım uygulayan bu vahşeti göz ardı etmeleri kendilerini inkâr etmeleri anlamına geliyor. Ama işte gördük, kendilerini inkâr, vicdanlarını kurutma pahasına dünyanın en gözde bilim ve düşünce adamlarından bazıları (Mesela Habermas ve arkadaşları) nasıl bir baskı altında kaldılarsa, soykırımcı vahşeti gözardı etmekle kalmadı, İsrail’i aklayan ve savunan bildiriler bile yayınladı. Dünyanın prestijli üniversitelerinin bu konuda maruz kaldıkları baskıların bundan sonra üniversiteler üzerine söylenecek her sözü, yapılacak her türlü karşılaştırmayı etkileyecek bir referans oluşturacağını söyleyebiliriz.
Aksa Tufanı bazı üniversite hocalarına maruz kaldıkları bu söylemsel baskıya karşı adeta intifadaya geçmek için bir cesaret de vermiş görünüyor. Harvard Üniversitesinin öğretim üyeleri UPenn üniversitesi rektörünün başına gelenler kendi rektörlerinin başına gelmesin diye 570 imzayla kendi rektörlerine sahip çıkan bir bildiri de yayınladılar. Akademik intifada küresel düzeyde yayılarak devam edecek gibi görünüyor.
Türkiye’de ise akademi alanında TÜBİTAK ve TÜBA’nın yıllardır Cumhurbaşkanı Erdoğan himayesinde bilim adamlarına yönelik ödül programının bu yıl gerçekleşen töreninde çok anlamlı bir çağrı yapıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ödül töreninde yaptığı konuşmasında uluslararası üne sahip birçok eğitim kurumunda öğrenciler dâhil İsrail’i eleştiren herkese yönelik bir cadı avının başlatıldığını anlattıktan sonra bu cadı avına maruz kalan bilim adamlarına Türk üniversitelerinin kapılarının açık olduğunu duyurdu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Tıpkı 80 yıl önce Nazi Almanyası’nda olduğu gibi bugün de Gazze’deki zulme ‘zulüm’ diyebilme cesareti gösteren namuslu bilim insanları baskıya, şantaja ve tehdide maruz bırakılmakta” olduğunu söyledikten sonra çağrısını şu sözlerle ifade etti:
“Gerçekten insanlık adına, demokrasi adına, fikir ve düşünce hürriyeti adına daha sonra utançla hatırlanacak günler yaşıyoruz. Buradan sırf fikrini ifade ettiği, insanlık onurunu savunduğu için baskıya maruz kalan tüm bilim insanlarına çağrı yapıyorum, Türk üniversitelerinin kapıları sizlere sonuna kadar açıktır. Bilimsel çalışmalarınızı sürdürmeniz noktasında sizlere gereken desteği vermeye hazırız. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığımız, TÜBİTAK, TÜBA ve diğer kurumlarımız sizlere yardımcı olmaktan çekinmeyecektir.”
Bu çağrının Türk üniversitelerinin 20 yıl içinde kat ettiği mesafelerin en açık biçimde görüldüğü TÜBA ve TÜBİTAK ödül törenlerinde gelmesi çok daha anlamlıydı tabi. Yıllardır Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın himayesinde artık kurumsallaşmış olan bu ödüller her geçen gün daha fazla bilim adamının ödüllendirildiği, dolayısıyla yaratıcı-inovatif bilimsel üretimin yükselişine dair bir grafik de ortaya koyuyor. 207’ye ulaşmış olan üniversite sayısıyla bu ödüller üzerindeki bir inceleme Türkiye’de üniversitenin niceliğin de ötesinde nitel bir gelişim içinde olduğunun bir başka açıdan görünümünü ortaya koyar.
Törendeki konuşmasında TÜBA başkanı Prof. Dr. Muzaffer Şeker ise Türk bilim felsefesinin insani değerlerle olan ilişkisini de Gazze bağlamında ortaya koydu: “Bilim, yıkımı, öldürmeyi değil… insanlığı ve tüm canlıları yaşatmayı amaçlar”
Şeker, konuşmasında İsrail’in Gazze’de masumlara karşı sistematik bir soykırım yürüttüğüne ve bu soykırıma karşı çıkan vicdan sahibi bilim insanlarının susturulduğuna ve kürsülerinin ellerinden alındığına değindi. Avrupa ve ABD’nin uzun zamandan beri Türkiye’ye yönelik bir suçlama bahanesi olarak kullandıkları bilimsel özgürlükleri ve akademik özerkliği bu bağlamda görmezden gelmelerindeki çifte standart içeren ikiyüzlü tavrı tüm emperyalist ülkelerin dayatma aracı ve algı yönetme stratejisi olarak niteledi. Şeker’in vicdanlı bilim insanlarına ve tarafsız gazetecilere konan sansürleri akademi camiasında bir kara leke olarak niteleyen sözleri ve bu sözlere Türk bilim adamlarının katılımı net bir manzarayı ortaya koyuyordu: İsrail’i koruma adına sergilenen söylemsel faşizme karşı küresel intifada.