İsrail sürekli yeni kan hesapları açtığından, vadesi çoktan dolmuş, yüklü ve eski hesapları kapatmadan bu işin bitmeyeceğini anlayamıyoruz…
Seneler geçtikçe, ‘inişli-çıkışlı’ diye kibarlaştırarak ifade edilen Tel Aviv-Ankara öyküsü, her defasında daha büyük duvarlara çarpıyor…
Bizim de suçumuz var. Ders almıyoruz…
‘One minute’ vakası üzerinden geçen 14 yılın sonunda yeniden ısınmaya başlayan ilişkiler bu sefer belki 25 yıl boyunca donacak. Hiç sakıncası yok. Ancak diyelim 20 yıl sonra, Batı’nın bir başka kazığı, “diplomaside duygusallık yoktur, çıkarlar vardır” ruhsuz mottosunu içeriden ve dışarıdan önümüze tekrar sürdüklerinde, bu sefer kanlı bebek patiklerini suratlarına çarpacak mıyız?
“Hiç şüpheniz olmasın, bir daha asla” ise bu soruya cevabınız, kusura bakmayın, benim şüphelerim var!
Türk-İsrail ilişkilerinin 90’lı yıllar macerası ayrı bir vaka olarak çok tartışıldı, hâlâ konuşuluyor, saklı kalan yönleri ve hatta ‘mirası’ olduğu tahmin ediliyor…
Derin ilişkiydi. Hesabı soruldu mu?..
Çok çok, yeni İHA’larımızın başarısı anlatılırken, yokluk döneminde onların İHA’larına nasıl muhtaç olduğumuzu anlatıyoruz. İyi de, bugüne kalanlardan, metastaz yapmaya müsait hücrelerinin varlığından şüphe etmeden hesaplaşmayı yarım bıraktık? Zamanın asker, medya, diplomat, siyaset mimarisi bize o yılların gerçek öyküsünü anlattılar mı? Hesaplaştık mı? İsrail’e, “gel bakalım küçük ülke, nedir bu yaptıkların” dedik mi?
İkinci konu, İsrail’in, Kürdistan kurulması yolunda 1980’li yıllardan başlayarak, Türkiye-İran-Irak-Suriye haritasını şekilsizleştirme politikalarını, istihbarî faaliyetlerini, hatta ABD’ye akıl hocalığı yapan akıllarıyla hesaplaştık mı? Her boyutunu biliyor muyuz?
Terörle mücadelede, bir başka ülkeye, insanlığa, hele masumlara halel gelmesin için evlatlarını feda eden Türkiye’ye, onlarca yıl boyunca kan kusturmanın hesabı ne oldu?
Sordunuz mu? Sormadık. Soramadık. E, hâlâ devam ediyor? Gazze’yi yok eden ABD ve İsrail -tabii başka ülkeler de var- kanımızı bugün dahi dökmüyor mu?
Jeopolitik gerçekliklerin her değişiminde, ilişkilerinizin değişmemesi gereken ülkeler listesi mi çıkaralım yani?
“O yılların şartları, ruhu başkaydı, öyle oldu. Yanlışlar da yapıldı. Ama ilelebet ilişkilerimiz kötü kalamaz”…
Şu yanlışları bir söylesenize?
Sizin ‘yanlış’ dediğiniz şey, annelerinizin, eşlerinizin, kızlarınızın doğurup, bu tuzaklara gömülen binlerce evladımızdı!
80’li, 90’lı hatta biraz daha ileri 2000’li yıllara da sirayet eden, tekrar yazayım, tortuları buzullara sıkışıp kalan donmuş ama canlı virüsler gibi hâlâ mevcut, o dönemin hesaplarını gördünüz mü? Yoksa unuttuk gitti mi?
“Çok yakın ve sancılı dönemdir, ağır ağır ilerliyoruz, arınıyoruz, inşallah o da olacak”.
Eyvallah.
Peki… Bunu ne yaptınız;
“Irak’ın ister Nasır’cı olsun ister Komünist olsun ikiye bölünmesi bekleniyor. Bunlardan biri Kürt ülkesidir. Sonuçta böyle bir bölünme, İran ve Türkiye’nin zararına olacaktır. Bu durum bizim yararımızadır. Suriye ve Irak’ın kalbinde, Arap dünyasını zayıflatacak bir Kürt devletinin kurulmasını istiyoruz. Araplarla uzun süre çatışma içinde kalacak bir devlet. Türkiye ve İran’ın topraklarına ve egemenliklerine sürekli bir tehdit olacaktır”. (*)
İsrail Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde mevcut bu belge, Türkiye’nin 1948’de İsrail’i tanımasının ardından Ankara’ya atanan ilk büyükelçinin, yaklaşık on yıl sonra, yani 1959’da -bir daha yazıyorum, 1959’da- merkeze gönderdiği, Türkiye’yi İsrail’in yanına çekmek için kullanılacak kartı sabitliyor…
Elçi Eliyahu Sasson, Dışişleri Bakanlığı ve MOSSAD’da kritik koltuklara oturmuş, Türkiye’deki görevi sırasında bizi öğrenmiş, uygun networklar kurmuş, hepsinden beslenerek bu aklı Tel Aviv’e önermiş, anlaşılıyor ki kabul de ettirmiş…
Bu stratejinin varlığına, yani Arap dünyasını Arap olmayan ülkelerle kuşatma, Türkiye-İran-Etiyopya-Sudan gibi, onları da bölünme ve terör tehdidiyle yanında tutma planına ilişkin yakın tarihli okumalar yapıldı…
Ama bu tarih bambaşka!
Detayı çok. Konumuzdan, yani Gazze’den çıkmamak için genişletmiyorum. Fakat bu kartın açılmasının sebebinin, dönemin Türk hükümetinin İsrail’in yakınlaşma talebini/arzusunu, Arap dünyasıyla ilişkileri bozmama ve 1958 Irak darbesinin olası etkilerinden sakınma nedeniyle geri çevirmesi/sınırlı tutması olduğu anlaşılıyor.
Dönelim; Sordunuz mu? Hesabını yani? ‘Sarı Öküz’ü zaten vermeyecektik ama verdiğimiz zamanı bile hatırlamıyoruz ki.
Sonuç olarak, sistematik açılmış kötü hesapları kapatmama huyumuz; ABD’yle en az 1945, İsrail’le de bölgenin terör yoluyla yırtılması planı üzerinden 1958’den başlayarak -hissediliyor ki evveli de var- bir kızıp bir unutarak günümüze kadar gelmiş.
İnşallah, Allah herkese ömür versin, bir 10-15 yıl sonra biz bu yazıyı aynen tekrarlamak, siz de okumak zorunda kalmazsınız…