Gazze’de esir değişimini de içeren 4 günlük “insani ara”, durumda olağanüstü bir değişiklik olmazsa yeni bir esir değişimi ile 4 gün daha uzayacak. Belki son bir esir değişimi ile 4 gün daha uzama ihtimali konuşulan bu insani ara kalıcı bir ateşkese dönüşür mü, dönüşebilir mi?
Şurasından başlayayım bu soruya cevap aramaya: İsrail ile Filistin arasında “kalıcı bir ateşkes”, bence imkânsızdır. Tabii buradaki “kalıcı” kelimesini “insanların en son ne zaman savaştıklarını unutacakları kadar uzun bir süre” olarak ele alıyor ve bunu imkânsız görüyorum. Yoksa “belirsiz bir yakın süre için” ateşkesin gelmesi en büyük umudumdur.
Bu imkânsızlık iki bakımdandır ve ilki şudur. Yahudi ve Hıristiyan Siyonistler, çok temel bir itikat ve inanış meselesi olarak ortaya koydukları “Büyük İsrail”i kurma fikrinden asla vazgeçecek değillerdir. Dünyanın geri kalanının da birleşip bu Yahudi ve Hıristiyan Siyonistleri etkisiz hale getirme niyet ve mecali yoktur. O halde rahatlıkla söyleyebiliriz ki bu akıl hastası topluluk, şimdi bu süreçten sonra bir ateşkes imza etseler bile en geç 1, bilemedin 2 yıl sonra yeniden soykırıma girişeceklerdir.
Bunu “kaçınılmaz” olarak değerlendiren Siyonist akıl, kendilerine engel teşkil edecek bir devletler topluluğu yahut devasa bir kamuoyu itirazı ile karşılaşmazlarsa “Tanrıyı kıyamete zorlamak” işine devam edeceklerdir.
İkincisi ise şudur. Filistin coğrafyasında evinde şehit vermeyen aile yoktur. 75 yıldır sistematik olarak süren İsrail işgal ve zulmü bu insanları “günün birinde İsrail’i yok etmek” hedefine kilitlemiş durumdadır. Onca yaşanmışlığa, uğranan onca zulme eşlik eden duyguları “bir gün mutlaka” duygusudur. İsrail, ateşkes olsa bile rahat durmayacak, Filistinlilere zulme devam edecek, Filistinliler de en iyi bildikleri şeyi yapıp bu zulme karşı çıkmanın bir yolunu bulacaklardır.
Peki, mademki Filistin için kalıcı ateşkes imkânsız bir pozisyondur, ne yapmak lazım gelir? İkinci sorumuz da bu olsun.
Bu sorunun son derece karmaşık bir cevabı olduğunu söyleyerek başlayayım cevabıma. Öncelikle, ateşkes zamanlarında yapılması gereken şey “özgür Filistin için hazırlık”tır. Teknoloji transferinden silah yardımına, hukuk önünde hak aramaktan Filistinlilerin insani şartlarının iyileştirilmesine kadar uzun bir “yapılması öncelikli işler” listemiz vardır elimizde.
Diğer taraftan Ebu Ubeyde’nin “dünyanın her vicdanlı bireyini Siyonizm’in kötülüklerini dünyaya duyurma ve Siyonistlere her türlü zararı verme çağrısı yapıyoruz” dediği yer de çok önemlidir. Boykotun kalıcı hale getirilmesi, Filistin meselesinin dünyaya sağlıklı şekilde duyurulması, dünyadaki Siyonist nefretini körükleyecek her türlü hamleyi yapmak gibi kritik vazifelerimiz vardır.
Dikkat ederseniz “bu süreçte İslam devletleri de…” diye başlayan bir cümle kurmadım. Söz konusu İsrail olduğunda tüm İslam devletlerinin omuzlarında hissettikleri “harekete geçme ağırlığı” yüzünden kurmadım o cümleyi. Filistin’i önemsiyorsak “devletlerden herhangi bir destek gelmeyecekmiş” gibi ayarlamalıyız kendimizi ve devletlerden gelecek herhangi bir yardımın, verilecek herhangi bir desteğin de kıymetini bilmeliyiz bence.
