7 Ekim’de başlayan Aksa Tufanı operasyonu özü ve mahiyeti itibariyle askeri olsa da sonuçları ve etkileri itibariyle sadece askeri düzeyde kalmamış bir tufan. Daha önce Halit Meşal’e atfen bu tufanın siyasi, ekonomik, uluslararası dengeler ve medyatik boyutlarının olduğunu söylemiştik. Aslında bir başka çok önemli boyutu, İslam Dünyasının gerçekten ismiyle müsemma bir “Dünya” olması sürecinde Kudüs meselesinin tarihte oynadığı rolü yeniden canlandırmış olmasıdır.
Bugün Filistin-Gazze meselesi olarak gündemimizde olsa da Kudüs meselesi tarih boyunca her zaman darmadağınık bir hale gelmiş Müslümanları toparlamakta, onları bir ümmet, bir millet bir vücut olduklarını hatırlatmış bir dava olmuştur. Malum, Haçlıların işgali altında kaldığı yüz yıla yakın bir süre içinde Müslüman dünya siyasi açıdan bölük pörçük bir vaziyetteydi. Siyasi birlik Abbasi ve Fatımi halifeleri arasında bölünmekle kalmamış, bütün bir Müslüman topluluklar aşiretler, kabileler, beylikler arasında bir güç ve alan kapma yarışı içinde birbirini yiyip tüketmekteydi. Bu rekabet eden güçler arasından sızma yolları bulan Haçlılar İslam dünyası içinde her geçen gün nüfuzlarını daha fazla artırıyor, işgallerini derinleştiriyorlardı.
Beyliklerin hepsi için Kudüs önemli bir mesele olsa da onu Haçlıların işgalinden kurtarma yönünde etkili bir adım atabilenlerin en büyük rakibi Haçlılar değil, yine Kudüs davasına inanan diğer Müslüman beylikler oluyordu. Kudüs’ü kurtarmaya daha fazla yaklaşan beyler diğerlerinin çelmesine daha fazla takılıyorlardı, çünkü Kudüs’ü kurtarmanın sağlayacağı prestij ve etkiyi kimse diğerine kaptırmak istemiyordu. Olayı hayırlarda dayanışmacı bir yarış olarak düşünebilme olgunluğu yerine bu prestiji başkasına kaptırmama yönünde sergilenen hırs Haçlıların en büyük desteğini oluşturuyordu.
Nurettin Zengi’nin başlattığı yeni ama bir o kadar da kadim İslami tarz-ı siyaset güç yarışında gerçekten Kudüs’ü kurtarmaktan başka bir amacı olmadığını hissettirmeye ve beylikleri kendi aralarındaki namütenahi ve yıpratıcı rekabetlerden uzak durmaya çağırıyordu. Kendisi de gerektiğinde fedakarlıklar yaparak Kudüs meselesini ikincil bir düzeye itecek her türlü tartışmadan ve çatışmadan uzak durmaya çalışıyordu. Kudüs bütün Müslümanların birliği olmadan işgalden kurtarılamazdı. Kudüs’ün kurtulması aslında böylece Müslüman birliğinin tekrar sağlanması ve böylece Müslüman siyasal bedeninin yeniden tesis edilmesi anlamına geliyordu.
Birlik olmadan kurtuluş olamazdı, Kudüs kurtarılamazdı, dolayısıyla Kudüs kurtarılamadan da birlik olunamazdı.
Zengi’nin kendisine nasip olmadı ama o bu yolda ömrünü vefa etti. Ardından onun siyasal ve manevi mektebinde yetişen Selahaddin Eyyubi, aynı tarz-ı siyaseti takip etti. Beylerin çaresiz ve faydasız ekonomik veya siyasi iktidar mücadelelerine rağbet etmediğini, asıl meselesinin Kudüs olduğunu çok iyi göstererek bütün beyleri bu ulvi amaç etrafında birleştirdi. İslam Birliğini sağladı ve Kudüs yeniden fethedildi.
