İsrail’le Hamas’ın üzerinde anlaştığı esir takası anlaşması, savaşın gidişatında önemli bir dönüm noktası teşkil ediyor. Anlaşma İsrail’in bütün esirler bırakılmadan operasyonlarını durdurmayacağı sözünden geri adım attığı anlamına geliyor. Bununla birlikte, verilecek birkaç günlük aranın ardından İsrail saldırılarının devam edeceği de açık. Hamas’ın bütün esirleri serbest bırakması, aylar ve belki de yıllar alacağı için çatışmanın zaman zaman yoğunlaşarak uzunca bir süre devam edeceğini tahmin etmek zor değil. 7 Ekim ve sonrasında yaşananların bölgenin bir numaralı gündem maddesi haline gelmesi, Filistin meselesine çözüm arayışlarının yeni bir itici gücü haline geldi. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde bir yandan Gazze’deki savaşın inişli çıkışlı bir biçimde devam edeceğini bir yandan da nihai çözüm için diplomatik çabaların yoğunlaşacağını öngörebiliriz.
İsrail’in Gazze’deki Hamas askeri altyapısını ve kapasitesini büyük ölçüde çökertmeden geri çekilmeyeceğini ve bunu yaparken de savaş suçu işlemekten de çekinmeyeceğini biliyoruz. Öte yandan, Washington’un ve Batılı başkentlerin desteğini arkasına alan İsrail’in uluslararası kamuoyu baskısına kulağını tıkamasının uzun vadede sürdürülebilir olmadığı açık. Bu nedenle İsrail şimdiden nasıl sivilleri korumaya çalıştığını, insani yardım geçişine izin verdiğini, esir takası için operasyonlara ara verdiğini söyleyerek işlediği savaş suçlarını unutturmaya çalışacak. İsrail uluslararası kamuoyunun tepkisini azaltmaya çalışırken askeri operasyonlarına devam ederek Hamas’ın toparlanmasına ve saldırılarını devam ettirme fırsatı yakalamasına izin vermemeye çalışacak. Hamas’ı yok etmesinin mümkün olmadığının farkında olan İsrail’in önümüzdeki dönemde Gazze’de sürekli bir savaş hali yaratacağını söyleyebiliriz.
Bunları yaparken Hamas’a karşı operasyonlarına devam edecek olan İsrail’in Gazze’yi kimin yöneteceği konusunda sıkıntı yaşayacağı da biliniyor. Filistin Yönetimi İsrail’in yerle bir ettiği şehirleri yönetmeye talip olmaya yanaşmayacaktır. Netanyahu hükümeti belli bir süre kendilerinin yönetebileceğini söylerken, hem Hamas’ın tekrar iktidara gelmesine izin vermeyeceklerini hem de Gazze’yi işgali gündemine aldığını ifade etmiş oluyordu. Washington’un karşı çıktığı Gazze’yi işgali gerçekleşirse, İsrail Gazze Şeridi’nin yönetim sorumluluğunu ve dolayısıyla insani krizin sorumluluğunu da üstlenmiş olacak. İsrail’in bunun yerine kukla bir yönetim oluşturup istediği zaman askeri operasyonlarına devam ederek sorumluluk üstlenmeyecek bir formülü tercih etmesi daha güçlü bir ihtimal olarak öne çıkıyor.
İsrail’in Gazze savaşının Filistin meselesinin artık göz ardı edilemeyeceğini ve bu sorun çözülmeden bölgede normalleşmenin mümkün olmayacağını göstermiş olması, yeni bir Ortadoğu düzeninin oluşturulmasını mecbur kılıyor. 7 Ekim öncesinde Amerika’nın İran’la nükleer meselede gayri resmi bir uzlaşıya vardığı ve bu çerçevede Tahran’ın uranyum zenginleştirmede kışkırtıcı adımlar atmaktan kaçındığını biliyorduk. Washington esir takası anlaşması bağlamında 6 milyar dolarlık İran fonlarını serbest bırakarak bu ülkeyle tansiyonu düşürme yönünde adım atmıştı. Suudi Arabistan’la da normalleşme sürecine giren İran, Hamas’ın İsrail’e saldırısı sonrasında bölgede göründüğünden daha avantajlı bir konumda olduğunu da göstermiş oldu. Lübnan’da Hizbullah üzerinden İsrail’e, Irak ve Suriye’deki Şii milisler üzerinden de ABD’ye karşı eli güçlü olan İran bu gücünü caydırıcı öge olarak kullanmaktan çekinmiyor. İsrail ve ABD’ye karşı topyekûn bir savaşa girmekten de uzak duran İran’ın stratejik pozisyonu güçlenmiş durumda.
Buna karşılık 7 Ekim öncesinde İsrail’le normalleşme karşılığında ABD’den güvenlik anlaşması ve nükleer teknoloji isteyen bir Suudi Arabistan vardı. Gazze savaşı patlak verince İsrail’le normalleşmesi kısa vadede imkânsız hale gelen Suudi Arabistan, Filistin meselesinin bir an önce çözülmesini artık gündeminin en başına çıkarmak zorunda. İslam-Arap zirvesini Riyad’da toplayarak bu yönde adım atan Suudi yönetimi, bir yandan İran’la normalleşerek bölgedeki en yakın potansiyel tehdidi nötralize ediyor bir yandan da Washington’la kapsamlı bir paket üzerinde pazarlık yaparak güvenlik endişelerini garanti altına almaya çalışıyor. Gerektiğinde Çin’le de dans etmekten çekinmeyen Suudi Arabistan, ABD’nin Çin’in etkisini kırma çabasını Suudi çıkarları açısından fırsata çevirmeye çalışıyor. Washington İsrail’e kayıtsız destek vermekle Suudilerle pazarlıkta elini zayıflatmış oldu zira Riyad’ın İsrail’le normalleşmesinin şartlarından biri olan Filistinlilerin durumunun iyileştirilmesi meselesi artık nihai bir çözüm mecburiyetine dönüşmüş durumda.
Gazze’deki savaşın bir şekilde devam edeceği, İran’ın ABD ve İsrail’le bölgedeki çekişmesinin kontrollü biçimde yönetileceği ve Suudi Arabistan’ın İsrail-Filistin barışı için liderlik yapmak zorunda kalacağı bir döneme giriyoruz. 7 Ekim sonrasında bölgede ortaya çıkan stratejik resmin gerçekleri, istikrarlı bir Ortadoğu düzeni kurulmasının İsrail-Filistin sorununun çözülmeden gerçekleşemeyeceğini tekrar ortaya koydu. Bölge ülkelerinin kendi ulusal çıkarlarını önceledikleri ve Filistin meselesini bir şekilde unutmaya çalışan Washington’un telkinleriyle İsrail’le normalleşme yoluna girdikleri bir dönemi geride bırakıyoruz. Suudi Arabistan’ın güvenlik kaygılarını garanti altına alarak ekonomik gelişmeye odaklanmak istemesinin önünde en büyük bölgesel engel Filistin meselesi olarak öne çıkıyor. İran’ın pozisyonunu güçlendiren çözümsüzlük ve çatışma süreçlerinin Suudi Arabistan ve Türkiye gibi ülkelerin çıkarlarına hizmet etmediği açık. Bu yüzden Filistin meselesinin çözümü, yeni bir Ortadoğu düzeni kurulabilmesinin olmazsa olmazı olarak karşımıza çıkıyor.