https://www.ozmenpc.com/masaustu-pc-oyuncu
ak
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

Filistin’de cihat idrakiyle kurumlaşan HAMAS

HAMAS’ın, ABD-İsrail ablukasını yarmak için Gazze’de başlattığı harekata karşı Batı koalisyonunca başlatılan savaşın planlanmış ve kurgulanmış sonuçlarına ilişkin çeşitli görüşleri günlerdir dinliyor ve okuyoruz. HAMAS’ın harekatını takiben ABD, İngiltere ve AB gemilerinin Doğu Akdeniz’de Gazze, Lübnan ve Suriye’yi vurmaya uygun bir konumda yerleşmelerine karşılık, “Bu HAMAS’ın harekatından ibaret bir durum değil. ABD ve Batı koalisyonu ya durumdan vazife çıkartarak Mezopotamya’nın enerji hatlarına hakim olacak ya da bunların askeri üssü olarak İsrail’in varlığını pekiştirilecek” şeklinde yorumlar yapılıyor. Hatta savaşta nihai amacın İsrail gazının ABD şemsiyesi altında Avrupa’ya ihracından ve Gazze açıklarındaki muhtemel gaz yataklarıyla bu ihracın sürekliliğini sağlayacak bir ABD limanının kurulmasından dem vuruluyor. Bunlardan bakıldığında HAMAS’ın harekatı kendiliğinden talileşmekte, Gazze ile Batı Şeria’nın yaşadığı büyük yıkım ve soykırım mazlumların yanlarına kalan tek şeye; daha açık bir ifadeyle harekatın normal bedeline dönüşmektedir.   Batı koalisyonun Gazze’ye adeta yağmur gibi yağdırdığı bombalara rağmen HAMAS’ın hiçbir yardım almaksızın iki aya yaklaşan arslanlar gibi direnişi de son tahlilde bir kahramanlık fantezisine konu olmaktan öteye geçmemektedir. Bu görüşleri ileri sürenler, konuşanlar ve politik kuşkuları, askeri komploları daha daha derinleştirmek için yırtınanlar gökten zembille inmediler; onlar buradalar, içimizden ses veriyorlar. Diğer bir söyleyişle bunların büyük çoğunluğu Filistin direnişine güya destek veren Müslümanlardan oluşuyor. Hoş, bu topraklardaki düşünen ve ağızları laf yapan Müslümanların seküler bir dil ile materyalist, kuşkucu, komplocu ve kumpasçı bir aklın tutsağı oldukları zaten artık yadsınmıyor.   Ama yine de hem Müslüman olduğunu söyleyip ya da öyle görünüp hem de böylesi bir durumun taşıyıcısı olmak başlı başına bir çelişkinin, akıl sürçmesinin, gayba inandığını unutmanın, hayatı salt ölümsüzlük rahatlık ve güç ilişkileri içinde algılamanın bir sonucu değil midir? Örneğin, Filistin’de önceleri kısmen plansız ama 1917’den bugüne kadar İngiltere’nin kontrolünde planlı olarak yürütülen Siyonist işgalin, oradaki hak ehlinin ya da asabiyetleri sahiplerinin canlarına tak ettiği; Siyonistlerin gündelik bir itiyat haline getirdikleri baskıların, tutuklamaların, cinayetlerin, gaspların onların haysiyetlerini kırıp, vicdanlarını kanattığı ve HAMAS’IN tam da bu yüzden yüzyılın birikmiş bir öfkesi olarak ABD-İsrail’e karşı, bunların güçlü ve vahşi olduklarını bile bile isyan ederek, tetiğe tekrar bastığı neden dile daha çok getirilmiyor? Örneğimizi dini terimlere daha çok başvurarak genişletecek olursak: ’ın, zikrettiğimiz nedenlerle cihada yeniden karar verdiğini ve bunun da onun için hak olduğu, salt bu nedenle bile harekatında isabet ettiği neden söylenemiyor?   Bunları derken “Harp hiledir” hadisinin değerini; mazlumları ve sabileri korumanın önceliğini; düşmanın güçlü oluşunu ve ilgili her sebebi kendi çıkarına kullanabilme imkanını elbette göz ardı etmiyoruz ama bunların son ikisinin aynı zamanda ricatı kemikleştirme, zillet içinde yaşamayı kanıksatma araçlarına dönüşebileceğini de görebiliyoruz. Hal böyle olunca Müslümanların zaten cihat üzere yaşadıkları Filistin’de direnişin en güçlü ve itibarlı ismi olarak HAMAS’ın Allah’tan “Tevfîk” talep ederek mümince, safiyetle, samimiyetle cihat gayretine tutunduğunu neden teslim edemiyoruz? Kimi okurlarımın, sözümün tam burasında, ‘Gayret bizden tevfîk Allah’tandır’ sözünü kitabının bir yerlerine iliştirmeyi ihmal etmeyen yazarların, onları tanıtma ve bu sayede onlarla -sözüm ona- ölümsüzleşme maksadıyla tıpkı bir bohçacı gibi sabah akşam ekranlara, gazetelere, dergilere, sosyal medyaya koşuşturdukları bir ortamda söz konusu teslimin zaten mümkün görülemeyeceğini, verdiğim örnek için de “Su-i misal emsal olmaz” diyebileceklerini tahmin ediyorum. Ancak sû-i misalin emsal olmayışı tûl-i emelin sû-i amele eşik olmasına mani değildir ve tûl-i emel yukarıda ima ettiğimiz üzere dildeki sekülerleşmenin önemli sebeplerinden birisidir. Dili sekülerleşen Müslümanın fikrini İslami lûgatla açması ise asla mümkün değildir. O halde, ‘Gayret bizden tevfik Allah’tandır’ dememizin Müslümanlığımızı gösterdiğini ama zikrettiğimiz eğilimlerimizle onun asıl bal kavanozunu dışından yalama fiilimize denk düştüğünü fark ederek, itikaden de son derece değerli olan bu ifadeyi ve eylem niyetini -Müslümanca bir beyan olarak- HAMAS’a mal edemez miyiz?
Ekleme Tarihi: 23 November 2023 - Thursday

