İsrail, bir aydır Gazze halkını çoluk-çocuk, yaşlı-genç, hasta-engelli hiçbir insani sınır tanımadan katletmeye devam ediyor. Gezegenin iki ayaklı canlıları, insanlar ve diğerleri olarak saf tutuyor.
Küresel köy, küresel klanlar olarak bölünürken, dünya tam orta yerinden ikiye ayrılıyor: Kalbi olanlar ve olmayanlar. Dünyanın dört bir tarafında Müslim-gayri Müslim, ateist-deist, beyaz-siyahi, Avrupalı-Asyalı, Kuzeyli-Güneyli kalbi olanlar, siyasi tüketiciler ortak paydasında bütünleniyor.
Kalbi olanlar, kanlı bedenleri ile toprağa karışmış bebeklere ağlıyor, dünyanın dört bir yanından ses veriyor, eylem yapıyor. İki ayaklı muktedirler, katillere kan vermek, verdiği kanı görsel bir şölene dönüştürmek için poz kesiyor.
Dünyanın dört bir yanında kalbi olanlar, Gazzeli çocukların cansız bedenlerinden kendini sorumlu tutuyor ve katillere karşı ben ne yapabilirim deyip Hz İbrahim’i ateşe atan Nemrut’a karşı, gagasında su taşıyan güvercin misali tüketim toplumunun en işlevsel karşı duruşuna dâhil oluyor ve siyasal tüketici olmak için saf tutuyor.
Küresel zamanı belirlemeye niyet edenlere karşı, dar bir mekâna hapsedilmişlerin sesi olmak için, siyasal tüketiciler olarak vicdan paydasında bütünleniyor dünya.
Hortlayan azgın kapitalizme ve onun kapı bekçisi faşizme direnmek için, her birimiz gagasında su taşıyan güvercin misali siyasi tüketiciler olmalıyız.
Siyasi tüketici ne demek?
Siyasi tüketicinin eylem alanı, üretim sürecinin ve ürünün insanları tehdit eden unsurlarını, üreticinin gayri insani davranışlarını protesto etmek için “Senin ürününü ALMIYORUM” duruşudur. Çevreye zarar veren firmalara, işçilerine kötü davranan üreticilere; soy kırım yapan devletlere açıktan destek veren firmaların ürünlerini ASLA tüketmemektir.
Siyasi tüketiciler olarak sayımızı arttırmak ve bu duruşu sürekli kılmak niyetiyle yapılmış dahi olsa, bizimle aynı paydada olmayanların hareket alanını kısıtlamaya, ürün tercihini zorlamaya kalktığımızda ise boykot yara alır. Şu konuda kafamızı netleştirmemiz şart: Biz üretici firmaları zorlamak için eylem yapıyoruz, tüketicilerin tercihlerine engel olmak için değil.
Siyasal tüketici davranışının yerleşmesi için sürdürülebilir olmasına dikkat etmek gerekiyor. Alternatifi olmayan ürünlerin kısa süreli boykotu anlamlı değil.
Her ürünü boykot listesine dahil etmek yerine boykotu belli bir alanda yoğunlaştırarak etkisinin görülmesini sağlamak daha isabetli sonuçlar almayı sağlar. Bu etki en hızlı şekilde günlük tüketim ürünlerinde, yani yiyecek ve içeceklerde, temizlik ürünlerinde görülür.
Bazı ebeveynler çocuklarının isteklerini engellemekte zorlandıklarını söylüyor. Zorlandıkları yiyeceklerin çoğu zaten sağlığa zararlı. Hiç tüketilmemesini sağlamak en iyisi. Abur cuburlar, atıştırmalıklar konusunda çocuklarını nazlayan ebeveynlere Filistinli çocukların çağrısını hatırlatmak isterim. Merhametli ve şefkatli çocuklar yetiştirmek istiyorsak çocuklarımızı, Filistinli çocukların çaresizliğine tanık edelim. Tabii ki yaşlarını dikkate alıp taşıyabilecekleri kadarına. Nasıl bir dünyada yaşadıklarını ne kadar erken öğrenirlerse o kadar sorumluluk sahibi olurlar.
Siyasi tüketici olmak ile kaba ve vandal davranışlar arasında en ufak bir geçişkenlik yoktur. Siyasi tüketici, eleştirisini yapar ve eylemin ruhuna uygun davranır. Vandallar ise bireysel öfkelerini eyleme dahil ederek, boykota zarar verir.
Bitirirken şu soruya cevap arayalım lütfen: Bizler siyasi tüketici olarak eylem ortaya koyarken “yerli ve milli” diye bağrımıza bastıklarımız... En stratejik markaları yabancı sermayeye satarak esasında ne yapmış oluyoruz!
Sadece yiyecek-içeceklerden, temizlik malzemelerinden bahsetmiyorum.
Mesela otobüs firmaları... Özellikle İstanbul-Antalya güzergahında etkin olan bir otobüs firması, marka değerini yıllar içinde artırarak çok iyi hizmet veriyordu. Ta ki pandemiye kadar. Otobüs firması bir Alman tarafından satın alındı. Niye bir Alman, Türkiye’de bir otobüs firmasına talip olsun?
Allah muhafaza bir deprem esnasında bu firmanın “siyasi tercihlerinden” dolayı sefer yapmadığını düşünün...
Teknoloji markalarını anmaya gerek var mı? Dijital kıyamet senaryolarına devletimiz, kurumlarımız ne kadar hazır?