7 Ekim süreciyle birlikte başlayan ve uzunca bir süredir ilk defa bu kadar yoğun şekilde hissettiğimiz “Batı’ya içeriden eleştiri getirilmesi” durumu beraberinde dünya için yeni bir şafağı getirir mi, buna gücü yeter mi?
Yanlış anlaşılmasın. Batı’nın “içeriden eleştirilmesi” yeni bir şey değil. Batı düşünce geleneğinde hem bu düşünceyi tahkim etmek için “yalandan eleştiri”ler, hem de namuslu entelektüellerin sert eleştirileri hep olagelmiştir. Ancak belki 68 kuşağından bu yana ilk defa Batı sokaklarından, meydanlarından, ortalama Batı insanından “bu iş böyle gitmez” diyebileceğimiz eleştiriler yükseliyor. Bunu kıymetli ve umut verici buluyorum.
Gerçi, küresel kültür endüstrisi tarafından Türkiye’ye uygulanan “kitlesel alıklaştırma projesi”nin çok daha ağırı, çok daha uzun süredir Batılı kitleler üzerinde uygulandığı için uyanışın yavaş ve sancılı olması da gayet normal bir taraftan.
Birkaç gün önce sosyal medyada gördüğüm bir mesajın peşine düşüp benzer mesajlar ararken fark ettim. Bilhassa ABD’de liseli ve üniversiteli gençler, ülkelerindeki verili medya düzenini Gazze üzerinden ve oldukça sert şekilde eleştiriyorlar.
Kızın biri şöyle yazmış mesela: “New York Times’ın İsrail hapishanelerinde tutulan çocuklarla ilgili olarak yazdığı hikâyeler nerede?”
Bu sorunun son derece karmaşık bir cevabı var ama zannediyorum en net cevabı şu: New York Times’a göre onlar çocuk değil, tutuldukları yer de hapishane değil.
Kötü bir şaka yapmıyorum. Zira Batı düşüncesinin kendi baskıcılığını sürdürebilmesinin en kestirme yolu “tanımlama zorbalığı”nı elinde bulundurmasıdır. Bir olayı, bir durumu, bir kişiyi, hatta bir coğrafyayı “siz tanımlıyorsanız” bunu muazzam bir zorbalığa dönüştürebilir ve politik varlığının sürmesinin en önemli enstrümanı haline getirebilirsiniz.
“Filistinli çocuk” tanımını “hapse atılıp işkence edilmesinde sorun yok” diye tanımlamaz elbette NYT. Onlar, daha sofistike şekilde yaparlar bu aşağılık operasyonlarını. Sürekli muğlak alanlar yaratmak, sessiz kalmak, meseleyi hiç olmadık yerinden görüp meşrulaştırmak… Listeleri uzundur.
Daha net örneğimiz “terörist” kavramı üzerindendir mesela. Batı düşüncesinin “üzerinde ittifak ettiği” bir terörizm tanımı yoktur. Suriye’de ABD silahları ile önlerine gelen herkesi en acımasız yöntemlerle katleden PKK “özgürlük savaşçısı” iken kendi ülkelerinde özgürce yaşamak isteyen Türkmen ya da Arap Suriyeliler “terörist” olarak sınıflandırılırlar. Çocuk katili, soykırımcı İsrail “devlet”tir, bu soykırıma karşı koymaya çabalayan Hamas “terörist”tir.
Zannediyorum gerçek bir özgürleşmenin ilk ve en önemli adımı bu tanımları reddetmekle başlayabilir insanlık için.
Uzattım ama şimdi söyleyeceğimi söylemeye başlayabilirim sanırım.
İslâm ülkelerinde bu tanımlama zorbalığını reddedecek bir hareketlenme beklemek zordur. Düşünsel düzeyde söylemiyorum bunu. Sokağın, meydanın “sıradan insanı” için söylüyorum.
Son süreçte açıkça görüldü ki İslâm ülkelerinin meydanlarında bu hareketlenmeyi yakalayabilecek bir ivme yoktur ama Batı sokaklarında bu ivmeyi yakalayabilecek eşsiz bir momentumun başlangıç aşamasında olabiliriz.
“Bize anlattığınız, bize tanımladığınız, bize sınırlarını gösterdiğiniz tüm kavramsallaştırmaları reddediyoruz” diyebilme cesareti bizde değil, Batı’nın sıkışıp kalmış insanında zuhur edebilir.
Dikkat isterim. “Eder” demiyorum, “edebilir” diyorum. Küresel kültür endüstrisinin yönetemediği şekilde popüler kültürden sosyal medya trendlerine, meydanlardan medyaya değin ışık hızıyla yaygınlaşan “insanların Filistin üzerinden sistemi sorgulama” durumu gerçek ve yeni bir durumdur. Şimdi bu endüstri, bütün gücü ve yöntemleriyle insanları tekrar “alıştıkları alıklık”a geri döndürmek için planlama yapacaktır.
Başarırsa, insanlık için umutlarımızı uzunca bir süre için tekrar rafa kaldırabiliriz. Ancak başaramazsa “cesur yeni dünya”ya hoş geliriz hepimiz. Bu ihtimal için uğraşmaya değer bence.