Filistin’de cihat idrakiyle kurumlaşan HAMAS

HAMAS’ın, ABD-İsrail ablukasını yarmak için Gazze’de başlattığı harekata karşı Batı koalisyonunca başlatılan savaşın planlanmış ve kurgulanmış sonuçlarına ilişkin çeşitli görüşleri günlerdir dinliyor ve okuyoruz.

HAMAS’ın harekatını takiben ABD, İngiltere ve AB gemilerinin Doğu Akdeniz’de Gazze, Lübnan ve Suriye’yi vurmaya uygun bir konumda yerleşmelerine karşılık, “Bu HAMAS’ın harekatından ibaret bir durum değil. ABD ve Batı koalisyonu ya durumdan vazife çıkartarak Mezopotamya’nın enerji hatlarına hakim olacak ya da bunların askeri üssü olarak İsrail’in varlığını pekiştirilecek” şeklinde yorumlar yapılıyor. Hatta savaşta nihai amacın İsrail gazının ABD şemsiyesi altında Avrupa’ya ihracından ve Gazze açıklarındaki muhtemel gaz yataklarıyla bu ihracın sürekliliğini sağlayacak bir ABD limanının kurulmasından dem vuruluyor.

Bunlardan bakıldığında HAMAS’ın harekatı kendiliğinden talileşmekte, Gazze ile Batı Şeria’nın yaşadığı büyük yıkım ve soykırım mazlumların yanlarına kalan tek şeye; daha açık bir ifadeyle harekatın normal bedeline dönüşmektedir.

 

Batı koalisyonun Gazze’ye adeta yağmur gibi yağdırdığı bombalara rağmen HAMAS’ın hiçbir yardım almaksızın iki aya yaklaşan arslanlar gibi direnişi de son tahlilde bir kahramanlık fantezisine konu olmaktan öteye geçmemektedir.

Bu görüşleri ileri sürenler, konuşanlar ve politik kuşkuları, askeri komploları daha daha derinleştirmek için yırtınanlar gökten zembille inmediler; onlar buradalar, içimizden ses veriyorlar. Diğer bir söyleyişle bunların büyük çoğunluğu Filistin direnişine güya destek veren Müslümanlardan oluşuyor.

Hoş, bu topraklardaki düşünen ve ağızları laf yapan Müslümanların seküler bir dil ile materyalist, kuşkucu, komplocu ve kumpasçı bir aklın tutsağı oldukları zaten artık yadsınmıyor.