Şunu demek istiyorum aslında. Filistin meselesi çok büyük oranda dünyanın “vicdanlı her bir bireyinin” meselesidir artık, başka bir şey değil.
Aksa Tufanı ile başlayan sürecin en büyük kazanımı, Filistin meselesinin sadece Müslümanların meselesi olmaktan çıkması ve dünyanın vicdanını bence geri döndürülemez şekilde harekete geçirmiş olmasıdır.
Şununla bitireyim: Savaşa 4 gün değil, 4 dakika ara bile iyidir bence. Üstelik bu sürecin uzaması çok daha iyidir. Dahası, süresi belirsiz de olsa bir ateşkes ilanı hepsinden iyidir. Ama unutmamamız gereken şey de Filistin meselesinin savaştan da, aradan da, ateşkesten de bağımsız olarak sürekli gündemimizde olması gereken bir mesele olduğudur.
TVNET’te yayınlanan Siyaseten programında, Gazze konusunda derin bir sessizliğe gömülen yönetmen Zeki Demirkubuz’un vizyona girecek yeni filmini boykot etme çağrısı yaptım. Demirkubuz, sinli kaflı, habasetle yoğrulmuş küfürler savurarak karşılık verdi bu çağrıma.
Hem kendimden hem de Demirkubuz’dan samimiyetle özür dilemek isterim huzurlarınızda.
Kendimden özür dileme nedenim şudur. Büyük Kürdistan haritasıyla açılan PKK propagandası Bakur belgeselini savunan, verdiği söyleşide, “Solculara ve Kürtlere yapılan zulüm, bugün cemaate yapılıyor” diyen Demirkubuz’dan Gazzeli bebekler adına bir şey bekledim ve ona öfkelendim. Oysa “kayıtsızlık” takınabileceğim en iyi tavır olurdu. Benimkisi biraz, yayında da tam tamına söylediğim gibi, “gönül umduğuna küser” öfkesiydi ama yine de bana yakışmadı Demirkubuz’un vicdanından bir şey beklemek. O köprülerin altından çok sular aktığını Gezi sürecinden beri biliyorum zira.
Demirkubuz’dan da samimiyetle özür dilerim. Milyonlarca insanın karşısında “kırılgan egosunu ortaya saçmak” ve kendisiyle yüzleşmek zorunda kaldı. Bir bakıma “poz”u bozuldu belki de. Kendisini tehdit ettiğimi falan düşünmesine de ayrıca üzüldüm. Sözü meydanda, kalbi elinde adamlarız en nihayetinde. Değil ekmek yiyip tuz yaladığımız insanları, hiçbir hukukumuz olmayanları bile tehdit etmez, onlarla namusluca kavga etmeyi tercih ederiz vesselam.
Elbette bu namusa hem Demirkubuz’un küfrü konusunda hem de onun üzerinden bana küfürler savuran yüzlerce insan konusunda hukuk önünde hakkımı aramak dâhil. Kazandığım davaların tüm gelirlerini Gazze’mizin yetimlerine bağışlayacağım inşallah.
Bu arada gelen binlerce destek için de herkese müteşekkir olduğumu belirtmek isterim.
“Madem İsmail böyle yaptı, Demirkubuz’un filmine mutlaka gideceğiz” yazan “bizim mahalle”nin insanlarına ise söyleyecek hiçbir şeyim yok. Sevdikleriyle haşrolsunlar. Hesabı bana ya da bir başkasına değil, Hesap Gününün Sahibi’ne verecekler. Gerçi bir Masumiyet ya da Kader değildir bence tabii ama “iyi film” diyorlar zaten Hayat için. O yüzden iyi seyirler dilerim. Patlamış mısırla Coca Cola almayı da ihmal etmeyin sakın.