Yavuz Sultan Selim’in yine o dönemde İslam Birliğini sağlama yolunda Kudüs’ün en önemli uğrakları arasında yer aldığını unutmayalım. Kudüs o dönemde işgal altında değildi, ama İslam birliği yine büyük tehdit altındaydı. Yavuz’u İslam tarihinde müstesna bir yere koyan en önemli hadise Müslümanları tek bir siyasi çatı altında birleştirmiş olmasıdır. Osmanlı’ya bu yolda devrolunan Kutsal emanetlerin başında Kudüs vardı.
Osmanlı’nın yıkılışı ise saltanatın lağvedilmesi veya Hilafetin kaldırılmasıyla değil, Kudüs’ün İngilizler tarafından ele geçirilmesiyle gerçekleşmiştir. O saatten sonra artık İslam Birliği dikiş tutmazdı. Orada İngilizlerin işleme koyduğu yeni planlar sadece Kudüs’ün haçlılar tarafından tekrar ele geçirilmiş olmasından ibaret değil. Aynı zamanda İslam birliğinin parçalanması, Müslüman halklar arasında, Araplar, Türkler, Kürtler ve Farisiler arasında kapatılmaz açıklıkların, nefretlerin oluşturulmasıydı. Bu hepsi için Kudüs’ün anlamını yitirmesiyle beraber yürüyen süreçlerdi. Ortak değerleri olarak Kudüs’leri işgal edilmiş olan bu milletin birbirine sevgi akıtan gönül kanalları tıkanmış oluyordu. General Allemby, Selahaddin Eyyübi’nin sandukasını tekmeleyerek “kalk Selahaddin, kovduğun haçlıların torunu geldi” derken ne yaptığını çok iyi biliyordu.
Kudüs işgal edilince işgal edilen Müslüman bedeni tekrar yine Mescid-i Aksa’ya yapılan bir saldırıyla dürtülmüş oldu. 1969 yılında yaşanan meşhur saldırı aynı zamanda İslam İşbirliği Teşkilatının oluşmasına yol açtı. Ümmet parçalanmış da olsa, üzerine ölü toprağı serilmiş de olsa Kudüs bütün İslam dünyasında bir ümmet bilincini uyandıran etkisini tekrar sergiledi. O dönemde Rabat’taki Konferansa çağırılan Türkiye bile ülkedeki bütün laikçi kafaların inadına rağmen lakayt kalamamış ve dışişleri başkanı düzeyinde de olsa katılım göstermişti. Böylece İslam Birliğini yıkan Birinci Dünya savaşından sonra ilk kez tekrar bir İslam Birliği, İslam Dünyası veya ümmet fikri en güçlü biçimde tedavüle girmeye başladı. Ama tabii ki yeterli olamadı.
O gün bugün Filistin, Kudüs, Mescid-i Aksa meselesi dünya Müslümanları için hep uyarıcı, ümmet fikrini ve “Bir Dünya” fikrini, idealini ve duygusunu besleyici bir dava olmaya devam etti.
Bugünlerde görüp yaşadıklarımızı bu tarihsel sürekliliği içinde okumamız şart oldu. Sonuç bildirisi hiç de tatmin edici olmasa da, hatta çok rahatsız edici maddeleri ve bazı olayları barındırsa da son olaylar dolayısıyla Filistin, Kudüs, Mescid-i Aksa, Gazze, İslam İşbirliği Teşkilatını tarihi rolünü oynamaya mecbur bırakıyor. Güçlü bazı üyeleri bu rolü oynamaya hiç istekli olmasa da, Kudüs’ün cazibesi, Mescid-i Aksa’nın manevi ağırlığı ve Filistinlilerin yüklendikleri destansı tarihsel misyon bütün İslam dünyasına bir ümmet olduğu gerçeğini haykırıyor.
Gerçi, onların haykırması yetmese onların karşısındaki Haçlı-Siyonist ittifakın Müslüman gayretine illaki dokunan kibirli-küstah ve zalim saldırganlığı Kudüs’ün anlamını teyit ediyor.
Bu kadar gürültü arasında uyumaya devam edenleri uyandıracak bir güç de yoktur herhalde.