 

Ama yine de hem Müslüman olduğunu söyleyip ya da öyle görünüp hem de böylesi bir durumun taşıyıcısı olmak başlı başına bir çelişkinin, akıl sürçmesinin, gayba inandığını unutmanın, hayatı salt ölümsüzlük rahatlık ve güç ilişkileri içinde algılamanın bir sonucu değil midir?

Örneğin, Filistin’de önceleri kısmen plansız ama 1917’den bugüne kadar İngiltere’nin kontrolünde planlı olarak yürütülen Siyonist işgalin, oradaki hak ehlinin ya da asabiyetleri sahiplerinin canlarına tak ettiği; Siyonistlerin gündelik bir itiyat haline getirdikleri baskıların, tutuklamaların, cinayetlerin, gaspların onların haysiyetlerini kırıp, vicdanlarını kanattığı ve HAMAS’IN tam da bu yüzden yüzyılın birikmiş bir öfkesi olarak ABD-İsrail’e karşı, bunların güçlü ve vahşi olduklarını bile bile isyan ederek, tetiğe tekrar bastığı neden dile daha çok getirilmiyor?

Örneğimizi dini terimlere daha çok başvurarak genişletecek olursak: ’ın, zikrettiğimiz nedenlerle cihada yeniden karar verdiğini ve bunun da onun için hak olduğu, salt bu nedenle bile harekatında isabet ettiği neden söylenemiyor?

 

Bunları derken “Harp hiledir” hadisinin değerini; mazlumları ve sabileri korumanın önceliğini; düşmanın güçlü oluşunu ve ilgili her sebebi kendi çıkarına kullanabilme imkanını elbette göz ardı etmiyoruz ama bunların son ikisinin aynı zamanda ricatı kemikleştirme, zillet içinde yaşamayı kanıksatma araçlarına dönüşebileceğini de görebiliyoruz.

Hal böyle olunca Müslümanların zaten cihat üzere yaşadıkları Filistin’de direnişin en güçlü ve itibarlı ismi olarak HAMAS’ın Allah’tan “Tevfîk” talep ederek mümince, safiyetle, samimiyetle cihat gayretine tutunduğunu neden teslim edemiyoruz?

Kimi okurlarımın, sözümün tam burasında, ‘Gayret bizden tevfîk Allah’tandır’ sözünü kitabının bir yerlerine iliştirmeyi ihmal etmeyen yazarların, onları tanıtma ve bu sayede onlarla -sözüm ona- ölümsüzleşme maksadıyla tıpkı bir bohçacı gibi sabah akşam ekranlara, gazetelere, dergilere, sosyal medyaya koşuşturdukları bir ortamda söz konusu teslimin zaten mümkün görülemeyeceğini, verdiğim örnek için de “Su-i misal emsal olmaz” diyebileceklerini tahmin ediyorum.

Ancak sû-i misalin emsal olmayışı tûl-i emelin sû-i amele eşik olmasına mani değildir ve tûl-i emel yukarıda ima ettiğimiz üzere dildeki sekülerleşmenin önemli sebeplerinden birisidir. Dili sekülerleşen Müslümanın fikrini İslami lûgatla açması ise asla mümkün değildir.

O halde, ‘Gayret bizden tevfik Allah’tandır’ dememizin Müslümanlığımızı gösterdiğini ama zikrettiğimiz eğilimlerimizle onun asıl bal kavanozunu dışından yalama fiilimize denk düştüğünü fark ederek, itikaden de son derece değerli olan bu ifadeyi ve eylem niyetini -Müslümanca bir beyan olarak- HAMAS’a mal edemez miyiz?
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Abdülkadir ERKAHRAMAN
Köşe Yazarı
Abdülkadir ERKAHRAMAN
 

VATAN TOPRAKLARINDA İSRAİLİ SAVUNAN HAİNLER VAR.

Ülkemizde İsrail’i İsrailliler kadar savunanlar var evet. Sayıları az değil hatta görünenden çok çok fazlası olduğunu söyleyebiliriz. Hatırlayın, 7 Ekim günü ve sonrasındaki iki hafta boyunca İsrail’e fikren teslim olmuş zihniyet, memleketin gündemine hâkim olmak istiyordu. Hamas’ın Aksa Tufanı baskınları sonrasında “İsrail bunun intikamını çok ağır alacak” diyerek 45 gündür süren vahşetin kapılarını aralayanlar sıraya dizilmişti. “Toprak sattılar” yalanı üzerinde günlerce tepindiler ve merhamet duygularını peşin peşin gömdüler. Yüreği Tel Aviv’de atanların çokluğuna ilk başlarda çok şaşırmıştım. Mesela Fatih Altaylı, Oğuzhan Uğur, Nevşin Mengü, Can Ataklı ve Ümit Özdağ’ın şahsi gayretlerini -kendileri dahil- kimseler inkâr edemez.Bütün temsil ve kamuoyu güçleriyle İsrail’i savundular.  İsrail’i savunmak tabii ki suç değil. “Şimdilik” yaptırımı yok. Ancak bir müeyyidesi olmayacağı da garantisi değil. Hatta tüm dünyadan yükselen tepkilere bakarsak İsrail şimdiden, geniş ve farklı coğrafyalarda vicdanlara mahkûm edilmiş durumda. Sadece İsrail değil, başta Amerika ve Avrupa devletleri, toplumlar üzerinde telafisi mümkün olmayan ağır hasarlar bıraktılar. Vicdanları derinden yaraladılar. Kapanmaz yaralar açtılar. Medeniyet inşa etme iddiasındaydılar, itibarları yerle bir oldu. İmajları dağıldı. Zihinlerde artık bebek katili ülkeler ve liderler olarak kodlandılar.Özellikle de genç kuşaklar, modern dünyaya sıfırdan ve çok farklı bir gözle bakmaya başladılar.   Bu vicdan dalgası doğal olarak Türkiye’de de yükseliyor. Lakin büyük oranda mütedeyyin kesimin sergilediği net duruş, toplumun tamamına sirayet etmiş değil. İsrail’i savunan ya da Filistin’i savunmaktan imtina eden, Gazzeli bebekleri görmezden gelen seküler kesimde direniş var. Kim üzerine alınırsa alınsın, ancak daha nereye kadar direnebilirler bilmiyorum? Çok geç kaldılar. İnsanlık sahnesinin perdesi aralanırken, sahne gerisinde kalanlar hesaplarında yanıldılar. İsrail’in gücüne ve Amerika’nın dayatmalarına boyun eğmeleri bir yana daha zelil bir duruş gözleniyor. Soykırıma uğrayan bir halkın sesi olmayı mevcut siyasi görüşleriyle çelişkili bulanlar, Gazze’ye dair iki çift laf etmeyi Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti ile aynı tarafta durmak olarak görüyorlar. İsrail’i eleştirmenin ve bir şekilde karşısında durmanın Hamas’ı desteklemek anlamına geleceğini düşünüyorlar.Buradaki çıkmazları ise dindar, aşırı, yobaz, gerici gördükleri Müslümanlarla aynı cepheye düşmüş olmaktan korkmaları. 1960’larda Filistin davasıyla yakından ilgilenen, Filistin Kurtuluşu Örgütü kamplarında eğitim alan, İsrail’e karşı çatışırken ölen solcular yok artık. Bağımsızlık mücadelelerinden, kültürel işgale direnişlerden ve temel olarak sahip oldukları anti-emperyalist düşünceden arınıp emperyalizme teslim olmuş bir solculuk inşa edildi. Dahası, pahalı semtlerin, mekanların müdavimi olmuş, lüks yaşam ve marka bağımlısı, özgürlüğü kendi yaşam biçimiyle sınırlayan, nihayetinde deCHP ve türevi partilere oy verdiği için kendini solcu sayanlardan bahsediyorum. Bu kesim az değil. Fazlalar. Aksine ülke kamuoyunu belirleme güçleri ellerinde. Sinema sektörüne, dizi ve reklam piyasasına hükmediyorlar. Sosyal medyayı domine etme ve devasa etkileşim güçleri var.  Batı’daki halklar bile Gazze’nin şanlı direnişi karşısında silkelenip İsrail’e karşı sivil direnişler ortaya koyarken, buna mukabil sessizliğe bürünen Türkiye’deki laik, seküler ve solcu cenah ‘Nereden çıktı şimdi bu savaş?’ rahatsızlığındalar. Farkındadeğiller fakat çok ağır kaybediyorlar. Farkında değiller, İsrail’e karşı duyulan öfkenin de hedefi olacaklar. Çünkü tarihin doğru yerinde durma, asgari müşterekte buluşma ve insanlık için kendi tabularını yıkma fırsatını kaçırıyorlar. Bugün İsrail’i savunmak ya da Gazze soykırımına sessiz kalmak, Nazilerin Yahudilere yaptığı soykırımı savunmakla eşdeğer görülmüyor belki henüz. Lakin böyle bir sosyoloji zamanla oluşacak. İsrail ve destekçileri bundan kaçamayacaklar.  Kaç gündür bir kıvılcım, bir hassasiyet bekliyorum. Ünlülerin sosyal medya üzerinden boykot edilince, Gazze’ye destek olma sahnesine çıkmaları gerektiğini anlayacaklarını düşünmüştüm. Yanılmışım. Bakın sosyal medyada binlerce hayal kırıklığı var. Her ünlü oyuncudan, daha ilk günden sosyal medyasını adeta Gazze halkına vakfeden Deniz Uğur Gülener gibi duruş sergilemesini bekledik. Ama beyhude. Yazıyı da dün Yeni Şafak’tan Sevda Dursun’a konuşan Gülener’in sözleriyle bitireyim: “Hiç kimseye zorla bir şey yaptıramayız. Herkesin kendi çekinceleri olabilir. Fakat burada aslında her olay karşısında olduğu gibi bazı şeyleri Allah’a havale etmemiz lazım. Çünkü farkındaysanız insanlık böyle zor süreçlerden geçerken çok da güzel bir ayıklanma oluyor. Belki herkes birbirinin daha önce görmediği yönlerini keşfediyor. Her kriz bu yüzden bir fırsattır.”
Ekleme Tarihi: 23 November 2023 - Thursday

VATAN TOPRAKLARINDA İSRAİLİ SAVUNAN HAİNLER VAR.

Ülkemizde İsrail’i İsrailliler kadar savunanlar var evet. Sayıları az değil hatta görünenden çok çok fazlası olduğunu söyleyebiliriz.

Hatırlayın, 7 Ekim günü ve sonrasındaki iki hafta boyunca İsrail’e fikren teslim olmuş zihniyet, memleketin gündemine hâkim olmak istiyordu. Hamas’ın Aksa Tufanı baskınları sonrasında “İsrail bunun intikamını çok ağır alacak” diyerek 45 gündür süren vahşetin kapılarını aralayanlar sıraya dizilmişti. “Toprak sattılar” yalanı üzerinde günlerce tepindiler ve merhamet duygularını peşin peşin gömdüler. Yüreği Tel Aviv’de atanların çokluğuna ilk başlarda çok şaşırmıştım. Mesela Fatih Altaylı, Oğuzhan Uğur, Nevşin Mengü, Can Ataklı ve Ümit Özdağ’ın şahsi gayretlerini -kendileri dahil- kimseler inkâr edemez.Bütün temsil ve kamuoyu güçleriyle İsrail’i savundular. 
İsrail’i savunmak tabii ki suç değil. “Şimdilik” yaptırımı yok. Ancak bir müeyyidesi olmayacağı da garantisi değil. Hatta tüm dünyadan yükselen tepkilere bakarsak İsrail şimdiden, geniş ve farklı coğrafyalarda vicdanlara mahkûm edilmiş durumda. Sadece İsrail değil, başta Amerika ve Avrupa devletleri, toplumlar üzerinde telafisi mümkün olmayan ağır hasarlar bıraktılar. Vicdanları derinden yaraladılar. Kapanmaz yaralar açtılar. Medeniyet inşa etme iddiasındaydılar, itibarları yerle bir oldu. İmajları dağıldı. Zihinlerde artık bebek katili ülkeler ve liderler olarak kodlandılar.Özellikle de genç kuşaklar, modern dünyaya sıfırdan ve çok farklı bir gözle bakmaya başladılar.
 
Bu vicdan dalgası doğal olarak Türkiye’de de yükseliyor. Lakin büyük oranda mütedeyyin kesimin sergilediği net duruş, toplumun tamamına sirayet etmiş değil. İsrail’i savunan ya da Filistin’i savunmaktan imtina eden, Gazzeli bebekleri görmezden gelen seküler kesimde direniş var. Kim üzerine alınırsa alınsın, ancak daha nereye kadar direnebilirler bilmiyorum? Çok geç kaldılar. İnsanlık sahnesinin perdesi aralanırken, sahne gerisinde kalanlar hesaplarında yanıldılar. İsrail’in gücüne ve Amerika’nın dayatmalarına boyun eğmeleri bir yana daha zelil bir duruş gözleniyor. Soykırıma uğrayan bir halkın sesi olmayı mevcut siyasi görüşleriyle çelişkili bulanlar, Gazze’ye dair iki çift laf etmeyi Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti ile aynı tarafta durmak olarak görüyorlar. İsrail’i eleştirmenin ve bir şekilde karşısında durmanın Hamas’ı desteklemek anlamına geleceğini düşünüyorlar.Buradaki çıkmazları ise dindar, aşırı, yobaz, gerici gördükleri Müslümanlarla aynı cepheye düşmüş olmaktan korkmaları.
1960’larda Filistin davasıyla yakından ilgilenen, Filistin Kurtuluşu Örgütü kamplarında eğitim alan, İsrail’e karşı çatışırken ölen solcular yok artık. Bağımsızlık mücadelelerinden, kültürel işgale direnişlerden ve temel olarak sahip oldukları anti-emperyalist düşünceden arınıp emperyalizme teslim olmuş bir solculuk inşa edildi. Dahası, pahalı semtlerin, mekanların müdavimi olmuş, lüks yaşam ve marka bağımlısı, özgürlüğü kendi yaşam biçimiyle sınırlayan, nihayetinde deCHP ve türevi partilere oy verdiği için kendini solcu sayanlardan bahsediyorum. Bu kesim az değil. Fazlalar. Aksine ülke kamuoyunu belirleme güçleri ellerinde. Sinema sektörüne, dizi ve reklam piyasasına hükmediyorlar. Sosyal medyayı domine etme ve devasa etkileşim güçleri var. 
Batı’daki halklar bile Gazze’nin şanlı direnişi karşısında silkelenip İsrail’e karşı sivil direnişler ortaya koyarken, buna mukabil sessizliğe bürünen Türkiye’deki laik, seküler ve solcu cenah ‘Nereden çıktı şimdi bu savaş?’ rahatsızlığındalar. Farkındadeğiller fakat çok ağır kaybediyorlar. Farkında değiller, İsrail’e karşı duyulan öfkenin de hedefi olacaklar. Çünkü tarihin doğru yerinde durma, asgari müşterekte buluşma ve insanlık için kendi tabularını yıkma fırsatını kaçırıyorlar.
Bugün İsrail’i savunmak ya da Gazze soykırımına sessiz kalmak, Nazilerin Yahudilere yaptığı soykırımı savunmakla eşdeğer görülmüyor belki henüz. Lakin böyle bir sosyoloji zamanla oluşacak. İsrail ve destekçileri bundan kaçamayacaklar. 
Kaç gündür bir kıvılcım, bir hassasiyet bekliyorum. Ünlülerin sosyal medya üzerinden boykot edilince, Gazze’ye destek olma sahnesine çıkmaları gerektiğini anlayacaklarını düşünmüştüm. Yanılmışım. Bakın sosyal medyada binlerce hayal kırıklığı var. Her ünlü oyuncudan, daha ilk günden sosyal medyasını adeta Gazze halkına vakfeden Deniz Uğur Gülener gibi duruş sergilemesini bekledik. Ama beyhude. Yazıyı da dün Yeni Şafak’tan Sevda Dursun’a konuşan Gülener’in sözleriyle bitireyim: “Hiç kimseye zorla bir şey yaptıramayız. Herkesin kendi çekinceleri olabilir. Fakat burada aslında her olay karşısında olduğu gibi bazı şeyleri Allah’a havale etmemiz lazım. Çünkü farkındaysanız insanlık böyle zor süreçlerden geçerken çok da güzel bir ayıklanma oluyor. Belki herkes birbirinin daha önce görmediği yönlerini keşfediyor. Her kriz bu yüzden bir fırsattır.”
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sivasbulteni.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.